Çocukluk çok naif, çok kırılgan bir dönem… Başınızı biri okşasa, bir küçük hediye verse, parka götürse, sizi takdir etse, sizinle oyun oynasa o an sizi çok mutlu ediyor ama anlamlı ve derin bir iz bırakmıyor. Bu güzel anıların hayatınızda derin biz iz bırakması için ya sürekli olması ya da çok şaşırtıcı olması gerekiyor. Ama tam tersi biri size kızdığında, eleştirdiğinde ya da suçladığında, özellikle bunları sizi çok utandıracak bir şekilde yaptığında o utanç ömür boyu sizinle yaşıyor, varlığınıza siniyor, bir gölge gibi sizi takip ediyor.

Çocukken gelişebilmek, öğrenebilmek, büyüyebilmek için sonucunu hesap etmeden içgüdülerinizle hareket ediyorsunuz. İşte yetişkin dünyasında film tam da burada kopuyor. Sabırsız, anlayışsız, mükemmeliyetçi, öfkeli ya da safça sadece ne yaptığının farkında olmayan bir yetişkinin verdiği olumsuz ve kırıcı tepki, sadece birkaç yıldır dünyada olan ve hayatı yavaş yavaş keşfederken hatalar yapan sizi alt üst ediyor. Kendinizi savunamamanın, savunacak yeterli kelime bulamamanın ve hatta neye kızıldığını bile algılayamamanın çaresizliği ile azarlanırken başınız önde yerdeki taşlara bakabiliyorsunuz sadece. O an bunun gelecekteki etkisinin ne olacağını kestiremiyorsunuz elbette. Sisli bir çocukluk anısı sandığınız şey daha sonra hayatınızı kaplayan bir hüzne dönüşüyor, nereden çıktığını anlamak için çok uğraşacağınız, içinizi yakan, büyüdükçe derinlere daha çok gömülerek sizinle yaşayan ağır bir hüzne…

Yetişkinler birbirlerine asla yapamayacakları ya da söyleyemeyecekleri şeyleri olanca hoyratlığı ile kendi çocuklarına yapabiliyor ya da söyleyebiliyor. Kötü giden evliliklerinin, alamadıkları terfilerinin, veremedikleri kiloların ya da stresli iş hayatlarının öfkesiyle sanki mutsuzluklarının sorumlusu o çocukmuş gibi sözlü, fiziksel, duygusal şiddet boca ediliyor üstüne. Öfkeyle fırlatılan kelimeler, o küçük zihnin, kalbin, ruhun derinliklerinde bir yere saplanıyor ve başlıyor acı vermeye, canınızı yaksa da kanatsa da, kaybetmekten korktuğunuz için sıkı sıkı tuttuğunuz bir gülün dikeni gibi… Öfkenin sahibi anne ya da baba ise bu gül benzetmesi daha çok anlam kazanıyor. Çünkü özellikle anne ve babanız, çocukluğunuzun renkli, kokusu burnunuzda kalan, hep görmek istediğiniz gülleri, hoyratça sevgileri ve küçük kalbinize yaptıkları haksızlıklar da o gülün dikenleri. Bazen çocukluk dikenleri o kadar çok oluyor ki, “Neden aramıyorsun, niye bize hiç gelmiyorsun?” ya da “Ne söylesem ters cevap veriyorsun” cümleleri artık kalbinize yerleşen bu dikenlere takılıp size ulaşmıyor. Kısa şortu ya da çiçekli elbisesi içindeki o çaresiz çocuk şimdi hoyratlık sırası bende diyor sizden habersiz, sizin içinizde…

Bazen de trafikte, işyerinde, arkadaşınızla, çocuğunuzla, eşinizle yaptığınız bir konuşmada sarfedilen sözcükler gelip o dikenlere çarpıyor ve yaranızı tekrar kanatıyor. Ardından nereden çıktığını anlamadığınız her şeyi örten bir öfke bulutu kaplıyor her yeri. O kanayan yaranın acısının sebep olduğunu bilmeden, ardında derin bir pişmanlık bırakan bu öfke patlamasından sonra kendinizi yerdeki taşlara bakarken buluyorsunuz yine çaresizlikle, ne yapacağınızı bilemeyerek…

Bu öfke en çok çocuğunuza yöneldiğinde sizi pişman ediyor. Çevrenizdekiler, “Kendini suçlama, çocuk büyütmek zor, seninki de hiç rahat durmuyor” deyip normalleştirmeye, sizi suçluluk duygusundan kurtarmaya çalışsa da içinizde bir yerde bunun yanlış olduğunu biliyorsunuz. Bu döngüyü kırmazsanız çocuğunuzun dikenlerinin sizden çok daha fazla olacağını ve canının çok yanacağını içten içe biliyorsunuz. Bir şeyleri yanlış yapıyorum, doğrusunu öğrenmeliyim, iyileşmeliyim dediğiniz anda ilk rahatlamayı yaşıyorsunuz. Nasıl iyileşeceğinizi bulmaya çalışırken sayısız yöntem deniyorsunuz, bu arada varlığından haberdar olmadığınız bu kadar çok acı verici anınız olmasına şaşırıyorsunuz. Yoruluyorsunuz bazen pes etmeyi düşünüyorsunuz, iyileşemeyeceğim galiba deyip karamsarlığa kapılıyorsunuz. Ama kararlıysanız ve şanslıysanız, en sonunda size önce kendi çocukluğunuzu iyileştirmeniz gerektiğini öğreten, o dikenleri tek tek bulmanızı sağlayan, yerinden çıkarttığınızda pansuman yapan, zamanında kendi dikenlerini bulmayı ve iyileştirmeyi öğrenmiş hayat öğretmenleri çıkıyor karşınıza…

En büyük sır öğrenmeyi ve gelişmeyi seçmekte. Sonra da suçlayan, yargılayan kurban gömleğinden sıyrılmakta. Kendinize ve başka bir hayatın mümkün olduğuna inanarak, sabırla yolunuza devam ederseniz yaşayacağınız özgürlük hissi paha biçilmez.

