Caretta‘lar çıkıyor yeryüzüne. Aylardır kumun altında olduklarının farkındalar mıydı acaba? Yaşam başlayacak az sonra. Çakılların arasındaki mücadele takdire değer. İzleyen gözlere rağmen içgüdüsel kararlılıkları.Yaşam istekleri ve hedefleri genlerine yazılı; tıpkı bizim gibi; hızlı ve telaşlı adımları. Minicik gövdelerini içgüdüsel olarak en yakın su kaynağına taşımak için var güçleriyle yürüyorlar. Hayatta kalmaları bu amansız yürüyüşe bağlı. Alıp suya götürmeniz onları ölüme yaklaştırmaktan başka işe yaramaz. Güçlenememiş kol bacaklarıyla kolaylıkla yem oluverirler. Elimizdeki deniz suyunu döküyoruz arada sıcaktan bunalıp vazgeçmek üzere olanların üzerine. “Sakın ellemeyin” diye uyarıyorum çocuklarımı. Yaşam gücü vermek için destek olabiliyoruz sadece. Gerisi doğanın muhteşem dengesinin elinde.
Hayat dersi veriyorlar bize. Üç dakika önce yumurtadan çıkan denize ulaştığı anda kaldırıyor başını nefes almak için. Biz doğanın en akıllı türü olduğumuzu iddia ederken nefes alamıyorum diye şikâyet ediyoruz yaşamımızdan.
Ne zaman unuttuk nefes almayı? Nefes almayı nelere eş tuttuk? İyi bir işe, iyi bir eşe, güzel bir eve, bir arabaya sahip olduğumuz zamana ertelerken yaşamayı mı unuttuk? Biz de biliyorduk kafamızı kaldırarak yürümeyi. Kimler fısıldadı kulağımıza başaramayacağımızı?
Oysa biz de onlar kadar mücadeleci ve kararlı açmıştık gözlerimizi. Zorlu bir yarışla başlamıştı yaşam. Annemizin rahmine yerleşmek için bile ne badireler atlatmıştık. Hadi rahme girdik diyelim tutunacak bir yer bulmak bile bir maceraydı bizim için. Hadi tutunduk varsayalım, bu sefer dış etkilerle, annemizin hormonlarıyla baş etmek zorunda kaldık. Baş ettik diyelim bir şekilde, o daracık doğum kanalında ne yaşadığımızı bir biz biliriz bir de Allah. Çıktık diyelim doğal yollarla başardık doğmayı. Gerçekten yüreklendirildik mi yürümek için, tırmanmak için, koşmak için.
Bir de medeniyete doğduysak. Son model hastanelerde, doğum öncesi annemiz ellerine serumlar bağlanarak, tekerlekli sandalyeyle “ameliyathaneye” götürülen hasta muamelesi gördüyse. Hele bir de narkoz aldıysa; biz sezaryen mucizesi bir bebeksek. Kolumuz kanadımız güçlenemeden beyaz önlüklü bir doktor tarafından hoyratça koparıldıysak güvenli anne rahminden. Işıkların gözümüzü acıttığı soğuk bir ameliyathane ise dünyanın bize merhabası. Bizi annemize bağlayan yaşam kordonunun aniden ve hoyratça kesilmesi, popomuza yediğimiz şaplak, gözümüze damlatılan ilaç, topuğumuza batırılan iğne ise nasıl güvenebiliriz ki Caretta‘lar kadar içsel gücümüze. Elimizden alınan ilk başarı hikâyemizden mahrum bırakıldıysak, doğmayı bile başaramadıysak. Aldıysak çocuklarımızın elinden kendi korkularımızla ilk ve en önemli başarılarını. Neden üzülürüz, nasıl kızabiliriz ki onlara başarısızlıklarından dolayı.
Doğanın dengesini bozan biz akıllı tür, ne zaman unuttuk içimizdeki gücü ve teslim olduk korkulara? Kim fısıldadı kulağımıza başaramayacağımızı? Hatırlamak için buradayız. Minnacık bir Caretta‘dan öğrenecek çok dersimiz var. Bakmayı bilirsek eğer…