Kabak koyundaki Sultankamp’a ciple, gece vakti, dağ yollarından hoplaya zıplaya vardığımda, kemik ve kaslarım birbirinden ayrılmış, her biri bir tarafa dağılmış gibi hissediyordum. Neredeyse her yanı açık, tahta evime çekildiğimde önce kapıyı kilitlemek istedim ama kapının kilidi yoktu. Başta, şehir yaşamından gelen alışkanlıkla biraz tedirgin oldum; sonra bu tedirginlik yerini çabucak rahatlığa bıraktı. Kilit vurmayı gerektirecek bir güvenlik (güvensizlik) durumunun olmadığı düşüncesi, bedenimdeki tepkilerle birleşerek, içimi rahatlık hissiyle doldurdu. Çocukluğumda köyde kalırken de gündüzleri kapıların kilitlenmediğini hatırladım. Hatta kapıyı kilitlediğimde, Hediye ebem “Köylüne güvenmez gibi, Allah’a güvenmez gibi, ne o öyle kapıları kilitliyorsun Badem” derdi. Bu anı gülümsememi sağladı, kaslarım daha da gevşedi. Cibinlikli yer yatağıma baktım sevinçle. Yorgunluğun davet ettiği uykuya yer yatağımda dalacağım için pek mutlu oldum; yer yataklarına oldum olası bayılırım. Cibinliğimi yatağın kenarlarına iyice sıkıştırıp sırt üstü uzandım, derin bir nefes aldım; mis gibi doğa kokuyordu. Tam gözkapaklarım ağırlaşmaya başladı derken, arkadaki diğer kampın benim tahta evime en yakın bungalovunda çalan telefonla irkildim. Garip ve uyarıcı bir sesti. Neyse telefon açıldı: “Hey, hello mama-papa!” Aman ne ses; tiz, yüksek… Konuşma aralarında bolca efekt, kahkaha ve bağırış. Bekledim, telefon kapansın da sessizliğin göbeğinde huzurla uyuyabileyim diye; yok arkadaş, yarım saat geçti ama sohbet kıvamını ve sesini arttırarak, coştukça coştu. Sinirlerim köpürdükçe kızın sesi de yükseliyordu sanki. Öfkeyle kalktım; çantamın en altındaki kulak tıpalarımı arayıp buldum, homur homur söylenerek; tıpalı kulaklarımla cibinliğin içine girdim; tekrar cibinlik sıkıştırmaca; bir de bunun için sinirlendim. Etkisini bir parça yitiren sese rağmen rahat bir nefes alıp uyumaya çalıştım. Bir süre sonra kulaklarım rahatsız oldu; tıpaları çıkardım; “kabul” diye geçirdim içimden; o an arkadaki kampa gitmek, o kızı bulup konuşmak fikri çok zor geldiğinden, mevcut durumda rahatlayabilir miyim diye sordum kendime.

 

Kendini hiç gerginken ve bu durumdan kurtulmaya çalışırken gözlemledin mi sevgili okur? Hani kaslarını rahatlatmaya, sinirlerini gevşetmeye çalışırsın ama olmaz. “Gevşemeliyim” düşüncesi ve gevşeyememek, gerginliğinin yoğunluğunu daha da arttırır. Sen uğraştıkça gevşemek, bir hedefe, o an değil ileride gerçekleşecek bir amaca dönüşür. Dikkatini ana veremezsin çünkü o an, içinde bulunmak istemediğin bir durum söz konusudur; gerginlik. Birkaç dakika içinde gevşemeyi hedeflersin tabii bir şeyler değişince, düzelince. Bu durumda dikkatini geleceğe yönlendirip, içinde bulunduğun anı düşman ve tehdit olarak algılarsın; o anda kafan yapman gerekenlerle öyle meşgul olur ki bu yüzden daha da gerilir, strese girersin ve o andan, yani şimdiden uzaklaşırsın.