Umutla ve sevgiyle yola devam…

Tuna Ural

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/cocukluk-dikenleri/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/cocukluk-dikenleri/" data-text="Çocukluk Dikenleri" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/cocukluk-dikenleri/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p><img decoding="async" class="wp-image-7140 alignleft" src="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2023/08/TunaUral-300x226.jpeg" alt="" width="192" height="145" srcset="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2023/08/TunaUral-300x226.jpeg 300w, https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2023/08/TunaUral.jpeg 342w" sizes="(max-width: 192px) 100vw, 192px" />1973 yılında memur bir baba ile ev kadını bir annenin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldim. Babamın tayinleri nedeni ile ilkokulu Ankara’da ortaokul ve liseyi İstanbul’da okudum. Aslında yazmaya ve edebiyata meraklı olmama rağmen dönemin popüler üniversite tercihi İktisat’ı kazanarak Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldum.</p> <p>Uzun yıllar telekomünikasyon, sigorta, inşaat, reklam gibi farklı sektörlerde satış – pazarlama alanında çalıştım. Hemen her beyaz yakalı gibi alanımla ilgili sayısız eğitim aldım. Kalite Yönetim Sistemleri ile ilgili Denetmenlik Sertifikası aldım. Hâlâ daha çok yoğun bir şekilde devam eden tiyatroya merakımdan dolayı Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde yaz dönemi tiyatro eğitimi aldım. Dijital pazarlamanın mesleğimle ilgili tamamlayıcı olacağını düşündüğüm için Yıldız Teknik Üniversitesi’nin Dijital Pazarlama Yönetimi Eğitimi’ne katıldım. Farklı dernek ve vakıflarda, sivil toplum örgütlerinde gönüllü olarak çalıştım, hâlâ çalışmaya devam ediyorum.</p> <p>Anne olmaya karar verdiğimde üniversiteden mezun olduğum günden beri aralıksız devam ettiğim iş hayatına ara verdim. Ancak oğlum doğduktan sonra bu kararın aslında kendini tanıma ve kendinle yüzleşme cesareti gerektirdiğini ve bir çocuk yetiştirmenin ne kadar büyük bir sorumluluk olduğunun farkına vardım. Oğluma hak ettiği gibi bir anne olabilmek için kendimde geliştirmem gereken yönler olduğunu ve önce kendi çocukluğumu büyütmem gerektiğini anlamam hayatımın dönüm noktası oldu. O günden sonra bireysel gelişim maratonum başladı diyebilirim. Önce çok kıymetli eğitmenlerden Anne Eğitim Seminerleri aldım. Daha sonra Theata Healing ile tanıştım, uygulayıcısı oldum, ileri seviye eğitimini aldım. Daha sonra Access Bars seansları aldım. Bunlar hayatımda yeterli olmasa da fark edilir değişiklikler yarattı, ta ki babamı kaybedene kadar. Babamı kaybettikten sonra bir karar aşamasındaydım ya değişip gelişmeye devam edecek ya da aldığım bütün eğitimlere ya da desteklere rağmen başımın üstünde duran kara bulut yokmuş gibi davranmaya devam edecektim. Bu dönemde, özellikle EFT’nin kullanıldığı travma çözümlemeye yönelik sayısız bireysel terapi aldım. Ancak yine de yeterli gelmeyip daha ne yapmalıyım diye düşünürken, profesyonel hayata geri dönme kararım sayesinde Nil ve Saim ile tanıştım. Bir tesadüf gibi gözükse de “Kader, gayrete âşıktır.” sözünün bir karşılığı olduğunu düşünüyorum ben bu buluşmanın. Ekiplerinin bir parçası olduktan sonra katıldığım ilk workshopta yaşadığım şaşkınlık dün gibi aklımda. Sonrası su gibi geçen, çok gözyaşı, çok kahkaha, ama bolca sevgi ve şefkatle dolu 14 eğitim ve Kuraldışı Akademi’den mezuniyetim&#8230;</p> <p>Bugün bu satırları yazmamı sağlayan yazılarımın Kuraldışı Dergi’de yayınlanması da benim kişisel tarihimde eşsiz bir yere sahip. Çünkü lise üniformamın içindeyken mutlulukla yazdığım kelimelerim hayat akıp giderken bir yerlerde kaybolmuştu. Ancak bu eğitimler sayesinde elime tekrar kalemi aldım, yazdım yazdım&#8230; Kelimelerimi tekrar bulduğum ve onlar aracılığı ile karşımdakilere dokunabildiğimi hissettiğim an, benim zafer anımdı. Bir egzersiz sonrasında yazdığım yazım “Sessizliğin Düşündürdükleri” de boynuma taktığım ışıl ışıl madalyonum.</p> <p>Hayatın aslında bir keder okyanusu değil deneyim kılavuzu olduğunu öğrenmenin hazzıyla öğrenmeye, gelişmeye, bütüne katkı olmaya devam…</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This