Yumurta ve tavuk

Yazıla yazıla, konuşula konuşula artık üstü örtülemez hale geldi. Sonunda tavukların dioksin içeren yemler ile beslendiği, dioksinin hamilelikte plasentaya bile geçtiği anlaşıldı. Milyonlarca tavuk itlaf edildi.

Biz, PET şişelerdeki dioksin hesapları ile kafayı bozmuşken binlerce katını “Hamilesin, günde bir yumurta şart, haftada üç gün mutlaka beyaz et ye” önerilerine uyup karnımızdaki bebeğe geçirmişiz bile.

40 günde, 80 günde kesim ağırlığına ulaşsınlar diye zehirden farksız bu yemleri kullananlara, üretenlere nasıl bir ceza geleceğini merak ediyorum şimdi.

Viktor Yuşçenko’yu hatırlıyor musunuz? Hani seçimler sırasında zehirlenip de yüzü tanınmaz hale gelen Ukraynalı muhalefet lideri. Rus gizli servisi tarafından zehirlendiği yazıldı çizildi. Yuşçenko’yu zehirlemekte kullanılan madde neydi peki? Bildiniz: dioksin.

Ben Anadolu’nun köylerinde, hem de ciddi ciddi 1400 rakım üzerinde yaşayan insanların köylerinde bir adet yumurtayı toptanda 1 liranın tek kuruş altına alamaz iken 30’lu viyoller nasıl olup da üç beş kuruşa satılabiliyordu?

Anadolu’da kuş gribi furyası ile milyonlarca tavuğu öldürtüp tüketiciyi fenni yumurtalara mahkûm edenlere, gerçek yumurta fiyatının bu afakî rakamlara gelmesine sebep olanlara selam olsun!

MSG / Çin Tuzu / Lezzet Tuzu

Monosodyum Glutamat denen madde senelerdir biliniyor, yazılıyor, çiziliyor. Geçen sene de yazmıştım bu konuyu: Hiçbir Şeyde Eksi Tat Yok, Kırmızı Et Hariç diye… Kimse adamakıllı bir tepki göstermediği için de bugün hâlâ pek çok baharatlı üründe, dev et firmalarında, restoranlarda, pizzacılarda, aklınıza gelen gelmeyen hemen her yerde çatır çatır kullanılıyor. Depolarında çuval çuval MSG bulunduran oteller, ithalatçısından aracısız alım yapan restoranlar var artık, iş bu kadar ilerledi.

Kimse demiyor ki “Bu nasıl iştir? Buna neden izin veriliyor?” Egzamanın, alerjinin, Alzheimerın, Parkinsonun, envai çeşit kanserin tetikleyicisi bu madde sırf bizler yedikçe yiyelim, daha çok tüketelim, daha çok satın alalım, birileri cebini daha çok doldursun diye satılıyor. Çoluk çocuk obez oluyoruz, karnımızdaki cenin bile etkileniyor, hayatı boyunca alerjiden, egzamadan kurtulamıyor, hayatı boyunca her şeye alerji geliştiriyor, olsun varsın… Yeter ki sistem işlesin.

Köy köpeksiz kalmaya devam ettikçe, değneksiz gezmeye devam edecek birileri de…

Borakslı gofret

Genç kızlığımdan beri sevdiğim o çıtır çıtır dondurma külahının aslında bir temizlik maddesi olan boraks ile çıtırdatıldığını, bu maddenin waffle ve gofretlerde kullanıldığını öğreniyorum öğrenmesine de, buna kimin izin verdiğini, kullanım oranlarının nasıl belirlendiğini kim öğrenebiliyor? Tek bir dondurma külahının genç bir bedenin arıtamayacağı kadar kimyasal içerdiğini, bu kimyasalın ciddi sağlık sorunları doğuracağını neden kimse öngörmüyor? Neden kimse benim çocuklarıma, benim torunuma acımıyor? Neden vicdanları yok? Anlamak çok zor, imkânsız…

Beyaz leblebi nasıl o kadar beyaz?

