Yok, daha gelmedi.

İçimde dalgalar hırçınlaşmaya, yüreğimin duvarlarını dövmeye başlıyor şiddetini arttıran kızgın rüzgârlarla.

—  Alo?
—  Alo?
—  Ne zaman geleceksin?
—  Prova, biliyorsun canım.
—  Ne provası ya! Yok, yok, bu böyle olmayacak.
—  Nasıl olmayacak?

Yükselen sesim, gelen hıçkırıkla tıkanan boğazım, kuru ve soğuk sesimle

—  Hoşça kal…

Telefonu kapatıyorum.

Kaç zamandır oyun, prova! Sabahlara kadar çalışmalar. Ya ben? Yok, yok, bu böyle olmayacak. Kendi kendime söyleniyorum.

Omuzlarım göçmüş. Sinirliyim, kızgınım, ağlamaklıyım, karışığım, neye sinirlendiğimi bile bilmiyorum. Yanımda olmamasıyla onu suçlayarak kızgınlığımı biledim. Karışığım, bulanık ve anlamsızım.


Kavuşma ve ayrılık, sevinç ve hüzün, kızgınlık ve… Evet, çokça korkuydu benim için çocukken yazlar. Her yaz tatilinde köye bırakılırdık kardeşimle. Büyükannemle dedeme kavuşur anne babamdan ayrılır, üç ay sonra da köyden, arkadaşımdan, alıştığım kireç badanalı, pireli; horoz sesleriyle uyandığım yeni yuvam bellediğim köy evimden ayrılır şehirdeki evime dönerdim. Yani her halükarda neşeme, sevincime gözyaşı ekilirdi. Terk edilirken ben de terk ederdim bir gün ve bilirdim bırakılmanın acısını çokça.

Çocukların sevmediği sümüklü, bitli diye adı çıkan, saçaklı bir arkadaşım vardı. O ne kadar bana yaklaşmaya çalışsa ben uzak dururdum. Yo öyle bitten falan çekindiğimden değil, yaz bitimi giderken ondan ayrılmak zorunda olacağımı ve çok üzüleceğimi bilmektendi. Ben odanın iki duvarını boydan boya kaplayan, üzeri kilimler ve yamalı minderle dolu tahta sedirin bir ucunda susar, o diğer ucunda suskunluğuma hiç aldırmadan benimle sessizleşirdi. Uzun sürdüremezdi ama sessizliği; anlatmaya başlardı bir bir başına gelen komik olayları. Yavaş yavaş yanıma yaklaşırdı. Sonra bir bakardım kaynaşmışız çoktan, uzak durmaya çalışmak uçup gitmiş. Çamurdan bebekler, çaydanlıklar yapmalar; kayalara taş sürterek elimize yaktığımız kınalar; böğürtlen toplamaya uzaklara -bize yasak tepeleri aşıp- uzaklara gitmeler; elimiz, yüzümüz, giysilerimiz kıpkırmızı eve gelmeler, işitilen azarlar ve tüm olanlara kıkırdamalarımız… Artık yeniden arkadaş olurduk ve ben onu sevmekten korktukça korktuğum başıma gelir yeniden severdim onu.

Sonra bir gün tozu dumana kata kata kırmızı külüstür bir minibüs gelirdi. Anneciğim inerdi o minibüsten. İçim tutuşurdu. Sevinçle anneme koşarken, bana getirdiklerini heyecanla açarken, büyükannemde, dedemde ve arkadaşımda kalırdı bir yanım. Sonra o kırmızı minibüse ben de biner, en arka koltukta annemin kolunun altına saklanırdım. Ne hissedeceğimi bilemezdim, hislerim arasındaki gelgit, zıtlık yüreğimi sıkıştırırdı. Arkama dönüp bakardım; iki ihtiyar insan bana el sallardı. Büyükannemin beyaz tülbentinin ucuyla gözlerini sildiğini, dedemin kaşlarına kadar inen eski rengi solmuş kasketinin altına yüzünü sakladığını görürdüm. El sallardım içimi çeke çeke, hıçkıra hıçkıra. Sonra köyün ortasından geçerken onu görürdüm. Arkadaşım bana el sallardı, elinin salınışına allı güllü eteğinin dalgalanışı karışırdı. Dünyanın en güzel arkadaşıydı o. Ağlardım. Korktuğum başıma gelir, sevdiklerim benden yine uzaklarda kalırdı. Hikâyem yol boyunca susan dudaklarımla içime yazılırdı.

Kızgındım korkuyordum. Terk ediyordu bir şey, bir an, bir çocuk, bir arkadaş, bir ev, bir çamur bebek, bir toz yol, böğürtlen lekesi beni.

Anacığımın İstanbul’a geleceği haberini aldım. Hem özlemiştim onu sevinçliydim hem de tedirgin. Hep böyle olduğumu fark ettim o gelmeden önce. Sonra o gelir, gece bana sarılır, üşüyen ellerimi avuçları içinde, buz kesmiş ayaklarımı bacakları arasında ısıtmaya çalışırdı. Ben kaskatı kesilirdim, nefesimi tutar ve hareketsiz kalakalırdım. Kızgınlık… Niyeydi ki kızgınlık ona?


Telefonu kapattım sevgilimin son dediklerini duymadan. Kırgın, öfkeli ve bulanığım.

