Sınır kapısındaki memur, “Uyandın mı peki?” diye sordu pasaportumu geri verirken. Arabanın yarıya kadar indirdiğim penceresinden uzattığım kolumu içeri çektim. Pasaportum ıslanmış. Yağmur, sanki gök delinmiş gibi yağıyor. Günlerdir, bir an bile soluk almadan bastırıyor da bastıyor sağanak!

“Uyandım inşallah” dedim onun asık esmer yüzüne tezat olsun diye kocaman gülümseyerek. “Malum önümde uzun bir yol var, bu yağmurda uyursam işim bitik.”

Hadi toz ol git, gibisinden baktı yüzüme. Paranı harcayacak başka iş bulamadın da mı kendini kurcalıyorsun?

Gaza bastım.

“Amerika Birleşik Devletlerine Hoş Geldiniz” dedi bir tabela.

Karanlık otoyola dalmadan, dönüp arkamda bıraktığım öteki ülkeye, Kanada’ya şöyle bir baktım. Bayrak el sallıyormuş gibi geldi.

“Yine gel Defne, hep misafirimiz ol!”

Gelirim komşu, gelirim. Öyle güzel bağrına bastın ki beni bu hafta sonu muhakkak yine gelirim.

Geçen hafta sonunu komşu Kanada’da, Awakening (Uyanış) adlı bir çalışmaya katılarak geçirdim. O yüzden soruyor işte sınır memuru uyandım mı diye.

Üç gün süren bu çalışmadan sonra uyandım mı sahiden?

Üç gün boyunca ormanlar içinde bir okulda, televizyon, telefon, internet, aile ve arkadaşlarımızdan uzak bir yaşam sürdük. Burnumuzun dibinde deprem olmuş, biz çıplak ayakla yağmur altında koşturuyorduk, fark etmedik. Hiç tanımadığımız koca bir grup insanla beraber uyuduk, yedik, içtik, ağladık, güldük ve evet beraberce uyandık!

Clear Mind adlı bir kişisel gelişim merkezi tarafından uygulanan Uyanış kursu, Kuraldışı Yaşam Okulu’nun yürüttüğü çalışmalara benzeyen bir kurs. İki psikologun rehberliğinde yapılan egzersizler sonucunda insanın kendini kısıtlayan davranış, inanış ve düşünce kalıplarını görmesini amaçlıyor. Egzersizler ilişki bazında yürütülüyor. Göz göze bakışmaktan tutun da, çocukluktan kalma acılı bir anının tiyatro olarak yeniden oynanmasına, oradan hücre bazındaki duygusal hafızanın nefesle uyandırılmasına kadar uzanıyor. Kimi egzersizlerde sizden bir kavga anında eşinize, annenize, babanıza, çocuğunuza söylediğiniz sözleri tekrarlamanızı istiyorlar, kimi egzersizlerde sol elinizi kullanarak hayat hikâyenizi yazmanızı…

Bütün bu çalışma ful kapasite yaşamamızı engelleyen kalıpları keşfetmek için. Çünkü bir maske var yüzümüzde ve bu maskenin ardından kurduğumuz ilişkiler sahici olmadıkları gibi, bize mutluluk da vaat edemiyor. Neden takıyoruz bu maskeyi peki? Istıraptan kaçmak için. Istırabın kaynağı ne? Korku, acı, şüphe… En çok da şüphe. İnsanın kendine dair duyduğu şüphe. Yeterince iyi, akıllı, sevilesi, değerli, önemli değilim şüphesi… Benim varlığım başkaları için bir şey ifade etmiyor korkusu…

Kendimize dair duyduğumuz şüpheler doğar doğmaz biçimlenmeye başlıyor. Ana babamızla kurduğumuz bağ şüphelerin niteliğini ve niceliğini belirliyor. Çoğu zaman yedi kuşak atalarımızın şüpheleri de bize miras olarak geçiyor. Ve bir ömür bir yandan bu şüphelerimizi doğrulayacak kanıtları toplayarak, öte yandan onlarla yüzleşmemek için, sıkıntılarımızın sorumluluğunu hep bir ötekine atarak geçiyor.

Böyle bir şablon.