E 171 her yerde var. Bebeğinize sabun tozu alıyorsunuz, içinde var. Hassas ciltler için deterjan alıyorsunuz, içinde var. Diş macunu, kabartma tozu, beyaz leblebi… Elinize geçen, aklınıza gelen, bembeyaz olan hemen her şeyde var. UCLA araştırmaları başta olmak üzere pek çok araştırma bu maddenin DNA’yı değiştirebilecek, hücre bölünmesini etkileyebilecek, kansere sebep olacak güçte olduğunu söylüyor. İlk tepkiyi karaciğer veriyor. 25 kiloluk çuvalının fiyatı 12 lira. Kredi kartınızla hemen şimdi internetten satın alabilirsiniz. Kullanımı bu kadar “kontrollü.”

Peroksitli incir

Nazilli’nin tam göbeğinde olduğum için kuru incir konusunu sık sık yazarım. Hidrojen peroksit ile kurutulan incirleri ne zaman yazsam birileri fena halde rahatsız olur. Sen misin anlatan! En son birkaç ay önce yazmıştım da (İncir ve Üzüm Tanrıların Meyvesi Şeytanın Yöntemi) yazdıktan iki hafta sonra beş sayfalık bir ihtar gelmişti pek saygın bir kurumdan. “Bu kadının yazdıkları gerçek değil, bizim incirimiz misler gibidir, köylülerimiz gayet dürüstçe incir kurutmaktadır” temalı bir şeydi.

Geçtiğimiz hafta perşembe günü bu saygıdeğer kurum hidrojen peroksitin “P”sini bile duymamış (!) o dürüst (!) yetiştiricileri nedense Nazilli belediyesinin düğün salonunda topladı. Geçen sene gümrüklerden geri dönen 50 konteyner kuru incirin bu sene 80 konteynere yükselmiş olması ile alakası yoktu elbette toplantının…

Ancak önemli bir soru var: Gümrüklerden geri dönen bu 80 konteyner incir şimdi nerede? İmha mı edildi yoksa iç piyasada mı eritiliyor şu an, şu saniye? Yoksa bozuk incirden üzüm pekmezi yapabilen üstün nitelikli tüccarların depolarına mı dağıldı?

Asla yanıtlanmayacak bunlar. Çünkü bu pek saygıdeğer kurumlar bu işlere harcamaları gereken eforu muhtemelen bu hafta bana bir beş sayfalık kınama daha yazmak için harcıyor olacaklar…

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/kgbnin-cinayet-silahi-yumurta/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/kgbnin-cinayet-silahi-yumurta/" data-text="Kgb’nin Cinayet Silahı: Yumurta!" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/kgbnin-cinayet-silahi-yumurta/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>1997 yılında, çok sevdiği Ege’ye yerleşiyor Pınar Kaftancıoğlu. Önce Kuşadası’nda geçen birkaç yıl, ardından Aydın-Nazilli’de bir doğal kaynak suyu fabrikasını işletme, kızının doğumu, işlerin stresinden bunalıp fabrikayı devretme derken otuzlu yaşlarının sonunda emekliliğini ilan ediyor!</p> <p>Nazilli’de anadan kalma bakımsız araziyle birkaç zeytinliğini ıslah edip şu an yaşadığı çiftlik evini inşa ettirmeye karar veriyor. Komşuların yardımıyla yaylalardaki irili ufaklı araziye çekidüzen veriyor. Tarlalar sürülüyor, köydeki ineklerin dışkılarıyla gübreleme yapılıyor, dağ köylerinden hediye gelen fidanlarla tohumlar ekilip dikiliyor.</p> <p>Ve tarlalarda ilk ürünler çıkmaya başlıyor.</p> <p>“Kızım, İpek artık Milupa’nın ‘organik’ etiketli kavanozlarına mahkûm değildi. Kahvaltı masamızda hepsine isim koyduğum ineklerin sütleri ve o sütlerden yaptırdığım peynirler vardı. Ekmeği marketten almıyor, kendi fırınımda yapıyordum. Yumurtalar bahçenin sağından solundan, çoğu zaman da tavuklarımın folluğa çevirdiği ayakkabılıktan toplanıyordu. Zeytinden ve zeytinyağından bol şeyimiz yoktu. Bahçenin orasında burasında kendiliğinden yetişen otların her birinin bir adı olduğunu ve neredeyse hepsinden enfes yemekler yapıldığını öğreniyordum. Yılladır marketten aldığım kırmızı şeylerin, gerçek bir domates ile alakası olmadığını anladım. Havuçlar, marullar, fasulyeler, börülceler&#8230;”</p> <p>İpek Hanım Çiftliği böyle kuruluyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This