Sawubona!

 Güney Afrika’da insanlara
 selam verirken kullanılır.
“Seni görüyorum, senin farkındayım” anlamına gelir.

Kendimizi başkalarında görmeyi başarabilirsek yaşam deneyimlerimiz kesinlikle daha zengin olacaktır. Daha sevecen, daha candan insanlar haline geliriz. Başkaları bizim aynamızdır. İnsanlara baktığımızda kendi yansımamızı görebilirsek kaçınılmaz surette iyi davranırız onlara.

İşte bu, ubuntudur.

Ubuntu kibarlıkla karıştırılmamalıdır ama. Kibarlık daha çok göstermeye çalıştığımız bir şeydir. Oysa ubuntu çok daha derindir. İnsanın özüne değer vermektir. Kendinden başlayarak her insanın özünde değerli olduğunu kabul etmektir.

Güney Afrika’da 1994’e kadar süren ırkçı apartheid rejimine karşı mücadeleye, siyah ve beyaz insanların tamamen ayrı yaşamlar sürmeye zorlandığı acımasız ırk ayrımına karşı mücadeleye rehberlik etti ubuntu. Apartheid karşıtı mücadele kesinlikle “beyaz karşıtı” mücadele değildi. Güney Afrika’da yaşayan insanların hepsinin insan olarak kabul edilmesi ve eşit muamele görmesi adına verilmiş bir mücadeleydi. Sıkıntılara, baskı ve zulme göğüs gerebilir, ubuntuyu özümseyip günlük hayatına uyarlarsan ayrımın, bölünmenin, her türlü anlaşmazlığın üstesinden gelmenin en güzel yolunu bulursun. Bu da Güney Afrika’nın dünyaya armağanıdır.

Büyüdüğüm ortamda birçok bilge insan olduğu için şükrediyorum. Annem, NontombiNaomi Tutu, bir barış aktivisti, feminist, konuşmacı ve şimdilerde rahiplik yapıyor. Ninem ve dedem apartheid rejiminin önde gelen karşıtlarıydı. Dedem ayrımcı sisteme karşı şiddet içermeyen mücadelesinden dolayı 1984’te Nobel Barış Ödülü’nü aldı. Ailemde konuşulanları, yaşananları, kahkahaları ve inançları sünger gibi çekmek, kendi yaşam yolculuğumda çok yardımcı oldu bana. Hayatı,başkalarına hizmete öncelik vererek yaşama biçimleri ubuntunun somut bir örneği.

SEN DE YOLCULUĞA KATIL

Güney Afrika’da yaşanan apartheid karşıtı mücadele, siyahların, renkli insanların sömürüye, baskı ve zulme verdiği yanıttı. Binlerce insan hayatını kaybetti. Uygulanan şiddet, ülkeyi alt üst etti; toparlanmak yıllar, uzun yıllar aldı. Ve nihayet ülkede yapılan ilk demokratik seçimlerle ülke biraz nefes aldı. Ne var ki, bugün bile apartheid etkisini üzerinden atmak için hâlâ uğraşıyor Güney Afrika.

Dedem 1984’te Nobel Barış Ödülü’nü almak için Norveç’e uçmuştu. Rahip olarak hem apartheid rejiminin yarattığı acıları ve eşitsizliği hem de adaletsizliklere karşı şiddet içermeyen yollarla mücadele edilebileceğini dünyaya anlatmaya kararlıydı. Irk ayrımı uygulamasının Güney Afrika’da nelere mal olduğunu herkesin bilmesini istiyordu.

Nobel komitesi, ödüle hak kazananların, Oslo Üniversitesi’nde yapılacak törene istedikleri kadar davetli çağırabileceğini bildirmişti. Dedem da bu teklifi ciddiye almış, yaklaşık elli kişiyi davet etmişti. Ailesi, akrabaları ve dünyanın her yerinden -Güney Afrika, Amerika, Lesotho ve İngiltere’den- birçok arkadaşını çağırmıştı. Bunlar dedemin hayatı boyunca tanıdığı ve yaşam yolculuğunu paylaştığı insanlardı.

O gece bomba ihbarı yapılmış, üniversite boşaltılmış. Nihayet tehlike geçip herkes törenin yapıldığı salonda yerini alınca, dedem sahneye doğru yürüyor ödülünü almak için. Bir ara durup kalabalığa bakıyor ve çok önemli bir şey geliyor aklına. Oradaki o insanların hepsinin sayesinde olmuştu bu ödül adaylığı. O anda net bir farkındalık yaşıyor: Hayatta ne yaptıysa, ne başardıysa hepsi başkalarının destek ve yardımıyla olmuştu.

Daha sonra kutlama zamanı gelmiş, herkes -Norveç Kralı dahi- salona dönmüş ancak müzisyenler gitmiş. O yüzden Güney Afrikalı misafirler sahneye geçerek şarkılar söylemiş ve bir kez daha varlıklarını hissettirmiş, iyi ki varsınız, dedirtmişler.