Duygular dalgalar gibidir, onlara kapılır, onlarla sürüklenip gidersen harap olursun; şaşırırsın kendini, bilemezsin içinde olup biteni. Senden geçip gitmesine izin verirsen peşine takılmadan ve farkında olursan senden geçişinin, geçip giderler, akarlar, içini temizlerler. Artık bunları tecrübeyle idrak etmeye başladım az az.

Ve bazen bir hissin arkasına asıl duygu saklanmış olabiliyor. Örtü altında kalanı fark etmedikçe tekrarlar kader oluyor. Dikkatimiz başkasına ve onun bize yaptıklarına suçlayarak yöneliyorsa kendimizden ve içimizde gizli kalan duygulardan kopuyoruz. Yine tecrübeyle yaşadım bu hali. Hikâyelerimizin duygusunu anlamak, neden onları yaşadığımızı sorgulamaktan ve hatta ne yaşadığımızdan çok daha önemli.

Niye kızgındım sevgilime, hırçınlığım niyeydi? Annem de gelecekti hem birkaç gün içinde. Baş bölgem ısınıp ağırlaştı. Zihnim çerçi dükkânı.

Gittim yoga matımın üzerine oturdum. Sessizlik. İçimde neler olup bittiğine bakmak istedim. Onu dinlemek istedim. Bana neler oluyor, ne hissediyorum?

Hikâyelerim geçit törenine başladı oturmaya devam ettikçe. Tüm terk ediliş hikâyelerim. Ağlamaya başladım. Sustum, töreni izlemeye devam ettim, bir daha ağladım, sustum, durdum. Kızgınlığın arkasından korku yüzünü gösterdi. Terk edilmekten Tanrım nasıl da korkuyordum. Kızmaktan ziyade ben basbayağı korkuyordum. Ağladım.


Mumu sönmüş uğurböceği biçimli bir pasta, boynu bükük. Dört sandalyeli ahşap masa üzerinde kestane kabukları, kestaneler soğumuş, sertleşmiş. Başını eğip hüzünle kestaneleri soymaya devam ediyor. Ona yaklaşıp karşısına oturuyorum.

—  Bana mı aldın?
—  Hı-hı
—  Sıcaklar mı?
—  Sıcaktılar.
—  Kalbinin üzerinde mi getirdin eve kadar?
—  Hı-hı
—  Bana da soyar mısın?
—  …
—  Ellerim de üşüdü…

Dün gece annemle uyuduk. Ellerimi ve ayaklarımı ısıttı. Omuzlarım gevşekti, nefesimi duyuyor ve hissediyordum. Göbeğim yumuşak, ağzımın içi rahattı.

— İyi geceler yavrum
— İyi geceler Anacım.
— Yarın sana ne pişireyim?

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/korkuyorum-anne/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/korkuyorum-anne/" data-text="Korkuyorum Anne" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/korkuyorum-anne/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>Temel ve orta seviye yoga hocalık eğitimini Cihangir Yoga’da  tamamladı.<a href="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/bade2.jpg"><img fetchpriority="high" decoding="async" class="alignright size-medium wp-image-3444" title="bade2" src="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/bade2-236x300.jpg" alt="" width="236" height="300" /></a><br /> Öğrencilerinden öğrenmeye ve içsel araştırmalarıyla eğitimine devam ediyor.</p> <p>Hissetmek, doğasını fark etmek, kabul etmek ve özgürce ifade edebilmek onun uygulaması. Nefes farkındalığı, meditasyon ve his araştırması derslerinin özü. Katılımcıların, güçlendiği, esnediği, köklendiği, yumuşadığı serilerden oluşuyor dersleri. Öğrencilerin, asanalara (yoga pozlarına) hem güvenli hem sınırlarını araştırarak girmelerine, kendilerine en uygun hal içinde kalmalarına ve çıkmalarına destek olurken kendilerine samimice yaklaşmalarına aracı oluyor.</p> <p>Godfrey Devereux, Svagito Liebermeister, Wayne Liquorman, Erich Schiffmann gibi isimler hem yoga anlayışını hem hayat anlayışını etkiledi, genişletti.</p> <p>Yazıyor, yazmaktan besleniyor. Yazmak onun için hem bir süreç hem sonuç. Çokça aslında kendine yazıyor. Kendine yazdıklarından, etrafına veriyor.</p> <p>Hayat onun için; araştırmak, keşfetmek, içinde olanı vermek, vermekten öğrenmek, sevmek.</p> <p>Diyor ki:</p> <p>Kuraldışı’nda katıldığım Yaşam Okulu eğitimleri hayatımı derinden etkiledi. Merdivenlerinde oturup kaldığım ve bir türlü gidemediğim o günden sonra hayatım; her an değişen, dönüşen, gelişen, kendimi arayışımla zenginleşen canlı bir organizmaya evrildi. Potansiyellerim bir bir ortaya çıkmaya başladı. Yaşamım yepyeni bir boyut kazandı.</p> <p>Bundan sonra ne olacağı meçhul. Yol nereye gider, beni nereye götürür bilinmez. Ve her şeyiyle yeniyi, geleni, olanı hevesle kucaklamayı deniyorum, mümkün olabildiğince, elimden geldiğince. Yaşamın ve kendi doğamın her haline EVET’i araştırıyorum.</p> <p>İçimdeki öz sizin içinizdeki özü selamlıyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This