Beli bükülmüş yaşlı bir teyze çadırlardan birine yaklaşıp, elindeki poşetten çıkardığı ekmekle bir paket cipsi uzatıyor gençlere; dudakları kıpır kıpır, dişsiz ağzı güleç. Erikle dut da toplamış ama evde unutmuş, getirmemiş, öyle üzülmüş ki sesi titriyor anlatırken. İzlerken bu videoyu boğazımdan bir hıçkırık koptu, ağladım. Bu nasıl bir sevgidir!

Hissetmemek mümkün mü uyanışı, duygu uyanışını? Üzüntü, öfke, acı, neşe, coşku, sevecenlik, paylaşım, duyarlılık, hassasiyet, cömertlik… Gezi’ye şahit olup da; bir köşesinden olsun geçip de bu duygular cümbüşüyle temasa geçmemek mümkün mü? Kalpler birbirine doğru atıyor, birbirinden besleniyor. Donukluk, hissizlik altındaki tohumlar bir bir çatlıyor, filize duruyor.

Gezili günlerden bir gün, parkta çimler, ağaçlar altında oturuyoruz, nasıl kalabalığız ama. Dip dibe, kıç kıça. Tanımadığımız bedenlere bacağımız, kolumuz, sırtımız değiyor. Halimizden de pek memnunuz, daha da sokulasımız var hani birbirimize. Ara sıra “Zıpla zıpla, zıplamayan…” diye bağırıyor biri; oturanlar fırlıyor yerinden, ayaktakiler pozisyon alıveriyor hemen; hep birlikte zıplamaya başlıyoruz, ardından tekrar oturup muhabbete devam, ağızlar kulaklarda, gözler ışıl ışıl, daha bir parlak cildimiz, ışıklı alınlarımız.

Gezi çakraları açıyor anlayacağın.

Tatlı bir konuşmanın ortasındayken, güleç yüzlü, tonton yaşlı bir amca yanımıza yaklaşıyor, elinde iki koca karton kutu. Kutunun birini uzatıyor: “Çocuklar size tatlı yaptırdım, taze taze yiyin” diyor. Teyzemiz de (eşinden bahsediyor) gelmek istemiş ama hastaymış, evde kalmaya zor ikna etmiş. Şen şakrak teşekkür ediyoruz öpüp tonton yanaklarını. “Aferin çocuklar, yanınızdayız” diyor ya, hepimiz ilk öğretmeninden yıldızlı pekiyi almış çocuklar gibi onurlanıp, şenleniyoruz.

Tatlıları güle oynaya, zıplaya şakalaşa etrafa dağıtmak, arkalardan el kaldıranlara yetiştirmek, ağzımıza sokuşturulanları yalanarak yemek, cebimize konulan bademlere tebessümle sevinmek… Ah be ne güzeliz biz böyle, ne çoğuz biz beraber ve bereketliyiz. Tek başına oyun evresini geçtik, paralel oyun evresini de; paylaşmanın, desteklenmenin ve desteklemenin, özgürce yaşamanın, ötekilemeden el ele verme oyununu oynayan ne tatlı çocuklarız, biz böyle olduğumuz gibi ne hoşuz. Hoşmuşuz. Hatırladık.

Gezi’de olmak gençleştirir, ruhu genişletir, büyütür, olgunlaştırır, özündeki güzelliğe vardırır.

Gezi’de bir gece revire gaz atıldı. Bizim bulunduğumuz yer bayağı geride olmasına rağmen, hepimiz etkilendik, maskelerimizi takıp ayaklandık. Bazıları “Sakin, sakin” diyerek ortalığı yatıştırdı. Gezi’ye giderken götürülmesi gereken en gerekli eşyalardan biri yanımda yok: deniz gözlüğü. Birisi çantasından siyah bir bere çıkarıp başıma geçirdi ve çeneme kadar çekti -ki tanımıyorum bu arkadaşı- gözlerimi yanmaktan korurmuş; ben gazdan iki gözüm iki çeşme yaşlar akıtırken. “Sen?” dedim. “Ben başımın çaresine bakarım” deyip kayboldu. “Revir için zincir!” diye bir ses duyduk, kalktık zincirin bir halkası olmaya. Elden ele tüm reviri taşıdık. Gaz etkisini yitirdi, şükür revir de taşındı, tütünleri sarmaya, dinlenmeye, bir şeyler içmeye oturduk. Ulaş (isimlerimizle yeni tanıştık ama bir süredir yan yana oturduğum gruptan bir arkadaş), beni bir süredir izlediğini, revirde ya da park mutfağında gönüllü çalışmamın çok faydalı olacağını anlatmaya başladı. Bir kalbim hızlandı sayın okuyucu, bir yüzüm ısındı. Bana ne yapacağımı söylüyor, aslında burada boş boş oturduğumu, kıçımı kaldırıp bir şeyler yapmam gerektiğini ima ediyor, beni yargılıyor… düşünce bombardımanında kaldım. Vıdıvıdı işte zihnimden kopup gelen, bilirsin belki sen de bu gevezelikleri.

