Ben Bay Muhteşem… Size nasıl yaşam mimarı olduğumu anlatmak için buradayım.
Aslında çok uzun bir zaman Bay Fındıkkıran’ın esareti altında yaşadım. Bay Fındıkkıran duvar ustasıydı. Zor bir hayatı olduğunu söylerdi ama hayatı kendine zorlaştıran da oydu aslında. Yetenekleri olmasına rağmen onları görmezden gelirdi. Kendine yeterince sevgi ve saygı göstermezdi. Dışarıdan bakıldığı zaman bu pek hissedilmezdi ancak onu yakından tanıyanlar mutsuzluğunu ve savruluşlarını anlarlardı.
Ben Bay Fındıkkıran’ın yanına küçük yaşta çırak olarak girdim. Annem Babam mı götürdü yoksa ben mi duvarcı olmak istiyordum inanın hatırlamıyorum.
Duvarcılık o zamanın moda mesleklerindendi. Tüm aileler çocuklarının duvarcılık becerileriyle övünür, onların ne kalın duvarlar ördüklerini anlatır dururlardı. Hatta bununla ilgili bir söz bile vardı: “iyi kaşar Kars’tan, iyi duvar harçtan çıkar”.
Bay Fındıkkıran bana nasıl duvar ustası olunacağını çok iyi öğretti. Hiç unutmam, aynen şöyle derdi:
“Duvarları çabuk ör, araya insan nefesi girmesin, meret öyle bir şeydir ki harcı bile eritir. Duvarları kalın ör ki sana adam desinler.” Çocukluğum bu sözleri duyarak geçti.
Günlerden bir gün yine hararetle duvar örerken, yanıma iki yabancı yaklaştı. İkisi birden ne yaptığımı sordular. Kendimden emin cevapladım:
– Duvar örüyorum.
– Neden?
– Neden mi? Benim işim bu! Bay Fındıkkıran bana bu işi öğretti. Devamlı duvar örmem lazım. Benim dünyaya geliş amacım bu!
İki yabancı bir ağızdan bana seslendi…
– Duvar örüyorsun ama niçin? Bir ev mi yapıyorsun?
– Hayır
– Bir kulübe mi, mabet mi, okul mu? Üstünde çatı, girişinde bir kapı, içinde yaşam olmayan bir şey için neden duvar örüyorsun?
– Bana öyle yapmam söylendi.
– Kim tarafından?
– Bay Fındıkkıran. Yılların duvar ustası… Siz ondan daha mı iyi bileceksiniz benim neden duvar ördüğümü? Hem siz kimsiniz ki benim hayatıma, yaptığım işe karışıyorsunuz!
– Biz Bay Fındıkkıran’ın peşinde olan iki bilge yaşam koruyucusuyuz. Bay Fındıkkıran kendini duvar ustası olarak tanıtsa da aslında bir suçlu. Kendisini ve başkalarını, en çok da çocukları anlamsızca duvar örmeye teşvik eden ama en büyük duvarı da onların hayal gücüne ören biri. Bugün sana kendi iradenle Bay Fındıkkıran’la yüzleşip ondan ayrılma zamanının geldiğini söylemen için buradayız.
– Peki, ona ne olacak? Onu yüz üstü bırakmış olmayacak mıyım?
İki bilgeden mavi gözlü olanı söze girdi:
– Her koyun kendi bacağından asılır.
Saçı az olan ifadeyi biraz yumuşattı:
– Yani Bay Fındıkkıran’ı düşünme, hayat ona da ne mucizeler getirir kim bilir!
Elimdeki harcı, malayı ve tuğlayı yere bıraktım. Birden arkama dönüp baktım. Yemyeşil bir parktaydım. Sonu uçsuz bucaksız binlerce duvar örmüştüm… Hiçbir yere varmayan, hiçbir şeye yaramayan binlerce anlamsız duvar!
Ben donakalmışken mavi gözlü söz aldı:
– Haydi duvar ustası, zaman geldi!
Anlamadığım için saçı az olanın yüzüne baktım…
– Yani Bay Fındıkkıran’la artık yüzleş ve vedalaş diyor.
O anda hayatımın dönüm noktasında olduğumun farkına vardım. Bay Fındıkkıran’ı, yıllarca farkında olmadan, bir küfe gibi benliğimde taşımıştım. Artık yaşamımın geri kalanını onunla duvar örerek sürdüremezdim. Derin bir nefes aldım ve gereğini yaptım… Bay Fındıkkıran’la yüzleştim, onunla vedalaştım.
Artık duvar örmek yerine hayat pencereleri açıyorum.
Evet, ben Bay Muhteşem, artık kendi yaşamımın mimarıyım!
Fındıkkıranlar her yerde. Bazen yanımızda, bazen çevremizde, en çok da içimizde.
Bize neleri yapıp yapamayacağımızı onlar söylüyor ve bunu yaparken de bizi dinleme zahmetine hiç katlanmıyorlar. Kıyas yapıyorlar, engel koyuyorlar, güvenimizi zedeliyorlar. En çok da iletişimimizi kopartıyorlar… Kendimizle ve başkalarıyla kurduğumuz iletişimi. Her başkaldırı denememizde zincirlere asılıp bizi çekiyorlar. Durmadan duvar örmemiz gerektiğini haykırıyorlar.
Haydi ayağa kalkın. Daha güçlü bir direnişe hazır olun. Benliğinizdeki güce hiçbir zincir karşı duramaz. Hatırlayın; kendi hayatı, kendi ajandası olan, duvarları yıkıp yerine pencereler açan bir dünya hepimizin hakkı!
Sedat Davutoğlu