Bizi biz yapan diğer insanlardır. Bunu söyler ubuntu. Anne babamız var tabii bizi yetiştiren, büyüten. Fakat bunun da ötesinde yüzlerce insan var -binlerce olmasa da- bu insanlarla kurduğumuz kısa veya uzun ilişkiler var, zaman içinde bize hayatla ilgili bir şeyler öğreten, hayatı nasıl iyi ve güzel yaşayabileceğimizi gösteren… Anne ve babalarımızdan, bizi büyüten insanlardan yürümeyi, konuşmayı öğreniriz. Öğretmenlerimiz okumayı, yazmayı öğretir. Mentor tatmin edici bir iş bulmamıza yardım eder. Sevgili iyi ve kötü duygusal dersler verir. Kısacası bütün deneyimlerden öğreniriz. Her iletişim, her etkileşim bizi bulunduğumuz noktaya getirir.

Ancak Batı’da kendi başına bir yerlere geldiğini iddia etmenin gurur duyulacak bir şey olduğu öğretiliyor. Kendi çabalarıyla ünlü olduğunu, servet yaptığını düşünen ve aslında boşlukta hiçbir şey başarılamayacağı gerçeğini göz ardı eden insanlar alkışlanıyor, övgüler yağdırılıyor. Dahası rekabetin, yarışmanın bizi ileriye götüreceği, kendimizi gerçekleştirmemizi sağlayacağı öğretiliyor. Halbuki kendini başkalarının karşısına koymak sadece gereksiz, zarar verici kıyaslamalar ve kişiyi yiyip bitiren yetersizlik duygusu yaratmaktan başka bir işe yaramaz.

Kaç kez kıyasladınız kendi hayatınızı başkalarının hayatıyla ve kendinizi daha kötü durumda hissettiniz? Neye sahip olduğunuza bakmaksızın daha fazlasını istediniz? Daha büyük bir ev… Daha çok para… Daha çok iş, daha çok tatil.

İçimizde bir tatminsizlik, bir memnuniyetsizlik, alev alev yanıyoruz. Sosyal medyanın yayılması muazzam bir rol oynuyor bu alevin körüklenmesinde. Ne zaman Facebook’ta, Instagram’da dolaşsak büyük bir özenle sergilenen hayatlarına bakıyoruz insanların. Üzerinde düzeltme yapılmış, çekilirken güzel görünsün diye epey uğraşıldığı belli fotoğraflar çoğu. Kusursuz mekânlarda, kutlamalarda gülen yüzler, mutlu aileler, yeni bir iş, yeni bir mutfak, yeni bir ilişki haberi.

Arkadaşlarımızın yaşamında güzel şeyleri kutlamak harika bir şey fakat hiç tanımadığımız yüzlerce, bazen daha da fazla insanı, bizden daha zengin, daha mutlu, daha parlak yaşıyor görünen insanları takip edenler de az değil. Bunlar şahıs olarak tanımadığımız ancak sahip olmak istediklerimizi, kendimizi nasıl hissettiğimizi, hayallerimizi etkileyen insanlar. Alt metin şu: “Etkileyen” insan sıradan insandan daha iyidir.

Ubuntu bize bunun tersini öğretir ve yeryüzündeki her insanın kesinlikle eşit derecede değerli olduğunu, zira aslolanın insanlığımız olduğunu söyler. Kendimizi başkalarıyla kıyaslamak yerine başka insanların hayatımıza her gün kattıklarına değer vermemiz gerektiğini anlatır. Üstümüzde olumlu etkileri olan insanlar olabilir tabii ama şahsen ben sosyal medyayı kullanmıyorum artık. Etkileyenlere erişimi kısıtladım. Erişim sağladıklarım ise -podcastlar ile- izleyici veya dinleyicilerden para kazanmak yerine onlara anlamlı bir şeyler veren yayınlar. Bu yayınlarda ruhsal sağlık, iyi oluş, ilişkiler ve iş hayatı dahil çok çeşitli konularda mesajlar paylaşılıyor, röportajlar yapılıyor, öğütler veriliyor.

***

Biraz zaman ayırın ve bugüne kadar hayatınıza dokunan, sizi siz yapan, yaşamınızda size destek veren insanları düşünün. Anne, baba, arkadaşlar da olacak listede ama halkayı genişletmeye çalışın. Belki de düşündüğünüzden çok daha fazla insan aklınıza gelecek. Arabanızı tamir ettiği için hafta sonu tatil yapma şansı bulduğunuz tamirci. Birkaç kuruş eksik olduğuna bakmayıp yine de kahvenizi veren kahveci. Aceleniz olduğunu görüp trenden çıkarken size yol veren bir yolcu. Görünürde pek de anlamlı olmayan bu etkileşimler hayatta işlerinizin düzgün gitmesine yardımcı olur. Bu insanların yaptıkları günlük hayatınızda fark yaratmıştır. Aynı şekilde sizin yaptıklarınız da başkalarının hayatında fark yaratıyor.

Yardım ettiğiniz insanları düşünün. Bir liste daha yapın. Bu sefer de size danışan yakınlarınızı, sizden tavsiye isteyen arkadaşlarınızı sıralayın. İşini yapmasına yardımcı olduğunuz iş arkadaşınızı… Her gün yemeğini, bakımını yaparak büyüttüğünüz çocuğunuzu. Yaslanacak bir omuza ihtiyacı olan yakınınızı.

Hayat vermek ve almaktır aslında, fark edin. Almaktan çok vermek mi hoşunuza gidiyor veya tam tersi mi? Size kendinizi iyi hissettiren insana siz ne yaptınız? Ve bugün ya da yarın ne yapabilirsiniz?

***

Share This