Bu şablona gözümüzün açıldığı an bence hayatımızın dönüştüğü an. Ben bu şablonu ilk defa yoga yaparken gördüm ve bütün hayatım değişti. Yoga kendi gerçeğimize uyanmak için kullanabileceğimiz araçlardan bir tanesi. Bu uyanışı tetiklemenin geleneksel veya modern pek çok farklı yolu var. Clear Mind’ın düzenlediği Uyanış kursu modern tekniklerle insanı dönüştürmeyi amaçlayan bir çalışma. Yoga geleneksel bir yol. İkisini beraber kullanmanın bir mahsuru yok. Bütün yollar aynı kapıyı açıyor neticede.

Ve o kapının ardında karşımıza çıkan dünya başka bir dünya!

Uyanış anı çok önemli bir an insan hayatında. Ve dünya yüzünde ne kadar çok insanın gözü bu şablona açılırsa, ıstırap o kadar azalacak. Bu son cümlemin kulağa ne kadar iddialı gelebileceğinin farkındayım fakat ben bu hafta sonu bunun bir hayal, bir “niyet” değil, nesnel bir gerçeklik olduğunu anladım. Dünyanın kurtuluşu nehrin öte yanına geçmeyi başarabilen insanların sayısına bağlı.

Nehrin iki ayrı yakasında neler oluyor?

Uyanıştan Önceki Yakada (UÖY) yaşayan insanlar hayatta karşılaştıkları sıkıntılarla baş etmek için saldırı/suçlama yöntemini seçiyorlar. Istırabın sebebini hep kendilerinden dışarıda bir yerde arıyorlar. Onlara birileri hep bir şeyler yapıyor. Onların başına hep (dışarıdan bir yerden) bir şeyler geliyor. Dolayısıyla hayat, UÖY’de yaşayan insanların kendilerine dair duydukları şüphelerini doğrulayacak bir dolu kanıt sunmuş oluyor. UÖY’de yaşayan insanlar için evren dost canlısı bir yer değil.

Uyanıştan Sonraki Yakada (USY) yaşayan insanların da kendilerine dair duydukları şüpheleri var. Onlar da yeterince değerli/sevilesi/önemli/akıllı olduklarına inanmıyorlar. Onlar da çocuk olmuşlar ve aileleri ile kurdukları bağın niteliğine ve niceliğine göre kendi şüphelerini geliştirmişler. Fakat onlar bu şablona gözlerini açmış oldukları için hayatta karşılaştıkları acılı durumların yarattığı ıstırabın kendilerine dair duydukları şüphe ile ilgili olduğunun farkındalar. Dolayısıyla sıkıntı anında dışarıdaki birine saldırmak, birini suçlamak yerine, kendi şüphelerinden sıyrılarak olaya bakmaya çalışıyorlar. USY’de yaşayan insanlar için evren dost canlısı bir yer.

Diyelim ki benim kendime dair duyduğum şöyle bir şüphem var:
Ben yeterince sevilesi/değerli/başarılı/iyi  bir insan değilim. (Kimsenin sevgisine layık değilim.)
Bu şüpheyle yaşarken diyelim işten atıldım, ya da sevgilim beni terk etti, karım beni aldattı ya da daha acılı örneklerde babam tarafından dövüle dövüle büyüdüm ya da amcam bütün çocukluğum boyunca bana tecavüz etti.

Bütün bu acıları kendime dair duyduğum şüpheyi beslemek için kullanmış olabilirim. Yani derim ki yeterince sevilesi/değerli/başarılı/iyi bir insan değilim. Bu yüzden:

Patron beni kovdu.
Sevgilim terk etti.
Karım aldattı.
Babam dövdü.
Amcam tecavüz etti.

Ya da bütün bu acıların benim kendi öz şüphemden bağımsız olduğunu görebilirim. Bu da ancak kendime dair şüphelerimde yanıldığımı fark edebilirsem olabilir. Bütün bu acılar ben değersizim diye değil, yüzlerce başka faktörün bir araya gelmesiyle hayat buluyor. Amcasının tecavüzüne uğrayan çocuk, başına gelenlerden kendini sorumlu tutuyor. Ben daha iyi/başarılı/akıllı bir çocuk olsaydım, amcam bana böyle yapmazdı diyor. Oysa biz yetişkinler bakınca net bir şekilde görüyoruz ki çocuğun kendine dair şüphesinin olayla ilgisi yok. Amcanın tecavüzünün arkasında kim bilir neler yatıyor? Katman katman öz-şüphenin ıstırabıyla yüzleşmemek için başvurulan saldırı ve suçlama var orada da. Masum bir çocuğun hayatını sonuna kadar karatmış olsa da, bu bakış açısına göre aslında amca da masum. (Bizler için hazmetmesi en zor olan bölüm bu. Ama şimdi bu yazıda oraya girmeyeceğim.)

