Hikayelerimizin tutsaklığından kurtulmak için, kendi isteğimizle yarattığımız kozanın rahatlığından, yine kendi isteğimizle vazgeçmeye razı olmalıyız. Bir zamanlar, yaşlı ve bilge bir kadına soru soran genç kızın öyküsünü dinlemiştim.

“Nasıl kelebek olunur?” diye sordu kız. Yaşlı kadın, yüzünde kocaman gülümsemesiyle ona göz kırptı ve şöyle yanıt verdi: “Uçmayı o kadar çok istemelisin ki bu uğurda tırtıl olmaktan bile vazgeçebilmelisin.” Bazen, hikayelerimizin kabuklarını kırmak çok acı verir ve çok fazla zamanımızı alabilir. Ancak, onlardan kurtulduğumuz anda ruhumuzu özgürleştiririz, duygusal ve ruhsal özgürlüğümüzün tadını çıkartırız. Hikayelerimizden dışarıya adım atmanın ilk koşulu onları kayıtsız şartsız, her yönleriyle sevmek ve onlara saygı göstermektir. Onlar sayesinde kazandığımız deneyimlerin ve bunlardan çıkarılacak derslerin farkına varmalıyız. Sadece ama sadece bu dersleri içimize sindirdikten sonra onlarla barış yapabilir ve hayallerimizi gerçekleştirmek için yolumuza devam edebiliriz.

Kendimize duyduğumuz ebedi kinimiz beni hep şaşırtmıştır. Niçin yirmi, otuz yıl önce olmuş bir olay için hala kendimizi suçluyoruz? Niçin kendimizi geçmişimizdeki acılardan tamamen kurtulmaya layık görmüyoruz? Yıllarımı bu sorunun yanıtını bulmaya harcadım. Niçin kendimize karşı bu kadar acımasız oluyoruz? Kendilerini sürekli sabote eden insanlar gördüm. Hayatlarının en önemli ihtiyaçlarını kendilerinden çalan hırsızları ve ruhlarının gıdalarından kendilerini yoksun bırakan zalimleri gözlemledim. Acaba bir açıdan, sürekli kendimizi öldürmeye mi çalışıyoruz veya bütünümüzü olmasa bile, kötü ve karanlık bir yanımızı mı yok etmeye çalışıyoruz? En çok utanç duyduğumuz yönlerimizden mi kurtulmaya çalışıyoruz? Öz-suçlamanın ve öz-nefretin yıkıcılığı toplumun her köşesine yayılmış durumda ve şiddet, taciz, bağımlılık ve başarısızlık yaşamlarımıza sürekli sızıyor.

KENDİNİ BAĞIŞLAMA

Kişisel gelişim konularında yıllar harcadım. Önce kendi üzerimde çalıştım, sonra da başkalarına yardımcı olmak için rehber oldum. İyileşmenin en temelinde öz-bağışlama (kişinin kendisini affetmesi) olması gerektiğini anladım. Bundan daha önemli ve gerekli hiçbir şey -gerçekten hiçbir şey- yoktur. Kendimizle barış yapmayıp, hikayelerimizin bazı yönleri yüzünden kendimizi bağışlamadığımız sürece kendimizi paralamak ve hayallerimizi baltalamak için geçmişimizi bahane etmeye devam edeceğiz. İnsan, doğası gereği kırılgandır ve zaafları vardır. Bunları huzurla kabullenip, iç mücadelelerimizi sevgiyle kucakladığımız anda öz-bağışlama gerçekleşir. Kendimizi bağışlamayı becerdiğimiz andan itibaren niçin olduğumuz gibi olduğumuzu, niçin inandığımız gibi inandığımızı ve niçin hissettiğimiz gibi hissettiğimizi anlarız.

The Game kitabının yazarı, arkadaşım Sarano Kelly şöyle der: “Anladığın zaman, değişimler başlayacaktır.” Hikayelerimiz için kendimizi kötü hissetmeye devam ettiğimiz ve hayatlarımızdaki yerlerini anlamak için tüm gücümüzü harcamadığımız sürece, onların duvarlarının arasında hapsoluruz. Ancak hikayelerimizi kabullenip, kendimizi tümüyle bağışlarsak, hikayelerimizin içinde saklı olan bilgelikleri ortaya çıkartabiliriz. Ancak o zaman, gölge inançlarımızın ve hikayelerimizin koyduğu sınırların dışına çıkıp, özgür yaşayabiliriz.

Share This