Evrim tarihimizin büyük kısmında mevsimler boyunca bu döngülerin yavaş ve düzenli gelgitini de içeren gezegenin doğal ışık ve karanlık dalgalanmalarına bağlı kaldık ve onlarla senkronize olduk. Elektrik lambasının icadına rağmen, doğal ışık ve tam karanlık hâlâ sirkadiyen biyolojimiz üstünde en güçlü iki etkiyi yapan iki faktördür. Tersine çevrilmiş bir ışık düzenine maruz kalmamızın sonuçları muazzamdır ve biyolojimizin hemen her yönünü etkiler. Yine de çoğumuz, çoğu zaman ışığın ve karanlığın üstümüzde yaptığı derin etkiyi bilmeyiz. Keyifsizliğe, enerjimizin düşük olmasına, kaygı ve depresyon ataklarına boyun eğerek katlanırız çünkü, eh, modern hayat böyledir işte. İşler böyle yürüyordur. Ama ben bu masalı yutmuyorum.

Işığa maruz kalmamızın etkilerinin daha çok farkına varmaya başladıkça hayatımızın pek çok alanında rahatlayabiliriz. Mesela, özellikle akşam yemeğinden sonra canınız şeker mi çekiyor? Geceleri yapay ışık altında geç zamana kadar ayakta kalarak bedenimize yazın gündüz vakti olduğu sinyalini veririz. Bu sadece melatonin üretimini engellemekle kalmaz, yazın adapte olduğumuz gibi canımızın daha çok şeker istemesine de yol açar. Fakat belki de bu bölümden alınacak en iyi bilgi, parlak ışığa erken maruz kalmamanın da aynı etkiyi yapmasıdır. Bunu birkaç hafta kendi üstünüzde deneyin ve ışığa erken maruz kalmanın gün içinde şeker yeme isteğinizi etkileyip etkilemediğine bakın. Canı şeker çekmeyen azınlıktaki siz şanslılar da kendinizi ışığa maruz bıraktıktan sonra ruh halinizde veya enerji seviyenizde bir fark olup olmadığına bakın. “Bu sabah kendimi nasıl hissediyorum?” diye sorarak ve yanıtınız üstünde düşünerek bir farkındalık ve sezgi geliştirmeye başlayabilirsiniz. İkindi ortasındaki enerji düşüşleri kadar -bu durumu şeker ve kahveyle geçiştirmeye çalışan Jill gibi- her ikisi de sirkadiyen ritmin bozulmasıyla bağlantılı olan depresyon ve kaygıyı da fark etmek için daha donanımlı olacaksınız.

 

İster şekerli besinler tüketme arzumuzu bastırmaya, ister enerjimizi artırmaya, karnımızdaki yağlardan kurtulmaya, ruh halimizi veya sağlığımızı düzeltmeye ve hayatımızı “rahatlatmaya” çalışıyor olalım, önce uykuyla başlamamız gerekiyor. Uyku ve ışık/karanlık döngülerinizin daha çok farkında oldukça, bununla uyumlu olarak daha iyi beslendiğinizi ve fiziksel egzersiz seviyenizin arttığını da göreceksiniz. Çocukken belki karanlıktan korkuyorduk. Yetişkin olduğumuzda da karanlıktan korkarız ama farklı bir sebeple: yazın uyku modeline takılıp kalarak, birilerinin Instagram’daki paylaşımımızı beğendiğini gösteren dopamin salgılayan ışığın olmamasından korkarız. Kaçırmaktan korkarız ama bu korku bedenimize sağlıksız davranmamıza yol açar. Şimdi durup gece karanlığına ve gündüz ışığına tekrar alışma ve ışık ve karanlık doğal dengesinde olduğu zaman sağlık, uzun ömür ve duygular üstündeki pek çok faydasına kucak açma zamanı. Elimizden geldiğince gündüzlerimizi aydınlatmalı ve gecelerimizi karartmalıyız.

Share This