Zincirin bir halkası koptu orada; müthiş bir acı. Eksik kaldığımız, başka şartlar yaratamadığımız için azap ve pişmanlıkla doluyuz.

 

Toprağın üzerinde ekmek ve güvence bulamadığı için toprağın altında ömrünü tüketen emekçilerin yasını tutuyoruz. Fiilin müdahiline de fail diyor dilimiz. Yani biz… Bundan sonrasında yapacak tek şey kalıyor artık: Devleti beklemek yerine devlet olmak.

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin başı sağ olsun…

 

 

Sekiz yılda elli iki’den kabaca dört yüz… Her hafta bir şeyler yazdım. Gündemi bilmem, zaten anlamam da… Ben tarım bilirim, inek bilirim, ağaç bilirim; gıdayı, Anadolu köylüsünü bilirim. Yıllardır sadece bunları söyler, bunları yazarım. Başkaca her şeyi sadece dinlerim. Bu ilk ve belki de son. Soma’yı düşünmemek, yazmamak, unutmak mümkün değil…

 

Ocağın fiziksel şartları, odalar, alan düzenlemeleri, giriş – çıkış koridorları, sahipleri ve sorumlularının basın toplantıları… Gönlümün dayandığı yere kadar izledim. Ucuz iş gücü, tüm patronların rüyası olan düşük maliyet ile maksimum verim… Yeni bir şey yok garp cephesinde…

 

Alt alta yüz tane tedbir seçeneği olsa da yasalar zorunlu kılmadıkça bir tanesi bile uygulanmaz. Yasanın zorunlu kıldığı kısım ise ne yazık ki yeterli gelmiyor. ”Yeterli aslında…” yorumlarına da gerek yok sanıyorum. Sonuç ortada.

 

Bugün en hassas kalp ameliyatları, beyin ameliyatları dahi robotlarla yapılırken yerin yedi kat altına neden robotlar inmiyor? Sorsanız yanıt yok; zaten soran da yok… İnsan ucuz; insan bulunabilir. İşletmenin finansal raporlarına göre büyük bir esneklik ile sayıca arttırılabilir veya azaltılabilir. Biri gelir, biri gider… Düzen sürer.

 

Şartları ortada; dünyanın en zor işlerinden biri kömür madenciliği… Burada çalışmaya razı yüzlerce, hatta binlerce insan nasıl kolaylıkla bulunabiliyor? Ekmek parası diyorlar. Evet, bu doğru ama daha büyük bir  sebebi var ve ben bu sebebi konuşana, yazana denk gelmedim günlerdir.

 

Tarım, Anadolu’nun ana damarı ve bir tarım işçisinin SGK’lı iş bulması, Amerikan piyangosu kazanmasından daha düşük bir ihtimal bu topraklarda. O SGK için kim nelere razı oluyor bir bilseniz…

 

SAYFA-BOLUMU

Birimiz Beydağ’ın, birimiz Bozdağ’ın eteğindeyiz. Yaşadığım coğrafya ile Soma neredeyse aynı. İnsanı, giyimi – kuşamı, yemekleri, aksanı, ağıtları… Yetiştirebilme imkânı olduğu halde yetiştiremediği ürünleri de aynı. Türkiye’nin en iyi kavununu, üzümünü, kapya biberini, soğanını verir bu toprak. ”Verirdi…” demek daha doğru aslında; boğaz tokluğuna zor yettiği için köylü bıraktı bu işi. O yanda ocaklar büyüdü sonra her geçen gün. Köylerin ortasına gelen servis araçları ile 50’şer 100’er taşındı gençler. En çok da babalar, analar teşvik etti. Evleneceklerdi. Çoluk çocuk sosyal güvence isterdi. Biri hastalansa ne olurdu? Olmadı, emekliliği vardı bunun. Nişan, düğün adetleri gereği zincirler, bilezikler, saç – baş… Her birinin bankalara kredi borcu… Biriktirseler, kültürlerinde olan nakit kullanımını seçseler neyse de herkese dağıtılan kredi kartları falan… Muhtaç insan için kim hangi fedakarlıkta bulunur ki? Ancak vicdanı olan insan. O insan nerede? Suya düştü. Onu da inek içti, sonra dağa kaçtı. Eğdiler başlarını, mecbur girdiler ocağa. Nokta.