“Ben böyle iyiyim ve burada olmam da yeter!” diye kestirip attım, önüme dönüp dıştan sessizleşip içten  bağırmalarıma devam ettim. Bir süre kös kös oturduktan sonra, kalbim kırık, kuru bir hoşça kal deyip kalktım. Tek başıma, sırtımda gezi çantam, virane olmuş bir iç alan, serseri serseri yürümeye daldım. Ve hâlâ içimden Ulaş’a söyleniyorum. Yani dostum görüyorsun işte, hangi ortamda olursa olsun bu insan yaratığı, içsel hikâyelerine kapılıyor. İnsan kendini, ilişki içindeyken tanır diye boşa dememiş, ilmimizi araştıranlar. Neyse, nereye olduğunu bilmeden öylece sürükleniyorum park içinde. “Ona ne canım, boş boş otururum ne olmuş!” içimden söylene söylene canavarımı azdırırken, kendimi Sivil İnisiyatif’in mutfak-kantin-yardım çadırında buluyorum. Ağzımdan “Gönüllüye ihtiyaç var mı?” cümlesi dökülürken, kulaklarım hayretle dinliyordu her bir kelimeyi inanamadan. Şaşırdın mı? Ben çok şaşırdım bilesin.
Gezi insana kendini kaybettiriyor, daha doğrusu aklını kaybettirip kendini canlandırıyor.

O gece sabaha, hatta öğlene dek, dur durak bilmeden diğer gönüllülerle çalıştım. Ah bir görsen bizi, belki de gördün, duydun, belki sen de oradaydın. Karınca, arı marı benzetmesi az kalır yanımızda. Oradan oraya gidip gelen, şakalaşan, gülen, “Tabaaaaak bittii, ekmek, çöp poşeti, şu suları gidere dökecek iki babayiğit lütfeeen….” sesleriyle cıvıldaşan, rengârenk, cins cins tipler. Park içine bir yaralı getirilince hep bir ağızdan “Doktoooor, doktooooor” haykırışları.

Ah! Gün ışırken ağaçların dalları arasından usul usul, yağmur serpiştiriyordu. Öyle yavaş yavaş, tatlı tatlı. Sabahla beraber çadırın önüne çorba, ev yemeği, yiyecek-içecek getirenler birikmeye başlıyordu. Sıcak ev yemeği girsinmiş midemize, hep kuru kuru olmazmış. Kim ne getirebildiyse, yağan yağmura aldırmadan nazikçe ve sabırla önlerindeki diğer destek getirenleri bekleyip, sıra gelince mahcup mahcup elimize getirdiklerini tutuşturuyorlardı. Bir de getirdiğini veren kaşla göz arasında yok oluyor, utangaçça sevgisini desteğini anlatıp, sanki ayıp etmiş gibi. İhtiyaç listesine göz atıp “Şimdi alıp geliyorum çocuklar” diyerek tabana kuvvet gidenler cabası. Ne dersin, neylersin bu yürekler karşısında ki? Bir bilsen halimizi, kabaran yüreklerimizi. Belki de biliyorsun, sen miydin o simitleri getiren, belki komşun, evladın. Yanımdaki oğlan belki sendin ya da bir tanıdığın. Ne fark eder, işte hepsi sendin, bendim, bizdik yahu. Evde, uzakta, işte, hastanede, okulda, yollarda akıp gelen, buluşan… Bizdik.

