Mehtap’ın yüksek lisans diploma törenine geldim. Resmî, alışıldık bir açılış konuşması daha en baştan beni daraltmaya başladı. Bu tür ortamlarda bulunmayalı uzun zaman olmuş. Saygı duruşuna davet ediyorlar. Davet, içindeki mecburiyetin ucunu gizliden açığa vuruyor. Hüzünlü bir borazan sesi, ayağa kalkıp sessizce gözlerini karşılarındaki ekrana dikmiş insanlar arasında yayılıyor. Bir kız çocuğu önümdeki sırada şaşkın şaşkın etrafına, büyüklerine bakıyor. Onun gözünün arkasına geçiyorum: Hepsi çok ciddi. Sıkıcı, hareketsiz ve galiba biraz da sertler. Halbuki arkadaşlarımla şarkı söylerken oynarken biz neşeli, istekli ve canlıyız. Büyükler oyun oynamıyor. Bu başka bir şey, büyükler başka bir şey yapıyor… Önüne dönüyor sessizce.

Ben sıkıldığını hissediyorum dudaklarını büküp gözlerini devirmesinden ve orasını burasını pozdan poza sokmasından. Sessizliğe yayılan borazan sesine, mırıldanarak çocuksu sesiyle eşlik ediyor. Sağa sola hafifçe sallanıp saçlarını yumuşakça bir o yana bir bu yana sallıyor.

Ben de onunla mırıldanabilsem. Bedenimi koyversem ezgiye.

Ama herkes çok hareketsiz, çok mırıltısız, pıtırtısız ve sessiz. Resmiyet buz gibi esiyor salonda. Sahnede, projektörden yansıyan bayraklı tabutlar, askeri yürüyüşler. Anlık bir göz atıp hemen gözlerimi yere indiriyorum. Ezgi mırıldanma isteğini içime gömüp içime doğru suskunlaşıyorum. Gözlerimi kapatmak, ellerimi kalbimin önünde birleştirip sadece nefesimi duymak istiyorum. Ayaklarımı hissediyorum, ağırlığımı topuklara vermişim iyice, nasıl da ağrımışlar tüm bedeni tek başlarına taşımaktan.

Tadasanayı (dağ pozu) arıyorum bedenimde. Bir türlü bulamıyorum. Marş söylenmeye başlanıyor, ben susuyorum. Tadasana, neremdesin, neredesin? Gözlerim kendi kendine eğlenen kız çocuğuna gidiyor yine. Etrafına merakla bakarken kendine hemen koltuk kenarıyla bir alan açıveren kaygısız hallerine takılıyorum ve tadasanayı unutuyorum. Unutmak işime de geliyor. Çünkü kendimi ne bir dağ gibi toprağa köklenmiş yayılmış, ne de gökyüzüne doğru yükselip eteklerinde yaşamı tutarcasına canlı, ferah hissediyorum. Hiçbir şekilde bir dağ hissi yok içimde şu an. Ben de unutuveriyorum işte. Unuttuğumu da şimdi bu satırları yazarken fark ediyorum.

Bazen yoga uygulamamda da, eğer belli bir seriyi çalışıyorsam aynen böyle yapıyorum. Çok zorlandığım bir asana varsa hemen onu hızlıca alengirli bir yolla geçiştirip sıradaki diğer pozlara hooop. Kendimi teslim ettiğim bir hocam başımda olacak da ben o asanada kalabileceğim. Ne diyordum? Tadasanayı bırakıyorum, zaten ayaklarım da hiç yere basmıyor. Bırakmıyorlar ki şöyle ağız tadıyla dört bir yandan yayılayım yere, eşitçe dağıtayım ne varsa içimde dışımda.

Ve oturuyor herkes, oturuyorum ben de. Kız çocuğu ayakta. Konuşmalar başlıyor, resmi kıyafetler içinde resmi davranışlı insanlar. İçim sıkılıyor yine. Sahnede neler konuşuluyor hiç anlamıyorum. Algı kapakçıklarım kapanmış gibi. Kendimi biraz zorluyorum, yok, olmuyor. Bir türlü kulağıma giren sesler anlamlı bir hale çevrilip içime akamıyor. Sanki içerde çevirmeden sorumlu işlemci geçişe izin vermiyor. Aralarında bir arbede yaşanıyor ve bana sadece anlamsız gürültüler yansıyor. Oradaki çevirmenim bir türlü kelimeleri benim için anlamlı bir hale dönüştürüp içeri buyur etmiyor. Sesler yığını bana kalakalan.

Ön sıradaki kız çocuğu şimdi de koltuğu kaldırıp indirip arada saçlarını arkaya atıp kendince eğleniyor. Kimse ona “pişt” demiyor. Henüz. Az sonra annesi kolunu sıkıca çekecek, sıkılmış dişleri arasından “Yeter artık!” tıslayacak. Gözlerini kocaman açıp tehditkâr bir biçimde bakacak kızına. Şimdilik bunlardan habersiz eğleniyor kız çocuğu.