 

Silisle kot taşlayanlardan, merdiven altı mermer kesimhanelerinde çalışanlardan; sırtında kalas, altıncı kata fayans taşıyanlardan az çok haberiniz var. Bu bereketli tarım alanlarındaki, bu varsıl topraklardaki köylüler herkesin yana yakıla aradığı gerçek domatesi yetiştirmek için çalışsalar hangi güvenceye sahip olacaklar? Baştan kırık ve kimsenin dikkatini çekmeyen bir zincir var önümüzde. Biz bunu da konuşalım. Ege Bölgesi’nde ”Eynar”, Güney’de ”Çavuş”, Doğu’da ”Dayıbaşı”… Her yörede değişik sıfatlarla anılan 21. yüzyıl köle tacirlerinden konuşalım.

 

Ege’ye geldiğim yıl 1998; Nazilli’ye gelişim 2000… Billur Madran ismiyle o yıl kurduğumuz su fabrikasının hemen arkasındaki beş dönümcük alan var. Bir heves burayı sebze, darı, patates, soğan ile doldurduğumda işler kolaydı. Fabrikanın kendi işleri hafiflediğinde el birliği ile dalıyorduk bahçeye. Herkes bir koldan çapayı, sulamayı, temizlemeyi tutunca bitiyordu. Zaman geçti, fabrika yükünü aldı. Dolumlar üç vardiya, yedi – yirmi dörde çıktı. Ben ve ekibim bütün gün dolumdan kafamı çıkaramaz hale gelince bahçe ile ilgilenecek kimse de kalmadı haliyle. Ortalığı ot bürüdü, çapaya insan arıyoruz…

 

SAYFA-BOLUMU

Dallıca Köyü’ndeyiz. Sorduk; eynar adı; adresini verdiler. ”Bu nedir?” deyince öğrendik. Bunlar gayrı yasal işçi bulma kurumu gibi çalışır. Ellerinin altında kayıtlı, onlardan habersiz tuvalete bile gidemeyecek, kiminde 400, kiminde 500, kiminde 1000 işçi vardır. Kahvelerde bulursunuz. ”Bana 5 kişi, salı, çarşamba, perşembe” dediğinizde tamamdır. Gençler geliyor, günlük yevmiye veriliyor. Şu günlerde 25 TL en son bildiğim fiyat. Bundan 17,50 TL işçiye gider, 7,50 TL’si eynarın cebine kalır. Bütünüyle yasa dışı…

 

Çilek, portakal, elma, üzüm, zeytin, kestane, pamuk, yörede her ne ise… Tüm tarım faaliyetlerini eynarların işçileri boğaz tokluğuna yapıyor. Sosyal güvence nerede? Yerin dibinde.

 

Öğrendiğimde çok sinirlendim. Bir yerel radyosu var Nazilli’nin: Radyo Özden… Gittim vurgulata vurgulata ”Sigortalı çalışacak tarım işçisi aranıyor.” diye ilan verdim. Vay, sen misin ortalığı karıştıran… Nazilli’de yer yerinden oynadı. Kapıma kadar gelen tehditler bugün bile devam eder.

 

O tek ilana gelen beş kadın bugün hâlâ benimle birlikte çalışır. Tarladaki 5, oldu bugün 40… Çiftliğin merkezi, mutfakları, paketlemesi derken 110… Çok uluslu şirketlerin seralarını dışarıda tutarsak Nazilli tarihinin ilk ve hala tek SGK’lı tarım işçileri ile ahretlik bir ekip olmaktan mutluluk duyuyorum. Ortak olun istedim. Hep kötü şeyler görmeyin diye sekizinci canlı yayın kamerasını da ekledim bu hafta. Orada göreceğiniz, kendi işleri gibi kakara kikiri çalışan insanların hayatlarında güven, huzur oldunuz. Devrim kitaplardan okunan bir şey değildir. Devrimi yaparsınız. İpek Hanım Çiftliği sosyal bir cumhuriyettir dediğimde bunu anlatmak istedim hep. Temiz gıda ve temiz tarım değil bu sadece; adalet… Yapılabilir. Böyle de kazanılabilir.

