Çigong Felsefesi
Sağlıklı bir yaşam için çigong yapın diyoruz; peki, bu çigongun arkasında yatan felsefe nedir? Esasen çigongun üç temel felsefi unsuru var: kendini sevmek, başkalarını sevmek, doğayı sevmek. Hayatı sükûnet ve huzur içinde yaşayıp, doğayla uyum içinde olmak. Bu Taoizm, Budizm ve Konfüçyüs öğretilerinin de temelidir.
Çigong formlarını ve meditasyonlarını her gün düzenli yaparsanız, sağlıklı bir yaşamınız olur. Fakat hayatınızda travmatik bazı olaylar meydana gelirse (örneğin işinizi kaybetmek, yakınınızı kaybetmek, finansal çöküş vb) o zaman dengeniz bozulabilir. Bu da hasta olmanıza ya da depresyona girmenize neden olabilir; arkasından şunu sorabilirsiniz: “E her gün düzenli çigong yapıyorum, neden hasta oldum?” Bunun nedeni tek taraflı, sadece harici çigong yapıyor olmanız ama çigong felsefesini tam olarak yaşamamanızdır. Hareketleriniz istediği kadar kusursuz ve estetik olsun; gün boyu saatlerce meditasyon yapıyor olun, çigong felsefesini bütünüyle anlayıp yaşamanız başka bir şeydir. Bir süpermodelin güzelliğinin, sağlıklı olmasını garanti edemeyeceği gibi.
Çigongu kalpten yapmak çok önemlidir.
Çigongun arkasında yatan felsefeyi anlamak için, hayatın inişli çıkışlı olduğunu kabul etmemiz gerekir. İyi zamanları çigong olmadan da rahatlıkla geçirebiliriz, mühim olan ihtiyacımız olduğunda onu kullanabilmektir.
Çigongun ilk prensibi sakin ve rahat olmaktır.
Bu çok basit prensip pek çok insana çok zor gelebilir çünkü hayat görüşünüzü değiştirmeniz gerekebilir. Başımıza kötü bir şey geldiğinde tepki vermeyi öğrenerek yetiştiriliriz; her etkiye bir tepki vermenin “normal” olduğu bilgisini taşırız. Bunun yerine herhangi bir etki sırasında sadece rahat ve sakin kalmayı; böylece durumu daha açık bir şekilde değerlendirmeyi öğrenebiliriz. Bunun için de öncelikle bedenimizi eğitmemiz gerekir. Vücudumuz rahat ve sakin olursa zihnimiz de sakin düşünür ve doğru kararlar alır.
Pek çok insan buna katılmayabilir ve harekete geçmeden durmanın yanlış olduğunu düşünebilir. Fakat Taoizm der ki: “Değişen her şeye karşı durağanlığı kullanın.”
Hareketsizlik, aslında bir harekete geçme türüdür. Üzgün ya da kızgın olduğumuzda bunun hıncını başkasından çıkarabiliriz, bu da o insanın da tepki vermesine ve harekete geçmesine neden olacaktır ve onun tepkisi bizim daha da üzülmemize neden olacaktır. Tüm bunların nedeni, sonuçlarını düşünmeden duyguların içinde kaybolup duygusal davranmamızdır. Her zaman rahat ve sakin kalmalıyız. Çigongun felsefesi budur.
Bırak gitsin!
Budist öğreti der ki: “Hiçbir şey isteme, inat etme ve hiçbir şeyi sınıflandırma” (yani hiçbir şey ya da kimse bir diğerinden daha iyi değildir). Bu prensipleri takip eden hasta biri, hastalığından kolayca kurtulabilir. Zihni sakinleşir, bütün endişeleri kaybolmaya başlar. İlaç almaya ihtiyaç duymaz.
Bu bir mucize değil. İnsanlar kanser olduklarında bunun nedeni vücutlarında alışık olmadık anormal bir şeylerin oluşması, bedenin değişmesidir. Normale dönmek istediğinizde tek yapmanız gereken vücudunuzun bu sefer alışık olmaya başladığı kanserli durumu tersine çevirip vücutta tekrar bir değişiklik yaratmaktır.
İyileşmenin yolu, stresten ve endişelerden arınmak, sağlıklı beslenmek ve sağlıklı düşünmektir; tutmak yerine bırakmayı öğrenmektir. Kıskançlık, endişe, öfke, hazmedememe, affedememe, kibir, ego gibi şeyleri içimizde ne kadar tutarsak o kadar stresli ve sağlıksız bir yaşama doğru yol alırız. Stres vücudun normal şekilde fonksiyonlarını yerine getirmesini engeller ve iç organlar yeterinde çi enerjisinden mahrum kaldığı için de hastalıklar kapımızı çalar.
Başkalarına yardım etmek de kafamızı meşgul eden endişelerimizden özgürleşmemizi sağlar. Aslında bu da bir etki tepki olayı. Ama “tepkisellik” değil. Diğerlerine yardım edince iyi hissederiz ve iyi hissedince de vücudumuz ona göre hareket eder, hastalıklar vücudumuzu terk etmeye başlar çünkü artık bu vücuda ait değillerdir.
Kanser günümüz toplumunda gitgide artıyor. Eskiden yaşlılarda görülen bu hastalık artık çok genç yaşlarda görülmeye başladı. Hayatımızda çok fazla radyasyon, uydu, baz istasyonu, cep telefonu, bilgisayar ve televizyon var. Yediğimiz gıdalar artık doğal değil, genetik olarak çok fazla oynanmış ve besin değerleri nerdeyse yok denecek kadar az. Her gün kirliliğe maruz kalıyoruz. Egzoz kokuları, baca dumanları, evlerimizde kullandığımız deterjanların kimyasalları, içtiğimiz damacana sular bizi yavaş yavaş zehirliyor. Diyet ve detoks toksinlerden arınmamıza yardımcı olabilir ama hastalıklarla mücadele etmemizde bize yardımcı olacak çi‘yi güçlendirmeyecektir. Çi ne kadar çok ve güçlü olursa bağışıklık sistemimiz o kadar kuvvetli olur.
Yaşadığım Dalyan çok yeşil ve sulak bir yer. Manzarası ve sakinliği inanılmaz. Misafirlerim geldiğinde gezdiririm. Hayretler içinde kalırlar. Yaşadıklarını, doğayı, yedikleri doğal köy ürünlerini anlata anlata bitiremezler. Halbuki ait oldukları yer doğanın ta kendisidir ve ait oldukları yere geldikleri için mutlu olduklarını bilmezler. Ve maalesef tatilleri bitince, yine içinde 60-70 kişinin yaşadığı, karşı komşusuna selam vermeyen, kimsenin kimseyi tanımadığı taş duvarlar arasındaki apartman hayatına geri dönerler.
O çoksatan kitaplarda yazdığı gibi evrenden isteyip durmanın bizi götüreceği bir yol yok. Halbuki çigong felsefesi ile ne kadar az isterseniz o kadar çok şey elde edersiniz çünkü istekleriniz azalıp mütevazılaştıkça zihniniz daha rahat eder ve daha iyi bir insan olmayı başarırsınız.
100 yaşına kadar yaşamamız gerekmiyor ama yaşadığımız kadarını en sağlıklı, en doğal ve en huzurlu şekilde geçirmemiz bize bağlı. Kendimizi, etrafımızdaki her şeyi ve tabiatı koşulsuz sevmek üzere…
Sevgi ve çi içinizde olsun.