Ben susuyorum, yazıyorum. Salonda sessiz bir kontrol mekanizması ve sessiz ama çok güçlü emir cümleleri uçuşuyor. Şimdi ayağa kalk, şimdi alkışla, şimdi sus, şimdi marş söyle, şimdi git… Nasıl davranılması gerektiğini dikte eden, öğreten, ezberleten bir sistem kavramış salonu. Bu ezber zihnime işlemesin diye kız çocuğunun yüzünde oyalanıyor ve yazıyorum. Ben de onun gibi kendime bir alan açtım sayfamda kalemimle ve kendimce oyun kurdum kendime kelimeleri yan yana getirerek. İyi ki kelimeler, onları yazan bir el. Bir de en önemlisi o ele yazdıran.

Bu cümleler akarken defterime “Milyonlarca insan fişlenmiş ülkemizde” diyor lacivert takım elbiseli, bıyıklı, resmi bir kişilik; adını duyamadım ya da benim çevirmenlere takıldı ismi. İlgimi çekiyor cümle ve kulak kesiliveriyorum. Darbe, kısır siyasi çekişmeler, faili meçhuller, 1990’lı yıllar kayıp yıllar, Berlin duvarı… Derken nasıl olduysa konuşma ekonomiye, ülkenin ne kadar geliştiğine, ilerlediğine, her şey çok iyiye… geliveriyor. Yine kelimeler çevirmen engeline takılmaya başlıyor ve sesler sadece anlamsız gürültü olarak yayılıyor içime, uğultu sadece boğuk uğultu kulağımdan sızanlar.

Kendimi de duyamıyorum. Ya konuşanı dinlemeye çalışıyorum ya içsel konuşma yapıyorum. Parça parça ve parçalıyım. Parçalanıyorum sanki bu salonda. Her bir bölümüm ayrı yönlere çekiştiriyor bedenimi. Bu dağılma haliyle kalabilme olgunluğum onu inceleme sabrım yok şimdilik. İlgimi çekecek bir durum bulmalıyım, bulmalıyım…

“Mehtap’ın mezuniyet sevincini paylaşmak için buradayım. Mavi cübbeyi giyeceği; diplomasını alacağı; tokalaşıp fotoğraf çektirirken ışıldayıp gülümseyen yüzüne bakacağım ana odaklanayım” diyorum kendime ama nafile, nafile.

Hemen ilgimi çeken bir iki sıra önde bir bebek elindeki rengârenk yuvarlak bir oyuncaktan sarkan ipi çekip bızzz diye öttürüyor. Oyuncağın cafcaflı cazibesine dikkatim kayıyor. “Buldum, onu buldum” derken diploma alacakların adları okunmaya başlıyor. Acayip, coşkulu bir müzik veriyorlar salona. Sahneye çıkıyor mezuniyete hak kazananlar. İşte beklediğim an sonunda geldi. Beynimdeki çevirmenle mücadelem sonlandı. Ah be kız çocuğu, ah be bızzzzlı oyuncak… Siz orada olmasaydınız ben ne yapardım?

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/ilgi-bilgi-simdi/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/ilgi-bilgi-simdi/" data-text="İlgi, Bilgi, Şimdi" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/ilgi-bilgi-simdi/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>Temel ve orta seviye yoga hocalık eğitimini Cihangir Yoga’da  tamamladı.<a href="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/bade2.jpg"><img loading="lazy" decoding="async" class="alignright size-medium wp-image-3444" title="bade2" src="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/bade2-236x300.jpg" alt="" width="236" height="300" /></a><br /> Öğrencilerinden öğrenmeye ve içsel araştırmalarıyla eğitimine devam ediyor.</p> <p>Hissetmek, doğasını fark etmek, kabul etmek ve özgürce ifade edebilmek onun uygulaması. Nefes farkındalığı, meditasyon ve his araştırması derslerinin özü. Katılımcıların, güçlendiği, esnediği, köklendiği, yumuşadığı serilerden oluşuyor dersleri. Öğrencilerin, asanalara (yoga pozlarına) hem güvenli hem sınırlarını araştırarak girmelerine, kendilerine en uygun hal içinde kalmalarına ve çıkmalarına destek olurken kendilerine samimice yaklaşmalarına aracı oluyor.</p> <p>Godfrey Devereux, Svagito Liebermeister, Wayne Liquorman, Erich Schiffmann gibi isimler hem yoga anlayışını hem hayat anlayışını etkiledi, genişletti.</p> <p>Yazıyor, yazmaktan besleniyor. Yazmak onun için hem bir süreç hem sonuç. Çokça aslında kendine yazıyor. Kendine yazdıklarından, etrafına veriyor.</p> <p>Hayat onun için; araştırmak, keşfetmek, içinde olanı vermek, vermekten öğrenmek, sevmek.</p> <p>Diyor ki:</p> <p>Kuraldışı’nda katıldığım Yaşam Okulu eğitimleri hayatımı derinden etkiledi. Merdivenlerinde oturup kaldığım ve bir türlü gidemediğim o günden sonra hayatım; her an değişen, dönüşen, gelişen, kendimi arayışımla zenginleşen canlı bir organizmaya evrildi. Potansiyellerim bir bir ortaya çıkmaya başladı. Yaşamım yepyeni bir boyut kazandı.</p> <p>Bundan sonra ne olacağı meçhul. Yol nereye gider, beni nereye götürür bilinmez. Ve her şeyiyle yeniyi, geleni, olanı hevesle kucaklamayı deniyorum, mümkün olabildiğince, elimden geldiğince. Yaşamın ve kendi doğamın her haline EVET’i araştırıyorum.</p> <p>İçimdeki öz sizin içinizdeki özü selamlıyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This