İki gün önce hayatım yeni bir anlayışla aydınlandı. Bu insanlık için küçük, benim için büyük adımı dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım.

Ama önce özgeçmişimle ilgili kısa bir hatırlatmada bulunayım size: Elime Osho’nun Tarot kartlarını ilk defa aldığım 2002 yazından beri aslında sandığım kişi olmadığımı biliyorum ve esas benimi keşfetmek amacıyla, heves ve umutla, dünyanın dört bir ucunda, ruhumun en derin kuyularına inmeye çalışıyorum. Yıl 2013. Ben artık 2002 yılındakiyle tıpatıp aynı kişi değilim ama yine de benliğimde hâlâ o zamanki halimden epeyce şey barındırıyorum. İnsanın on bir yıl içinde hayatını, neşesini, potansiyelini kısıtlayan alışkanlıklarından, düşünce, davranış kalıplarından tamamen arınması mümkün değil. Benim gibi çok hevesli, mümkünse adını, soyadını, bedenini ve şahsi eşyalarıyla olan tüm ilişkilerini tek hamlede  dönüşüme feda edebilecek bir insan için bile kolay değil. Kaldı ki çoğumuz mutlu olmak istediği halde bunun karşılığında bir şeylerden vazgeçmemiz gerektiğini kabul edemiyoruz.

SAYFA-BOLUMU

Bu süreci kısaca şöyle özetleyebilirim: Bekâr gezdiğim ilk yıllarda “Çok değiştim” diye caka satarak, ciddi bir ilişkinin sularına adım attığım aradaki yıllarda “Ulan hiç mi değişmemişim yahu” diye ağlayarak ve son yıllarda henüz tam olarak tahlil edemediğim ama yumuşama, dengeyi bulma, kuralları yıkma, kendini ötekinin aynasında görebilme gibi çeşitli yetiler edinerek geçti, geçiyor. Belki iki gün önce attığım insanlık için küçük, benim için ise büyük olan o adım, bu on bir yıllık kendini arayış döneminin son demlerine değil de ortalarında bir yerlere denk gelseydi üzerinden atlar geçerdim. Bu sefer belli ki tam yerine denk gelmiş. Kendimi yepyeni bir insan gibi hissediyorum.

Ne mi oldu? Bir şey duydum. İlk defa duyduğum bir şey de değildi ya, işte jetonun şimdi düşeceği varmış.

Duyduğum şey şu:

Bir gazeteci Einstein’a soruyor, diyor ki “Sayın Einstein, sizce hayatta sorulacak en önemli soru nedir?” Einstein da gazeteciye cevaben diyor ki: “Kainat dost canlısı bir yer midir, yoksa değil midir? İşte bütün mesele burada.”

SAYFA-BOLUMU

İşte bütün mesele burada… Dedim ya ben bunu daha önce defalarca duymuştum. Bizim Clearmind Enstitüsü’nde aldığımız her derste bu Einstein referansı en az bir defa verilir. Ben iki gün öncesine kadar bu sözü, evrenin dost canlısı bir yer olduğuna inanırsak işimiz rast gider minvalinde algılayıp pek yüz vermiyordum. Secret filminden sonra başımıza sarılan çekim yasası, etkili olumlama -bu olumlama lâfı beni kahrediyor ayrıca, etkili ile yan yana gelince tebeşir kara tahtada ciklemiş gibi içim çekiliyor- gibi dalga geçtiğim New Age olaylara bağlıyordum. New Age’ciler de Einstein’ı kendilerine bağlamak istiyorlar ama adamın demek istediğinin bu olumlamalarla filan ilgisi yok bence. Biraz anlasam rölativite, kaos teorisi filan şimdi size üstadın  ne demek istemiş olacağı hakkında belki iki satır yazardım. Ama doğrusunu isterseniz ben Einstein’ın bu sözü ile ne demek istediğini bilmiyorum. Einstein ile matematiksel boyutta  bağlantı kurmamış kimsenin de anlayacağını zannetmiyorum. Yani bu bize çok basit görünen söze o öyle uzak ve derin bir yerden varmış ki, anladık diye ortalıkta dolanmak olmaz. Ayıp yani.

