Ambalajlı su fabrikası kurmak her babayiğidin harcı değildi bir zamanlar. Cebinde bir milyon lira olan her adamın açabildiği bir şey değildi daha doğrusu su fabrikaları. Bugün, gelinen durum maalesef bu…

Her konuda ahkâm kesen insanlardan olmak istemedim hiçbir zaman. Gel gör ki hayat beni bir şekilde “bilirkişi” konumuna soktu. Gördüğümü, yaşadığımı aklımın süzgecinden geçirip aktardım dilim döndüğünce. Ayarını kaçırmamaya dikkat ettim.

Bugünlerde gündemden düşmeyen ambalajlı su sektörü, tarımdan dahi bilgili olduğum bir alandır. 2000-2007 seneleri arasında, Ege’nin Madran Bölgesi’nde bir ambalajlı su fabrikası sahibi olduğumu düşünürsek, evet; sanırım şu damacana su mevzuu hakkında konuşabilirim rahatça.

1998’de temellerini attığımız, iki yıl sonra, 2000’de ancak açabildiğimiz Billur Madran’ı kurmak hiç de kolay olmamıştı. Yüksek maliyetli ve hayli teferruatlı bir süreç… Nazilli’de, Sinekçiler Çayırı’nda, içinde su olan araziler bulup sahiplerinden satın aldık önce. Tek bir arazinin fiyatı dört yüz elli beş yüz bin dolardı o zamanlar. Bu bedel, saf haliyle içinden su çıkan bir tarlaya ödenen para sadece… Bu tarlalardan birkaç tane alıp kaynakları isale hattında toplamanız, o hattı da bayi kamyonlarının rahatça girebileceği, yol üstü bir dolum tesisine indirmeniz gerekir.

Fabrika ile kaynak arasındaki mesafe ne kadar az ise, isale hattını; yani kaynak suyunu fabrikaya indiren boru hattını oluşturma maliyetiniz o kadar düşer. Bizim hattımız on yedi bin metre idi. On yedi bin metre boyunca toprak kazıldı; borular döşendi; boru hattının belli metrelerinde analiz yapılabilmesi için toplama havuzları; yani kaptajlar inşa edildi. Dolum tesisi inşaatı; tesiste su depolayacak devasa havuzlar; damacana yıkama makineleri; dolum makineleri; suyun debisine göre İl Özel İdare’ye ödenen yıllık kaynak suyu kullanım kirası; laboratuar oluşturma derken belirsiz bir maliyet ile doluma başlayabildik.

Kaynaklardan fabrikaya inen su, havuzlara alınır. Burada mor ışık altında temizlenir. Mikronluk filtrelerden geçer ve fabrika bünyesindeki laboratuarda, her sabah analizi yapılarak dolum ünitelerine aktarılır. Yıkanan, doluma giren, kapaklanıp kamyonlara yüklenen damacanalar en geç iki üç gün içinde evlere girmiş olur.

Sağlık Bakanlığı ve İl Sağlık Müdürlükleri bu işi çok ciddiye alıyordu. Hâlâ da öyledir. Neredeyse haftada bir yapılan habersiz denetimlerde havuzlardan numuneler alınır, o numuneler mühürlü şişeler ile Hıfzıssıhha’da analiz edilir. Tek bir olumsuz sonuçta bile fabrikanın mühürlenmesi, yani tüm yatırımlarınızın çöpe gitmesi riski vardır.

Sadece ruhsatını almak için bile sekiz ay boyunca Ankara’da, üç avukat bir yandan, ben bir yandan koşturduğumuz o su fabrikası; hayatımın en büyük işletmecilik başarısı sayılabilir.

1,2 sertliği, ideal mineral yapısı ile “Allah övmüş de yaratmış” denilen o su sayesinde, kısa zamanda Ege Bölge’sinin en fazla satış yapan ilk üç fabrikasından biri olmuştuk. Ege, Batı Akdeniz ve Güney Marmara Bölgeleri’nde hatırı sayılır pazar payı elde ettik. Fabrikayı sattığımız, “Domates biber yetiştireceğim ben artık” dediğim 2007 yılına kadar satış grafiğimiz hep arttı.

O yıllar boyunca, ambalajlı doğal kaynak suyu konusunda yüksek ihtisas yapmış kadar oldum. Almanya’da fuarlara katıldık, Kanada’da eğitim aldık, bilumum yerli yabancı yayını okuduk. Gezelim öğrenelim dedik, Türkiye’nin hemen bütün su fabrikalarını ziyaret ettik. Nestle’den Erikli’ye, Pınar Madran’dan Antalya Süral’e; Hamidiye’ye, Kestane’ye… Her yere gittik.

