Bu yazı ilk kez 2012 yılının Mart ayında yayınlanmıştır.
Çocuklarımızı hamm diye yutuyoruz. Onlar artık bizim birer parçamız, gecemiz gündüzümüz. Zaten içimizden çıkmış gelmiş; yani portakalda vitaminken tutmuş kocaman insan yapmışız; eh tabii ki nasıl istersek öyle olacak! Çalışkan, terbiyeli, okulunu seven, derslerine bayılan, sınıfının birincisi, öğretmeninin incisi, derli toplu, düzenli; özgüven tavan, kibarlık maşallah… Muhteşem ötesi bir insan olsun. Olsun da, bir kere biz öyle biri miyiz bir bakmak lazım.
Ya bu istekleri gerçekleştirirken çocuğu tümüyle yutup onun gelişmesine hiç yer açmıyorsak?
Peki, nasıl anlayacağız çocuğumuzu yutuyor muyuz? Ağızda mı midede mi yoksa ayrı bir birey mi, nerede bu çocuk? Bunu anlamanın çok önemli üç göstergesi var.
Üç gösterge
1. Çocuğun yerine cevap vermek:
Çocuk ister bir yaşında olsun, ister on beş yaşında, ebeveynler belki şaşıracaksınız ama, eğer soru çocuğunuza yöneltiliyorsa, onu ilgilendiriyor. Biliyorum sabırsızlanıyorsunuz, hem cevabı da biliyorsunuz, şimdi o eksik söyler, yanlış söyler, bir de üstüne yarım saat yutkunur. Olabilir, ama ben iletişim kurmak için onu seçmişim, hepsi benim şahsi problemim.
Kaç defa başıma geldi; ben çocuğa bir soru soruyorum annesi cevap veriyor. Çocukla göz teması kuruyorum, boyu kısaysa eğiliyorum; tam iletişim kurma haline geçmek için hazırlanıyorum… Düşünün ki bir insan size bakmıyor, tüm bedeni ile bir başkasına dönük, konuşuyor. Yani bir değil iki değil, kaç defa cevap verirsiniz ki ense kökünden?
“Bunu hiç yapmıyorum” diyebilirsiniz ama kendinizi gözlemleyin. Yapıyorsunuz. Herkes yapıyor. Ben kendimi durdurmak için resmen dişlerimi sıkıyorum, bazen de kaçırıyorum. Yoksa ben de cevap vermek istiyorum; çocuğa soru sorulup da o cevap vermediğinde oluşan o tuhaf sessizlikten ben de hoşlanmıyorum. Ama övünerek söylüyorum ki, çoğu zaman susuyorum.
Emin olun, kimse çocuğunuzla konuşurken cevabın doğruluğu veya kalitesi ile ilgilenmiyor. Bir düşünsenize, aslında bana ne kaçıncı sınıfa gittiğinden, en çok hangi rengi sevdiğinden, arkadaşlarından. Anketör değilim ki ben, iletişim kurmak istiyorum.
2. Çocuğun tüm geleceğine karar vermek, kaygılanmak:
Ah, ya arkadaşlarından geri kalırsa! İlla birileri geri kalacak açıkçası, ayrıca ileri gidenlerin de sonu meçhul. Hem neymiş bu geri kalmak, notlar mı? Geri kalmanın tanımı kişinin kendisinde; gerinin ilerinin derslerle en ufak bir ilgisi yok.
O yüzden ben Ela’ya notları düşük diye geri kalmış demem. Bir gün sokakta kedileri tekmelerken, hırs küpüne dönüşmüş veya robotize olmuş görürsem derim. Çocukluğunu yaşayamamış, ödev delisi olmuşsa derim. Ben geçmişime bakıyorum da bütün derslerimden 100 almış olsam ne değişirdi hayatımda? Değişmem o fazla notları sokakta koşturmanın müthiş keyfine…
3. Biz dili kullanmak:
Her şeye “biz.” Biz bugün çişimizi yaptık, yemeğimizi yedik. Bizim şimdi uykumuz geldi teyzesi. Yaşıtından teyze kelimesi duymak istemiyor insan, cidden çok ürkütücü.
Başkasının hayatını yaşayan çocuğun kolu kanadı kırık kalıyor. Büyüdüklerinde bu kolsuz kanatsız çocuklar, kolsuz kanatsız yetişkinler oluyorlar. Bu sefer onlara ne yapacaklarını söyleyecek başkalarını arıyorlar. Kocaları/karıları olur, patronları olur, bir imam olur. Artık onları yutma görevini üstlenecek kim denk gelirse.
Çıkartın şu çocuğu, bırakın, salın. Siz de rahatlayacaksınız. Koskoca çocuk durur mu midede? Oh bir huzur, bir rahatlık. İkinize de bir özgüven, bir keyif gelecek.
Biz öyle yapıyoruz teyzesi.
Deniz Yazıcıoğlu