SAYFA-BOLUMU

Ben Einstein’ı çözemedim ama onun bu sözünü düşünürken birden kendimi anladım. Kainat diyelim ki dost canlısı bir yer. Bütün felaketleri, kıyımları, savaşları, kötülüğü unuttuk. Odağı, dünyanın bir ucunda patlak veren çok fena şeylere çevirmeye çalışarak evrenin dost canlısı tabiatını sabote etmeye çalışan zihnimizin o vıdı vıdıcı kanalını da kıstık. Kendi mikro evrenimize bakıyoruz.  Hemen şu anda içinde bulunduğumuz mekana bakıyoruz. Ne görüyoruz? Ben kalabalık bir kafedeyim. Dolayısıyla bir dolu insan görüyorum. Karşımda açık kitabının ortasına iphone’unu koymuş mesaj yazan bir sarışın kız var, yanımda kısa kıvırcık saçlı, gözlüklü çikolata renkli bir kadın, yandaki yuvarlak masada hepsi gözlüklü, hepsi erkek ve tahminin hepsi tıp öğrencisi bir grup önlerindeki Meydan Larus misali kitaplarına eğilmişler. Kahve hınca hınç dolu. Herkes ya kitabına ya bilgisayarına ya telefonuna ya da sohbete gömülmüş. Bir daha bakıyorum.

Bakıyorum ve ne görüyorum?

Tanımadığım bu insan kalabalığına bakarken dost canlısı bir ortam mı görüyorum sizce? Kalabalığa bakarken onları seviyor muyum? Onların beni sevdiğini düşünüyor muyum?

Tabi ki hayır.

SAYFA-BOLUMU

On bir yıllık kendimi keşif sürecim boyunca ara ara sisler içinden şöyle bir sivrilip çıkan, sonra hemen kendini kaybettiren bir gerçek var: Ben tanımadığım insanları sevmiyorum. Çoğunlukla ben tanımadığım insanlara sinir olmakla işe başlıyorum. Ruhuma dehşet titreşimleri yayan bir keşif bu. Çocukluğumdan beri böyleyim. Ama artık çocuk değilim. O çocuğun yaralarını sarmaya söz vermiş bir yetişkinim. Onu kötü, bencil, şımarık, yabani, acayip, sevimsiz gibi sıfatlarla yargılamak yerine neden tanımadığı insanlara karşı böyle bir tepki duyduğunu araştırıyorum. Çocuğun tanımadığı insanlardan korktuğu ortaya çıkıyor. Bir şey daha: Çocuk tanımadığı insanların kendisini sevmediğine inanıyor. Neden, nerede, kimin hangi davranışı sonucunda bu çocuk bu karara varmış, bunu bilmek mümkün değil. Sevgiyle büyütülmüş, eller üzerinde tutulmuş, üzerine titrenmiş bir çocuk çünkü. Kimsenin hatası değil. Olsa olsa bir yanlış anlama. Ama işte çocuklar yanlış anladıklarını bilmez, aksine kendileriyle ilgili bin bir kuşkuya kapılırlar. Siz biran bunalıp ofluyorsunuz, “Ay valla bıktım” diyorsunuz, o “Ben sevilesi bir çocuk değilim” anlıyor. Yanlış anladığı ile kalmıyor, kendisine dair geliştirdiği  bu kuşkuyu alıyor, bilincinin en derinlerine mutlak doğru olarak gömüyor, sonra da unutuyor.

Böyle böyle çoğu insan yetişkin hayatlarındaki mutsuzlukların, ilişkilerindeki tatminsizliklerin, kavga gürültünün çocukken bilinçlerinin derinlerine gömdükleri kuşkuların etkisi ile yaşadıklarını bilmeden hayatlarının sonuna gelip ölüyorlar. Şanslı azınlık bu kuşkuları gömüldükleri yerden çıkarıp, mutlak doğru anlayışlarını düzeltmeyi başarıyorlar.