Konuyu iyice detaylandırıp gördüklerimi tek tek yazmasam, başım belaya girmese daha iyi sanki. Derseniz ki, “Tamam, detaya girme ama en azından hangi markayı önerirsin?” Bakın onu yazabilirim işte.

Damacana suda benim “Top 5 listem” şu şekilde olur:

1) Pınar Madran
2) Nestle Pure Life
3) Erikli
4) Gümüş
5) Billur Madran

Ambalajlı Doğal Kaynak Suyu sektörü neden bozuldu peki? Kurnazlıktan…

Bütün su fabrikalarının debileri ruhsatlarında yazar. Mesela Billur Madran’da; yani bizim fabrikamızda debi X idi. Bunun anlamı şu: Fabrikaya ait olan su kaynaklarından, saniyede toplam X litre su akıyor.

Su bulanık gelir, tüm havuzları boşaltırsınız. Borulardan biri çıkar, bulup çözene kadar saatlerce fabrikaya tek damla su inmez. Afet olur, günlerce çeyrek debide akan suya razı olursunuz. Böyle böyle derken ruhsatta yazan saniyede X litre su akışı, çoğu zaman bir ütopya olur sizin için. Gerçek rakam bunun çok altındadır.

Yine de, haydi diyelim, biz borulama işini falan beceremedik; bu işi çok güzel beceren fabrikalar kaynaktan çıkan suyun her damlasını indirebiliyor havuzlara… O durumda bile senelik kaç damacana dolumu yapılabileceği, hesap makinesindeki üç basit çarpma işlemine bakar. Bakıyorsunuz, filan marka suyun debisi Y litre. Aşağı yukarı 60*60*24*365*Y litre su gelir senede ve bunu standart hacim olan 19’a bölerseniz o kadar damacana doldurabilir bu fabrika senede. Oysa bir bakıyorsunuz, tüm benzin istasyonları, kafeler, restoranlar, kantinler, askeriye, marketler, bayiler, plajlar bu marka ile dolup taşıyor. Üstelik sadece PET şişeleri görüyorsunuz siz. Bardaklar, galonlar, dönüşümlü 19 litrelik damacanalar diğer yanda satılmaya devam ediyor. E bu kadar su nereden geliyor?

Bu ülkede her işin bir açığı, her açığı da kurnazca kullanan birileri bulunur.

Seneler önce çıktım “Organik tarım sertifikası, hiçbir şeyin garantisi değildir. Sertifikaya bakmayın, üreticiyi tanıyın” dedim. Çünkü bakarsınız üreticinin sertifikasına, anlamazsınız da detayını, kırk tane portakal ağacı için alınmıştır mesela. Oysa tezgâhına bakarsanız, yılın üç yüz altmış beş günü portakal hiç eksik olmaz. Bir ağaç ortalama kırk kilo portakal verse yapar size bin altı yüz kilo… Sıfır zayiat ile satsa üç günde bitmesi gerekir. Bitmez… E kalan portakallar nereden geliyor?

Doğal kaynak suyu, artezyen kuyularından gelir; organik portakallar da Antalya Hali’nden… Nereden geleceklerdi başka?
Ne Antalya’nın, Finike’nin portakallarına kıran girdi, ne kuyular kurudu… Sağ eldeki sertifika ile sol eldeki portakal arasında miktar bağlantısı kuracak bir denetim yok. Kaynak debileri ile fabrika satışı arasında mantık kuracak bir Allah’ın kulu? Onu da henüz ben tanımadım.

REO (Reverse Osmosis) ünitesinden geçirilen artezyen suyu, kaynak suyuyla paçallanarak sınırsız dolum yapılabilir.

Damacana su alırken yazdığım markalardan şaşmayın. Kapaktaki hologramı her zaman gözünüzün önünde açtırın. Markalar arasında seçim yaparken size servis yapan bayiinin dükkânına, haline tavrına bakıp karar verin. “Vücudunuz günde bilmem ne kadar kalsiyuma ihtiyaç duymaktadır; biz, bronz madalyamız ile bu ihtiyacınızı karşılayacağız” gibi pazarlama saçmalıklarına aldanıp da 8-10 sertlikteki; tavuğa versek içmez denilen sulardan almayın. Su içerken beklentiniz damak tadınıza uygun olması, içim yumuşaklığı ve şişirmemesi olsun. Yarım litre suyu kafaya diktiğinizde bayıla bayıla hepsini bitirebiliyorsanız ve ardından şişkinlik yaşamıyorsanız, o su sizin suyunuzdur. 8 sertlikteki sudan alacağınız kalsiyumu bir çay kaşığı yoğurttan alın. Bırakın onun değerleri beri kalsın… Türkiye’nin en kaliteli kaynak suları Madran Bölgesi’nden ve Bursa’dan çıkar. Madran Bölgesi, sanayi tesisleri barındırmadığı için bir adım öndedir. Nihayetinde “kaynak suyu” dediğiniz şey, su yataklarında bekleyip topraktan süzülerek yüzeye çıkan yeraltı suyudur. Yerin üstünde ne kadar az sanayi tesisi varsa, o kadar yeğdir.