 

Başka bir yol yok mu? Var, olmaz olur mu? Gerginliği hissedip, o enerji akışının bedenindeki hareketini izlemek ve bu akışa izin vermek. Kulağa garip geliyor değil mi? “Ne yani, bir şey yapmadan, gergin gergin oturayım mı? Pöfff” dediğini duyar gibiyim. Denedin mi güzel arkadaşım? Belki bu yöntem o kadar çaba sarf ederek bir şey olmaya, bir duruma ermeye çabalamaktan daha çabuk sonuç almanı sağlayacak ve seni daha derinden etkileyecek. Yine de sen bilirsin kuzum. Eğer ikinci yola meylettiysen, “şu an ne oluyor” merceğiyle bakmaya başlıyorsun demektir. His bedenimin neresinde daha belirgin? Bedenim nasıl hissediyor? Nefesim şu an nasıl akıyor? Gerginliğini gözlemledikçe onun ardındaki düşünce kalıbınla ve o düşünce kalıbının doğurduğu duygularla tanışabilirsin. Bu gözlem seni, gerginlik içinde yolunu kaybetmiş ve gerginlik ile özdeşleştiği için başka seçeneklere kapanmış bir birey olma düşüncesinden farkındalığa taşıyabilir. Gerginliğin, kurtulmak, değiştirmek durumunda olduğun “kötü” bir kavram olmaktan çıkıp varlığınla, şimdiki anla, ruhunla, kendi içsel gerçeğinle temasa geçmeni, anın farkında olabilmeni ve uyanmanı sağlayan bir yol haline gelebilir. Değiştirmeye, düzeltmeye, şikâyet etmeye, suçlamaya, öfkelenip tepkisellik içinde büzülmeye, belki öfke ile geçici de olsa egoyu daha da şişirip beslemeye sarf edilen enerji, durumu olduğu gibi izlemeye, şahitlik etmeye, izin vermeye, kabullenmeye, şimdinin içindeki güçle bağlanmaya, kendi özünle temas kurmana vesile olur. Uyanmaya hazırsan canım kardeşim, gerginliğin içinden bağlanabilirsin uyanıklık haline. Belki de “gergin, kötü” olanın mevcut durum değil, senin mevcut durum hakkındaki düşüncelerin olduğunu ve seni gerenin bu düşünceler -böyle söylememeli, davranmamalı, böyle yapmamalıyım, hayat böyle olmamalı vs.- olduğunu fark ediverirsin. Mevcut durumu samimice kabullenmek o durumla ilgili engin cevaplara ulaşmanı sağlar. Direndiğin hal, seni anın içindeki muhteşemlikten, mutluluktan, huzurdan, bütünün yaydığı ışıktan ve sonsuz seçenekten yoksun bırakırken, kabullenme o ışığın kaynağıyla olan bağını güçlendirir ve yaşamla iç içe, uyumlu bir akışa katar seni. Gerginlik yerine istediğin başka bir kavramı, durumu koyabilirsin canım okur. Ben deniyorum ve bazı denemelerimde genişliği, derinliği, huzuru ve dinginliği ucundan bucağından, şaşkınlıkla fark ediyorum. Hatta bazen gerginliğe veya mutsuzluğa verdiğim anlık cevaplar gayet basit olabiliyor: Sadece bir odadan çıkmak, su içmek, yüzümü yıkamak, acılı yiyeceği değiştirmek, bir an durup camdan dışarıyı seyredip nefeslenmek…

 

Gelelim benim ağaç eve ve cibinliğin altındaki Bade’ye: En son tıpaları çıkarıp, “kabul” demiştim duruma değil mi? Hatırladınız mı? Yo, yo o kız susmamıştı hâlâ coşkuyla konuşuyordu bunları içimden geçirirken. Ama onun sesinden başka gerçeklikleri de fark etmeye başladım. Bir an nasıl da her şey sadece o sinir bozucu telefon konuşmasından ve bunun bende yol açtığı mutsuzluk ve gerginlikten ibaretmiş gibi gelmişti bana. Meğer durum o kadar da ciddi değilmiş be arkadaşım. Bunu ölüm kalım meselesi haline getiren ve “şu an başka türlü olmalı” diye sızlanan düşüncelerim, beni daha geniş bütünsel gerçeklikten koparmıştı. Mesela mı? Odamın aralıklı tahtaları arasından gecenin içeri süzülen nefesi; taze çiçek, ağaç kokusu, rüzgârla sallanan ağaç dallarındaki yaprakların huşu dolu sesleri, tek tük köpek havlamaları. Ve dalga seslerini duyabiliyordum, dalga seslerini duyduğumu fark ettiğimde şaşkınlığım arttı. Dalga seslerini nasıl algılamamıştım? Hâlbuki sesler belirgin, yakın ve iyot kokuluydu. Sanki evim deniz kenarındaydı ve odam denizle doluydu. Tatlı derin bir uykuya dalmışım; telefonla konuşan kız hâlâ orada olsa da başka varoluşlar, muhteşemlikler de beraberindeydi (hem onun hem benim.)