SAYFA-BOLUMU

Tanımadığım insanları sevmiyorum. Çoğunluk onlara sinir oluyorum. Bunlar, benim sevilesi bir insan olduğuma dair duyduğum kuşkunun meyveleri. Böyle düşünüyorum çünkü aslında onların beni sevmediklerine inanıyorum. Benimki bir gard. İnsanların sizi sevmediğini, beğenmediğini, takdir etmediğini düşündüğünüzde doğal olarak özgüven kaybı yaşıyorsunuz. Ama sadece bu değil. İnsanlara daha çabuk kızıyorsunuz. Hatta zaten kızgın olarak başlıyorsunuz ilişkiye. Birisi otobüste kazara ayağınıza bastı diyelim. Gülümseyip de önemli değil diyemiyorsunuz. Adam (kadın) sizi sevmiyor çünkü. Siz ona baştan kızgınsınız. Ayağınıza değil bam telinize basmış oluyor. Sosyal sigorta dairesinde işiniz düştü bir memura. İşi ağırdan alıyor. Sizi sevmiyor da ondan. Muhtemelen o da sizinkine benzer kuşkular yüzünden tanımadığı insanları sevmiyor. Böylece karşılıklı kuşkuları tokuşturarak sevgisizliği, öfkeyi, tahammülsüzlüğü yeniden tekrar tekrar üretiyoruz.

Şimdi Einstein’ın hayatıma sağladığı ışığın altında etrafımdaki insanlara bir kez daha bakıyorum. Kainat dost canlısı bir yer. Bu insanların hepsi benim dostum. Tekrarlıyorum. Bu insanların hepsi benim dostum. Ben de onların dostuyum. Bu insanlar beni sevmiyor değiller. Tanımıyorlar. Tanıyınca sevecekler. Şimdi de bana karşı bir olumsuz tavırları yok.

Oh! Kainat dost canlısı bir yer mi bilmiyorum ama dostlarla dolu bir yer.

Kainata bir şey oluyor mu peki bu arada? Yok, o durduğu yerde duruyor. Ama kainatın değilse bile insanlarının dost canlısı olduğuna inanmak benim kendime dair duyduğum kuşkuyu dönüştürüyor. İşte o zaman Einstein kâinatın insanlık için uzak, benim için yakın bir ucundan bana göz kırpıyor!

 

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/kainat-dost-canlisi-bir-yer-midir/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/kainat-dost-canlisi-bir-yer-midir/" data-text="Kainat Dost Canlısı Bir Yer Midir?" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/kainat-dost-canlisi-bir-yer-midir/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>İstanbul doğumlu yazar, Hatha Yoga öğrencisi ve eğitmeni, sosyolog, Prof. Macit Gökberk’in ilk torunu ve tanıdığı veya tanımadığı pek çok kişi için ilham kaynağı olan, kendini belli bir coğrafyaya ait hissetmeyen bir dünya vatandaşı. Defne Suman&#8217;ın, insan doğasına olan ilgisi ve insanın derinliklerini keşfetme ihtiyacı, onu, Boğaziçi Üniversitesi’nde Sosyoloji Bölümü&#8217;nde yüksek lisans eğitimini tamamlamaya kadar getirdi. Bir adım ötede Amerika&#8217;nın prestijli bir üniversitesinde doktora yapmak yatarken, o yeni bir yol seçerek akademisyenliği bırakıp yola çıktı. </p> <p>2003 yılından beri dört kıtada seyahat ederek Zhander Remete’nin rehberliğinde yoga öğreniyor ve öğretiyor. Atina, İstanbul ve Oregon’da soluklanıyor. Çocukluk yıllarından beri okuma ve yazma ile haşır neşir olan Defne on üç yaşından sonra yazılarını gözlerden uzak tutmaya karar verdi. Okur ile buluşması ise maneviyatın izinde iç dünyasını keşfettiği yıllarına denk gelir. Kendi deyimiyle “üzerine sinmiş tecrübelerin merceğinden bakıp da gördüğü insana, topluma, yaşama dair” yazıyor. En büyük ilham kaynağı sahici olana karşı duyduğu merak ve başlıca tatmin alanı da hakikati ifade etmenin insanları birbirine bağlayan eşsiz tabiatı.</p> <p>İlk kitabı <a href="https://www.kuraldisi.com/bookstore-yayin/roman/mavi-orman/" target="_blank">Mavi Orman</a> Şubat 2011’de Kuraldışı yayınevinden çıktı. Mavi Orman&#8217;ı, 2013&#8217;te ilk romanı <a href="https://www.kuraldisi.com/bookstore-yayin/roman/saklambac/" target="_blank">Saklambaç</a> izledi ve Yunanistan’da ve Türkiye’de aynı anda çıkacak olan yeni romanı Emanet Zaman ise tarihin bambaşka bir penceresinden, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarındaki İzmir’inden yine insana bakıyor, bütün sevinçleri, kederleri ve çaresizliği içinde insanı anlamaya çalışıyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This