Öğlene doğru eve giderken Ulaş ile karşılaştım. Beni görünce kollarını kocaman açtı iki yanına. Kollarından daha büyük bir gülümseme ile günebakan çiçeği gibi yüzünü  bana dönmüştü. Sarıldık sıcacık, içten, dost dost. Yaşadıklarımı anlattım; gönüllü çalışmanın ruhumu nasıl aydınlattığını, gönlümün genişlemesini, her hücremin canla dolduğunu hissettiğimi, sevincimi ve teşekkür ettim bana yol gösterdiği için. Nasıl sevindi bir görsen. Bir daha bir daha sarıldık. Gezi bana neler öğretti, neler yaptırdı, yargılarıma, savunmalarıma, sarıldığım hikâyelerime nasıl bir daha baktırdı görüyor musun? Günebakan Ulaş’ı bir daha görür müyüm bilmem ama can cana dokundu, karıştı bir kere ki bu daha başlangıç, her an gibi.

Nasıl da acıkmışız dokunmaya, dokunulmaya, sevmeye, şefkate, paylaşmaya, birleşmeye biz. Nasıl da hazırmışız bir olmaya. Hasretlik ne çokmuş be canım, samimiyetle, ötekilemeden, hassasiyet ve sevgiyle kucaklaşmaya.

Çoktan kazanmıştır Gezi’ye çıkan kalpler. Kazandık ve devam ediyoruz yürümeye kol kola, yolumuz taşlı, engebeli belki. Karanlık gölgeler var sağında, orasında burasında. Döndürmeye çalışıyorlar belki. Ama bilmiyorlar mı bunlar kuzum, kana enjekte olmuştur artık özgürlük-cesaret-güven-sevgi, bağlasan durmaz.

Bazen tek başına gittiğim oldu parka. Hiç yalnız kalmadım ama biliyor musun? Biliyorsun elbet bilmez misin sen de oradaydın, biliyorum. Bu çılgın, coşkulu, heyecanlı, güçlü, yaratıcı insanların içinde bambaşka bir rahatlıkla, özgürlükle, cesaretle sarmalanıyordum, ki beni tanıyorsan biraz bilirsin, hafif çekingenimdir, bazen utangaçlık bile yaparım. Hatta asosyale bağlayıp kendi dünyama kapanabilirim her an. Beni bile baştan çıkardı bu diriliş. Bazen gidip bir ağaç altında, olmadı tanımadığım birilerinin çadırı önündeki minderlerde uyudum, bazen kendi kendimle ama etrafımdakilerle iç içe kitabımı okuyup, yazıp, elma dişleyip sessizleştim. Hatta Fatma ile gecelediğim bir günün sabahında, saat beş gibi yoga yaptım -o saatte alkışlar eşliğinde, o da ayrı macera- Farklı yaşam biçimlerinden kopup gelen belki önceden ötelediğim, uzak kaldığım, fark etmediğim insanlarla tanıştım, muhabbet ettim, haz aldım beraber olmaktan. Yürüdüm, alkışladım, zıpladım, dans ettim, ağladım, kızdım, bağırdım, bol bol güldüm ağzım yorulana dek. Meğer ne çok arkadaşım varmış be arkadaş. Meğer ne çabuk ve ne güzel arkadaş olabiliyormuşuz biz. Meğer ne güzel çocuklarmışız yahu.
Alanlarda koşturan sağlıkçılar, her türlü hizmeti canla başla gönülle verenler, günler gecelerce fikren-bedenen-ruhen çalışanlar, bu uyanışa gönlü açık olanlara, uyum sağlayanlara, bana, sana ne çok şey öğrettiler. Birliğin hissini, birbirimize sarılmaktan doğan gücümüzü, beraber çok güzel olduğumuzu, ayrıldıkça değil birleştikçe var olduğumuzu, beraber anlayışla, açıklıkla büyüyebileceğimizi, olgunlaştığımızı, güzelleştiğimizi, baştan ayağa aşkla boyandığımızı ve bu aşkın nasıl da bulaşıcı hem de çok çabuk bulaştığını öğrettiler.

Hiçbir tekniğin veremediğini verdi bu canlar, yaşananlar gönlümüze. En büyük gücü bu birleşmenin, kendiliğinden akan, gürül gürül çağlayan, hesapsız kitapsız toplanan, büyüyen, samimiyetle hareket eden ve barışçıl, merhametli, sevecen, özgür, cesur tavrı ve tutumuydu. Kalbimi aldı, büyüttü biraz daha bana verirken. Ben de kalbimi gönüllü ortaya koydum. Daha doğrusu o beni hiç dinlemeden uçuverdi açılana. Yayıldı, karıştı, eridi daha büyük bir oluşun kalbinde.

