Ağladım.
Bir film izledim. Anne olmak, baba olmak, aile olmakla ilgili. Görünen genel eğilimlerden farklı çocukları için orta yaşlarında değişmek zorunda kalan, belki hiç duymadıkları kavramları anlamaya çalışmak için deli gibi çabalayan insanların hikâyesi.
Bu hikâyeyi izlerken kocaman gözyaşları döküldü içimden; içim düğüm düğüm oldu. Ve tüm bu duyguların üzerine kocaman hafif bir umut bulutu doğdu. Kalbin, beyinden, düşüncelerden, değerlerden, yargılardan daha büyük olduğunu görmek, ağlattı beni. Aile ile çocuk ilişkisi/sevgisi, cinsel yönelimlerden bağımsızdı; değerlerden, toplumsal iteklemelerden, ikiyüzlü değerler kümesinden de bağımsızdı ve çok güçlü bir bağdı. Eğitim, sosyoekonomik sınıflar ya da kadın-erkek kodlarını baz alamıyorduk bu sevgiyi anlamak için; sadece izliyorduk ve anlıyorduk.
Film, cinsel yönelimler ve bireysel keşif süreçlerinin hikâyesiydi. Çocukluktan itibaren her ne kadar bir yerlerde yazıyor olsa da, herkes tarafından “kadın-erkek” olarak tanımlansak da önemli olan içimizdeki sesti, tanımlamaya ihtiyaç duymayan ve doğuştan orada var olan ses. Belki de tüm tanımlamalardan farklıydı. Dış sesler ve zorlamalarla iç sesin çelişmesinin hikâyesiydi izlediğimiz. Bu çelişkinin doğal olmasına rağmen ne kadar zarar verici olabileceğiydi her bir hikâyede anlatılan.
Toplumun ortak sesi, bireylerin sesinden üstün olmamalıydı.
Filmde konuşan anne babalar, öğrendikleri tüm doğrulara karşı olan cinsel yönelimlerini ve arzularını açıkladıklarında önce çocuklarını “reddetme, yok sayma, karşı çıkma, tedavi etme” gibi davranışlar sergileseler de sonunda onlara kol kanat geriyor; çocuklarına yol arkadaşı olmaya çabalıyorlar. Ezberi bozmak ve üstelik herkese karşı bunu savunmak aile dışında başka bir sosyal grupta bu boyutlarda yaşanabilir mi? Emin değilim. Benden tamamen farklı düşünen bir arkadaşım için savaşır mıyım?
Algıda seçici olarak kaçamayacağımız gerçekler var. Birçoğumuz, çoğu zaman görmek istemediğimiz şeyleri görmeyebiliyoruz; ta ki bir gün gözümüze girene kadar. O zaman bile görmemek için gözlerimizi kapatmaya zorluyoruz kendimizi… Ama kaçışın bir sonu var mutlaka bir noktada büyük laflarımızı yutmak zorunda kalabiliyoruz yeni deneyimlerle beraber. Görmezden geldiğimiz gerçekleri birden fark edip uyanıveriyoruz.
Görmediğimiz, algılamadığımız ya da kabul etmediğimiz için gerçekler yok olmuyor işte. Bize benzemeyenler var. Bize benzemediklerini söyleyemeyenler. Söyletmediklerimiz var. Duymak istemediğimiz için bize söylenmeyenler…
Bir toplumsal kod demişiz çıkmışız işin içinden. Ne kolay bir yol seçmişiz. İnsanları kadın-erkek diye ikiye bölüp birer kostüm biçmişiz üzerlerine. Şablon davranışları reddedenlere marjinal demeyi seçmişiz. Sonra yavan bir hayatımız olmuş, görmek istediklerimizle sınırlandırılmış basit hikâyeler kurgulamışız.
Belgeseli izlerken izlediğim şeyin en çok samimiyetine ağladım… Anne olmanın, baba olmanın ne kadar zor ve önemli olduğunu kalbimle anladım. Kalbin büyüklüğünü anladım.
Ağladım…
Film linki:
https://www.benimcocugumbelgeseli.com/