 

SAYFA-BOLUMU

Tarladaki işçi günde 17,50 TL’ye SGK’sız; günde 40 TL’ye SGK’lı… Tarım, Anadolu’nun can damarı. Bu çelik bilekli gençler için cazip olan neden toprağın üstü değil, altı? Sorun. Bana, ona, buna; herkese sorun. Aldığım domatesi toplayanın ekmeği için, sosyal güvencesi için ne yaptın? Lütfen söyle, ne yaptın? Vergini ödüyor musun? Ruhsatın var mı? İş güvenliği eğitimlerin tam mı? Çalışanların bir kol uzağında her an ulaşabilecekleri mühendisler, sorumlular var mı? Ben her birini gururla yanıtlarım. Tüm iş arkadaşlarımın yüzünün gülmesinin gururu ile yanıtlarım. Çoklanmasını isterim. Vicdan ve kişisel ahlakın değer kazanmasını, tarımın değer kazanmasını, yer üstünde yaratılacak zenginlikler ile yüksek ölüm tehlikesi olan işlerin makinelere devredilmesini; insanın, bu çelik bilekli Anadolu gençlerinin yaşatılmasını…

 

Anadolu’nun gerçek sahipleri; gerçek çiftçileri ancak sizinle kazanır gerçek değerlerini. Sadaka değil, bileklerinin gücü ile çalışmak istiyorlar. Helal para istiyorlar. Bu hafta ne bir şey yazacak aklım, ne kelime toparlayacak gücüm var… Sadece bunu bilin; yol açın istedim.

 

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/cagdas-kolelik-duzeni/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/cagdas-kolelik-duzeni/" data-text="Çağdaş Kölelik Düzeni" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/cagdas-kolelik-duzeni/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>1997 yılında, çok sevdiği Ege’ye yerleşiyor Pınar Kaftancıoğlu. Önce Kuşadası’nda geçen birkaç yıl, ardından Aydın-Nazilli’de bir doğal kaynak suyu fabrikasını işletme, kızının doğumu, işlerin stresinden bunalıp fabrikayı devretme derken otuzlu yaşlarının sonunda emekliliğini ilan ediyor!</p> <p>Nazilli’de anadan kalma bakımsız araziyle birkaç zeytinliğini ıslah edip şu an yaşadığı çiftlik evini inşa ettirmeye karar veriyor. Komşuların yardımıyla yaylalardaki irili ufaklı araziye çekidüzen veriyor. Tarlalar sürülüyor, köydeki ineklerin dışkılarıyla gübreleme yapılıyor, dağ köylerinden hediye gelen fidanlarla tohumlar ekilip dikiliyor.</p> <p>Ve tarlalarda ilk ürünler çıkmaya başlıyor.</p> <p>“Kızım, İpek artık Milupa’nın ‘organik’ etiketli kavanozlarına mahkûm değildi. Kahvaltı masamızda hepsine isim koyduğum ineklerin sütleri ve o sütlerden yaptırdığım peynirler vardı. Ekmeği marketten almıyor, kendi fırınımda yapıyordum. Yumurtalar bahçenin sağından solundan, çoğu zaman da tavuklarımın folluğa çevirdiği ayakkabılıktan toplanıyordu. Zeytinden ve zeytinyağından bol şeyimiz yoktu. Bahçenin orasında burasında kendiliğinden yetişen otların her birinin bir adı olduğunu ve neredeyse hepsinden enfes yemekler yapıldığını öğreniyordum. Yılladır marketten aldığım kırmızı şeylerin, gerçek bir domates ile alakası olmadığını anladım. Havuçlar, marullar, fasulyeler, börülceler&#8230;”</p> <p>İpek Hanım Çiftliği böyle kuruluyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This