 

“Rahatsız” edici sesleri duymamak için kulaklarını tıkarken denize, dalga seslerine de kapandığını kabul edeceksin arkadaşım. Dalgalara binmek* ve o seste uyumak… Niyetin uyanmaksa dostum, kulağını yaşananlara açık tutsan iyi olur…

 

Not: Dalgalara binmek deyimi, yoga kampıma katılan, pamuk şekeri Ayşegül’ün, Ece Temelkuran’ın Düğümlere Üfleyen Kadınlar kitabından esinle, dalgalı bir Kabak koyu denizinde üç kadın oynaşırken ağzından çıkıveren, bizi kahkahalara boğan ve dilimize dolanan, “dalgalara binen kadınlar” cümlesinden kalmadır. Hatta kitapçıdan bu kitabı isterken az kalsın, “Ece Temelkuran”ın Dalgalara Binen Kadınlar kitabı var mı” diyecektim.

 

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/dalgalara-binen-kadin/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/dalgalara-binen-kadin/" data-text="Dalgalara Binen Kadın" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/dalgalara-binen-kadin/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>Temel ve orta seviye yoga hocalık eğitimini Cihangir Yoga’da  tamamladı.<a href="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/bade2.jpg"><img fetchpriority="high" decoding="async" class="alignright size-medium wp-image-3444" title="bade2" src="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/bade2-236x300.jpg" alt="" width="236" height="300" /></a><br /> Öğrencilerinden öğrenmeye ve içsel araştırmalarıyla eğitimine devam ediyor.</p> <p>Hissetmek, doğasını fark etmek, kabul etmek ve özgürce ifade edebilmek onun uygulaması. Nefes farkındalığı, meditasyon ve his araştırması derslerinin özü. Katılımcıların, güçlendiği, esnediği, köklendiği, yumuşadığı serilerden oluşuyor dersleri. Öğrencilerin, asanalara (yoga pozlarına) hem güvenli hem sınırlarını araştırarak girmelerine, kendilerine en uygun hal içinde kalmalarına ve çıkmalarına destek olurken kendilerine samimice yaklaşmalarına aracı oluyor.</p> <p>Godfrey Devereux, Svagito Liebermeister, Wayne Liquorman, Erich Schiffmann gibi isimler hem yoga anlayışını hem hayat anlayışını etkiledi, genişletti.</p> <p>Yazıyor, yazmaktan besleniyor. Yazmak onun için hem bir süreç hem sonuç. Çokça aslında kendine yazıyor. Kendine yazdıklarından, etrafına veriyor.</p> <p>Hayat onun için; araştırmak, keşfetmek, içinde olanı vermek, vermekten öğrenmek, sevmek.</p> <p>Diyor ki:</p> <p>Kuraldışı’nda katıldığım Yaşam Okulu eğitimleri hayatımı derinden etkiledi. Merdivenlerinde oturup kaldığım ve bir türlü gidemediğim o günden sonra hayatım; her an değişen, dönüşen, gelişen, kendimi arayışımla zenginleşen canlı bir organizmaya evrildi. Potansiyellerim bir bir ortaya çıkmaya başladı. Yaşamım yepyeni bir boyut kazandı.</p> <p>Bundan sonra ne olacağı meçhul. Yol nereye gider, beni nereye götürür bilinmez. Ve her şeyiyle yeniyi, geleni, olanı hevesle kucaklamayı deniyorum, mümkün olabildiğince, elimden geldiğince. Yaşamın ve kendi doğamın her haline EVET’i araştırıyorum.</p> <p>İçimdeki öz sizin içinizdeki özü selamlıyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This