Korku karşısında sessiz kalmayı nasıl öğrendik? İsyan etmektense sessiz kalmanın daha akıllıca olduğunu çocukluktan beri biliyor gibiydik. Ben birileri beni otobüste ellediği, sokakta bana laf attığı, mağazada taciz ettiği zaman, şu ya da bu adam tarafından enikonu istismar edildiğim zaman yutkunup onurumu hiçe saymayı öğrendim. Her zaman, çok fazla ses çıkarırsam intikamla karşı karşıya kalacağımdan korktum. Sahici olmaktan çok başkalarının beni nasıl gördüğüne önem verdim. İstismara uğramış her kadın bunu doğrulayacaktır. Biz sessiz kalırız, çünkü konuşursak kınanmaktan ve işleri daha da kötüleştirmekten korkarız.

Toplumsal baskı ve zorbalık psişemizi yönetmekte ve günlük bazda uyguladığı yöntem olarak korkuyu kullanmaktadır. Bizler ne kadar sessiz ve itaatkâr olduğumuza göre kademelendiriliriz. Ne kadar sessiz, o kadar yüksek kademede… Bunlar herkesi, erkekleri bile birer harabeye çeviren ataerkil kültürün mirasıdır. Toksik bir sistemin doğası gereğidir. Herkes bu sistemin pençelerinden nasibini alır.

Korkuya kapıldığımızda ve korkunun meyvesi olan sessizliğe büründüğümüzde kendimizi sevmekten uzaklaşırız. Kendini sevmenin belirleyici özelliklerinden biri iç dünyamızı suçlama ya da utanç olmadan onurlandırmak ve özgürce ifade etmektir. Sahiciliğimizin sesini sürekli olarak bastırmanın sonucu ıstırap ve sürekli büyüyen bir kopukluktur. Gerçek deneyimlerimizi öteye iterek ve görmezden gelerek, bu deneyimlerin hiç yaşanmamış olduğuna dair illüzyonu desteklemiş oluruz. Bu kopma bizi geçici olarak rahatlatsa da zamanla anbean yaşadığımız deneyimlerle bağlantıyı kaybetmemize neden olur. Kopma ne kadar büyükse içerideki bağlantısızlık ve hizasızlık da o kadar büyüktür. Bir süre sonra söylediklerimiz, düşündüklerimiz ve yaptıklarımızla irtibatımız ciddi derecede azalarak bizi endişeli ve kaybolmuş bir hale sokar.

Oyunu güvenli şekilde, göze batmadan oynayarak toplumun manipülasyonlarına boyun eğdiğimizde ataerki gücünü korur. Toplum baskısının panzehiri sessizliği bozmaya cüret etmektir. Kendi düşüncelerimizi bastırmakta ve yadsımakta herhangi bir asalet yoktur. Böyle bir baskılamanın hiç kimseye hiçbir faydası yoktur; tek yaptığı ataerkinin baskınlığını pekiştirmek ve yaşatmaktır.

Yetişkinliğimde erkeklerle kurduğum ilişkilerin çoğunda korku içinde oldum. Kariyerinde cesur ve cüretkâr olan ben kişisel ilişkilerimde tam tersiydim. Sahteydim ve silikleştirilmeme sessiz kalıyordum. Tam anlamıyla uyanmam yıllarımı aldı. Birbiri ardına gelen aşağılanmalar, baskılar ve içimdeki gerçekliği sürekli olarak inkâr etmem sayesinde içimdeki baskı arttıkça artıyordu. Her şey yolundaymış gibi davrandım. Ta ki daha fazla rol yapamadığım gün gelene dek… O gün her şey paramparça oldu.

Radikal bir uyanışı anlatan bu kitabı yazabiliyorum, çünkü kızgın kömürle kaplı o yolu kendim yürüdüm. O kadar uzun zaman kendime yabancı yaşadım ki sisin dışına çıkmak için ne yapmak gerektiğini görebiliyorum. Hedefim acıya çok fazla odaklanmadan kadınlara acıyı güce çevirmenin mümkün olduğunu göstermektir.

Kendi doğrumuzu derinlere gömmenin kendimize savaş açmak anlamına geldiğini görmek istemiyoruz, ama öyle. Bunun farkına varmadığımız sürece kendimize bunu yapmayı sürdüreceğiz. Huzuru bozmamak adına toksikliğe izin verdiğimizde aslında savaşı kalıcı hale getiriyoruz. Sahiciliğin olmadığı yerde gerçek huzur yoktur. Kalıcı huzur ancak insanın kendini ve yaşam deneyimlerini dürüstçe kabul etmesiyle ortaya çıkar.