Ev tipi arıtma cihazları? Yazmaya bile değmez aslında. Almayın. Hani illa alacaksanız da dişinizi fırçaladıktan sonra ağzınızı çalkalamak için kullanın en fazla… Şehir şebekesindeki dandik suyu reçine ile filtre ederek tüm değerlerini öldüren, ütü suyu kıvamında bir şey çıkaran o makineleri, tekrar söylüyorum; almayın. Satışından prim alacağı için her köşede karşınıza çıkacak, hatta hiç üşenmeden evinize bile gelecek pazarlamacılara kanmayın. “Suyunuzu analiz edelim” derler, içtiğiniz suyu bir bardağa doldurup basit bir elektroliz cihazını içine daldırırlar ve içindeki tüm mineralleri dibe çöktürürler. Sarımsı, bulanık bir şey çöker haliyle ve potansiyel müşterinin “A ne pis bir suymuş içtiğimiz” diyerek cihazlarını satın almasını hedeflerler.

Damacanalardaki BPA? Buna da kulak asmayın. Bir damacana dolusu suyu içerek vücudunuza aldığınız BPA miktarı, sıradan bir günde Bağdat Caddesi’nde beş dakika yürürken aldığınız BPA miktarının binde biri falandır.

Doğru düzgün bir markanın doğal kaynak suyunu tercih edin. Doya doya için. Yarasın, şifa olsun herkese.

Bir de tüyo vereyim: Damacana ne kadar az doluma girmişse, yani ne kadar yeni iste o kadar iyi… Su bayileri arasında kıran kırana rekabet var şu dönemde, tek bir müşteriyi bile kaybetmek istemezler. Sipariş verirken “Bana yepyeni damacana getirin, yoksa geri gönderirim” diyen; bayi çalışanları arasında “gıcık müşteri” diye anılanlardan biri olun. Her seferinde yepyeni, pırıl pırıl damacananız kapınıza gelir.

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/damacana-sular/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/damacana-sular/" data-text="Damacana Sular" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/damacana-sular/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>1997 yılında, çok sevdiği Ege’ye yerleşiyor Pınar Kaftancıoğlu. Önce Kuşadası’nda geçen birkaç yıl, ardından Aydın-Nazilli’de bir doğal kaynak suyu fabrikasını işletme, kızının doğumu, işlerin stresinden bunalıp fabrikayı devretme derken otuzlu yaşlarının sonunda emekliliğini ilan ediyor!</p> <p>Nazilli’de anadan kalma bakımsız araziyle birkaç zeytinliğini ıslah edip şu an yaşadığı çiftlik evini inşa ettirmeye karar veriyor. Komşuların yardımıyla yaylalardaki irili ufaklı araziye çekidüzen veriyor. Tarlalar sürülüyor, köydeki ineklerin dışkılarıyla gübreleme yapılıyor, dağ köylerinden hediye gelen fidanlarla tohumlar ekilip dikiliyor.</p> <p>Ve tarlalarda ilk ürünler çıkmaya başlıyor.</p> <p>“Kızım, İpek artık Milupa’nın ‘organik’ etiketli kavanozlarına mahkûm değildi. Kahvaltı masamızda hepsine isim koyduğum ineklerin sütleri ve o sütlerden yaptırdığım peynirler vardı. Ekmeği marketten almıyor, kendi fırınımda yapıyordum. Yumurtalar bahçenin sağından solundan, çoğu zaman da tavuklarımın folluğa çevirdiği ayakkabılıktan toplanıyordu. Zeytinden ve zeytinyağından bol şeyimiz yoktu. Bahçenin orasında burasında kendiliğinden yetişen otların her birinin bir adı olduğunu ve neredeyse hepsinden enfes yemekler yapıldığını öğreniyordum. Yılladır marketten aldığım kırmızı şeylerin, gerçek bir domates ile alakası olmadığını anladım. Havuçlar, marullar, fasulyeler, börülceler&#8230;”</p> <p>İpek Hanım Çiftliği böyle kuruluyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This