Tecavüze uğrayan çocuğun öz-şüphesinden yola çıkarak yürüttüğü aklın, gerçekten ne kadar uzak olduğunu ve esas olayla hiçbir bağlantısı bulunmadığını görüyoruz değil mi? İşte bu durum bizim başımıza gelen bütün ıstıraplı, sıkıntılı durumlar için geçerli. Bir erkek beni değil de bir başka kadını tercih ediyorsa, bunun sebebi benim değersizliğim, sevimsizliğim değil, onun ihtiyaçları, zevkleri, kendi hayatında gelmiş olduğu nokta. Ama ben bunu ancak ve ancak kendimin sevilesi ve değerli bir insan olduğuna inanırsam görebilirim.

Einstein’a sormuşlar.

“Sizce hayattaki en önemli soru nedir?”

“Evren dost canlısı bir sistem mi, yoksa değil mi? Her şeyin açıklaması bu sorunun cevabında gizli işte!” demiş.

Evrenin dost canlısı bir yer olduğuna inanman gerek öncelikle. Bütün mesele burada!

Başka türlüsü mümkün değil.

Böyle bir şey işte sayın memur uyanmak. Bana toz ol gibisinden bakan asık yüzünüzün benimle ilgili bir durum olmadığının farkındayım. Ben sadece sevilesi bir insan olduğum gerçeğine değil, sevginin ta kendisi olduğum bilincine uyandım.

Umarım siz de kendinizi benim sizi sevdiğim kadar seversiniz.

Günaydın hepinize!

 

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/gunaydin/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/gunaydin/" data-text="Günaydın!" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/gunaydin/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>İstanbul doğumlu yazar, Hatha Yoga öğrencisi ve eğitmeni, sosyolog, Prof. Macit Gökberk’in ilk torunu ve tanıdığı veya tanımadığı pek çok kişi için ilham kaynağı olan, kendini belli bir coğrafyaya ait hissetmeyen bir dünya vatandaşı. Defne Suman&#8217;ın, insan doğasına olan ilgisi ve insanın derinliklerini keşfetme ihtiyacı, onu, Boğaziçi Üniversitesi’nde Sosyoloji Bölümü&#8217;nde yüksek lisans eğitimini tamamlamaya kadar getirdi. Bir adım ötede Amerika&#8217;nın prestijli bir üniversitesinde doktora yapmak yatarken, o yeni bir yol seçerek akademisyenliği bırakıp yola çıktı. </p> <p>2003 yılından beri dört kıtada seyahat ederek Zhander Remete’nin rehberliğinde yoga öğreniyor ve öğretiyor. Atina, İstanbul ve Oregon’da soluklanıyor. Çocukluk yıllarından beri okuma ve yazma ile haşır neşir olan Defne on üç yaşından sonra yazılarını gözlerden uzak tutmaya karar verdi. Okur ile buluşması ise maneviyatın izinde iç dünyasını keşfettiği yıllarına denk gelir. Kendi deyimiyle “üzerine sinmiş tecrübelerin merceğinden bakıp da gördüğü insana, topluma, yaşama dair” yazıyor. En büyük ilham kaynağı sahici olana karşı duyduğu merak ve başlıca tatmin alanı da hakikati ifade etmenin insanları birbirine bağlayan eşsiz tabiatı.</p> <p>İlk kitabı <a href="https://www.kuraldisi.com/bookstore-yayin/roman/mavi-orman/" target="_blank">Mavi Orman</a> Şubat 2011’de Kuraldışı yayınevinden çıktı. Mavi Orman&#8217;ı, 2013&#8217;te ilk romanı <a href="https://www.kuraldisi.com/bookstore-yayin/roman/saklambac/" target="_blank">Saklambaç</a> izledi ve Yunanistan’da ve Türkiye’de aynı anda çıkacak olan yeni romanı Emanet Zaman ise tarihin bambaşka bir penceresinden, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarındaki İzmir’inden yine insana bakıyor, bütün sevinçleri, kederleri ve çaresizliği içinde insanı anlamaya çalışıyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This