Kendimizi ifade ederek ve eylemlerimizi seçerek deneyimlerimize sahip çıktığımızda kendimizi sevebiliriz. Hislerimizi ve içimizde olanları her onurlandırışımız kendimizi sevişimizdir. Toplumun ifade özgürlüğümüz üzerine koyduğu ambargoya isyan ederek kendimize ve birbirimize, duyulmak ve görülmek için alan açmış oluruz.

Dünyanın her yerinde kadınların, korkularıyla ve başarısızlıklarıyla, oldukları kişi olmanın nasıl hissettirdiğine dair kendi gerçeğini sahicilikle dile getirmeye başladığını hayal edin. Üzerimizden kalkacak ağırlığı düşünebiliyor musunuz? O durumda artık etrafta sinerek ve bunalarak dolaşıp sanki mükemmel hayatlar yaşıyor gibi davranmamıza gerek kalmazdı. Kendimizi ve birbirimizi özgürleştirmiş olurduk.

Bir kadın nelere katlandığını tüm çıplaklığıyla ortaya dökünce gömülmüş olduğu korkudan uzaklaşarak yeni bir duyguya -sevgiye- yaklaşır. Şöyle der: “Kendimi seviyorum. Sesimi duyurmaya değerim. Geçmişimin toplamından fazlasıyım. Kendi sesime güveniyorum.”

Bu kitapta kadınları korkudan sevgiye geçmeye davet ediyorum. Hikâyemizi anlattığımız, birilerini olanlara şahit kıldığımızda kendi içimizde bütünleşmeyi deneyimleriz ve çok geçmeden, içimizde daha önce olmayan bir tutarlılık ve bütünlük gelişmeye başlar. Bir kadın kendisi için sesini çıkarma cesaretini gösterince bu bir dalga etkisi yaparak güçlenmeleri ve özgürleşmeleri için diğer kadınların da önünü açar. O sahici bir yaşam sürmeye başlayınca diğerleri de aynısını yapmaya cesaret eder. Odağı kendi esenliğiyle ilgili korkularından, herkese yayılan sevgiye kayar. O, korkusunu bitirerek hem kendini hem kız kardeşlerini hem de kız evlatlarını sevmekte olduğunu bilir.

Baskı altında tutuluşumuza yaptığımız katkıları fark ettikçe, kendimizi ifade etmeye yönelik küçük adımlar atmaya başlayabiliriz. Bu zaman alabilir çünkü kendimizi, doğrularımızdan bahsederken duymaya alışık değiliz. Belki yakın bir arkadaş ile ya da bir anne figürüyle başlayabiliriz. Bunu yaptıkça, bilinçsiz ve pasif kurbanlar olmak yerine kim olduğumuzu bilinçli bir şekilde ortaya koymuş oluruz.

Toplumun bizi baskılama ve susturma biçimlerine dair farkındalığımız psişemizi daha iyi anlamamıza olanak verir. Bu farkındalık pasif değildir. İç dinamiklerimizin ve bu dinamikleri oluşturan koşullanmanın dikkatle incelenmesini gerektirir. Bu aktif yapısöküm ve ayırt etme süreci sayesinde farkındalık uyanışa dönüşür.

Bu sözleri okurken çekinceye kapılabilir ya da bunalabilirsiniz. Bir şekilde yetersiz hissedebilirsiniz. Böyle hissederseniz, ben size uyanışa giden mükemmel bir yol olmadığını söyleyerek bu duygularınızı yatıştırmak için buradayım. Konu bir yere varmak da değildir. Konu, sadece, sizin sizi ortaya çıkarmanızla -ki bu da bu sözlerin içinize nüfuz etmesine izin verdikçe kendiliğinden gerçekleşecektir- ilgilidir. Bu bilinçli yaşamanın yoludur. Normalde karanlık olan bir odanın ışığını açmaya benzer. Bu sözler sizin lambanızdır. Bu lambayı açtığınızda önceden karanlıkta kalmış şeyleri görmeye başlarsınız. Işık açılınca görürsünüz, yeni bilincinizin doğal sonucu budur.

Buradasınız. Bu çok büyük bir şey. Şimdi derin bir nefes alalım ve birlikte bir sonraki bölüme geçelim.

Share This