Ve tüm bunlar olurken bazıları sevişenlere, öpüşenlere, eğlenenlere, gülenlere, kendi ritminde kendine göre eyleme geçenlere taktı kafayı. Demokrasiye tahammülü olmayan, özgürlüğü gazla, kimyasal suyla, fişleyerek, şiddetle boğacağını sanan, gözaltına alırken kadınları taciz eden, diktatör, insafsız, ayrıştıran, yalan söyleyen, bazı duyguları rahat rahat sömüren, tecavüz edenleri salan zihniyete, Maraş-Çorum-Sivas-Uludere/Roboski-Reyhanlı-Lice’de olanlara; zulme, kalpsizliğe hiç ama hiç kafayı takmadığı kadar. Bunlar yazımın küçük bir paragrafı, çünkü barış ve özgürlüktür bu eylemden bahsederken dillerde olan ve yıllarca olacak olan. İşte bu kalıcıdır, her ne olursa olsun.

Gezi’den merhaba ki artık her yer Gezi, özgürlük, dayanışma, cesaret, şefkat, sevgi bize. Birleşerek kazandık ve kazanmaya devam ediyoruz.

Gezi’den yayılan esinti, memleketimin, evrenin her yanından ılık ılık akan uyanışın ten kokusunu getiriyor içime.

Başka bir dünya mümkünmüş be dostum.

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/gezi-cakralari-acar/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/gezi-cakralari-acar/" data-text="Gezi Çakraları Açar" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/gezi-cakralari-acar/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>Temel ve orta seviye yoga hocalık eğitimini Cihangir Yoga’da  tamamladı.<a href="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/bade2.jpg"><img fetchpriority="high" decoding="async" class="alignright size-medium wp-image-3444" title="bade2" src="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/bade2-236x300.jpg" alt="" width="236" height="300" /></a><br /> Öğrencilerinden öğrenmeye ve içsel araştırmalarıyla eğitimine devam ediyor.</p> <p>Hissetmek, doğasını fark etmek, kabul etmek ve özgürce ifade edebilmek onun uygulaması. Nefes farkındalığı, meditasyon ve his araştırması derslerinin özü. Katılımcıların, güçlendiği, esnediği, köklendiği, yumuşadığı serilerden oluşuyor dersleri. Öğrencilerin, asanalara (yoga pozlarına) hem güvenli hem sınırlarını araştırarak girmelerine, kendilerine en uygun hal içinde kalmalarına ve çıkmalarına destek olurken kendilerine samimice yaklaşmalarına aracı oluyor.</p> <p>Godfrey Devereux, Svagito Liebermeister, Wayne Liquorman, Erich Schiffmann gibi isimler hem yoga anlayışını hem hayat anlayışını etkiledi, genişletti.</p> <p>Yazıyor, yazmaktan besleniyor. Yazmak onun için hem bir süreç hem sonuç. Çokça aslında kendine yazıyor. Kendine yazdıklarından, etrafına veriyor.</p> <p>Hayat onun için; araştırmak, keşfetmek, içinde olanı vermek, vermekten öğrenmek, sevmek.</p> <p>Diyor ki:</p> <p>Kuraldışı’nda katıldığım Yaşam Okulu eğitimleri hayatımı derinden etkiledi. Merdivenlerinde oturup kaldığım ve bir türlü gidemediğim o günden sonra hayatım; her an değişen, dönüşen, gelişen, kendimi arayışımla zenginleşen canlı bir organizmaya evrildi. Potansiyellerim bir bir ortaya çıkmaya başladı. Yaşamım yepyeni bir boyut kazandı.</p> <p>Bundan sonra ne olacağı meçhul. Yol nereye gider, beni nereye götürür bilinmez. Ve her şeyiyle yeniyi, geleni, olanı hevesle kucaklamayı deniyorum, mümkün olabildiğince, elimden geldiğince. Yaşamın ve kendi doğamın her haline EVET’i araştırıyorum.</p> <p>İçimdeki öz sizin içinizdeki özü selamlıyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This