Ben çocukken Macera Tüneli diye çok sevdiğim bir kitap serisi vardı. Kitapta hikâye akarken bazı yerlerde durur ve senin iki şıktan birini seçmeni isterdi; şıkların gösterdiği sayfa numarasına göre hikâye ilerler, farklı sonlar olurdu.
Geçenlerde aradım, piyasada yok, halbuki sebep sonuç ilişkisini kurdurtan, sorumluluk aldırtan, okumayı sevdirten olağanüstü bir seriydi.
Peki sen, benimle macera tüneli oynar mısın?
Tek yapman gereken hikâyeyle özdeşleşmen. Kendini ana karakterin yerine koyman. Hislerini hissetmen. Sana söz, hayatına yeni bir bakış açısı gelecek.
Başlıyoruz:
Sen kocanın bir tanesisin. Seni çok sevdiğini biliyorsun; evlendiğiniz günden bu yana onun prensesisin. Ama aradan dört yıl geçti ve son zamanlarda onda bir farklılık seziyorsun. Gözleri dalgın, aklı başka yerde gibi. Fiziksel olarak da bir değişim geçiriyor. Sebebini tam anlayamasan da hafifçe huzursuz oluyorsun.
Bir gün seni karşısına alıyor ve ağzındaki baklayı çıkartıyor: “Canım, seni çok seviyorum. Hatta o kadar çok seviyorum ki sana bir arkadaş getirmeye karar verdim. Yakında evde yeni bir eşim daha olacak. Ve sen onu çok seveceksin! Hep beraber vakit geçireceksiniz, çok güzel değil mi?”
Aşağıdakilerden hangisini yaparsın?
- Teşekkür ederek kocamın boynuna sarılırım
- İtiraz eder, kıyameti koparır, gözünü oyarım
- Kabullenir ama endişe duyarım. İçim içimi yer. Acaba o geldikten sonra hayat nasıl olacak? Hangimizi daha çok sevecek?
Aradan zaman geçiyor. Kocan yeni gelecek gelin için ciddi bir emek sarf ediyor. Ona güzel bir oda hazırlıyor. Evde hararetli konuşmaları dönüyor, herkes daha gelmeden yeni gelinden bahsediyor. Eşyalar alınıyor. Hatta senin bazı eşyalarını artık sen kullanmazsın, ona daha çok yarar diye elinden alıp onun odasına koyuyorlar. Sana da sürekli olarak ne kadar şanslı olduğundan, artık “büyük gelin” olduğundan bahsediliyor. Ne kadar güzel vakit geçireceğinizi anlata anlata bitiremiyorlar.
Kocan ayrıca birçok sıkıntıya katlanıyor yeni gelin için. Yeni gelin onda birçok fiziksel soruna da yol açıyor. Sevgili kocanın ne kadar zorlandığını görüyorsun. Hatta en nihayetinde hastaneye bile düşüyor adamcağız!
Korku ve heyecan içinde hastaneye gittiğinde yorgun kocanı görüyorsun. Bütün o ağrılarına rağmen mutlu, yeni gelin her şeye değiyor anlaşılan. Tüm sevdiklerin heyecanlı, herkes toplanmış. Havada bir bayram havası esiyor, telaşlı ve heyecanlı.
Ne yaparsın?
- Yeni gelin için herkesin bu kadar hevesli olduğu, bu kadar uğraştığı bu dönemde kocamı olabildiğince rahat bırakır, bu dönemi huzur içinde geçirmesi için her şeyi yaparım. Uydaş olurum, yüzümde kocaman gülümseme olur.
- Artık sevilmediğime dair endişem artar, kocamı bir de hastalandıran, yoran, karnını ağrıtan bu kadına iyice nefret duymaya başlarım. Beni sevip sevmediğini anlamak için huysuzlaşır, kıyametleri koparırım. Ağlarım.
Nihayet yeni gelinle tanışıyorsun. Artık tüm vaktini beraber geçireceğin, senin dostun, sırdaşın, her şeyin olacağı söylenen bu kişiyi görüyorsun. Ama o da ne? Bu kadın çok sevimsiz! Hem de hiç konuşmuyor, hep ağlıyor. Sana yüz vermiyor, senin dediklerini dinlemiyor. Çoğu zaman seni görmüyor bile. Her şeye rağmen onunla eğlenceli zaman geçirmeye çalışıyorsun. Konuşup sohbet etmek için oldukça sosyal ve olumlu denemelerde bulunuyorsun. Ama sana hiç yüz vermiyor. Zaten onunla hep birileri ilgileniyor. Senin yanına bu yeni “dostu” da pek yaklaştırmıyorlar, sadece arada “Ayy bakar mısın ne kadar güzel?” diye sana gösterip, sürekli şansından bahsediyorlar. Yeni gelini sevip sevmediğini tekrar tekrar soruyorlar.
Herkes yeni gelini öve öve bitiremiyor. Ne kadar güzel, ne kadar tatlı, oyyy ne kadar sevimli. Gözleri de cin gibi bakıyor değil mi?
- Onu ben de çok severim. Herkesin ve özellikle kocamın onu şefkatle sevmesinden, öpmesinden mutluluk duyarım. Kendimi çok şanslı hissederim. Ben de onlara katılırım, şimdiden çok severim.
- Kimse bakmadığı zamanlarda basarım çimdiği yosmaya.
Onu sevmiyorsun. Hiç sevmiyorsun işte. Kocanı çalan, tüm sevdiklerinin sevgisini çalan, herkesin ilgi odağı, sen her dokunduğunda “Aman elleme yaman elleme, işte yeni gelin, dur” falan denen bu huysuz, çirkin yaratıktan nefret ediyorsun. Hayat düzenini mahvetti. Onu sevmediğini haykırmak istiyorsun; gitsin, yok olsun, çıksın hayatından istiyorsun. Hiçbir yere gideceği de yok gibi; mıh gibi, her gün, her sabah daima, daima seninle. Ne zaman bir odaya girsen onun hakkında konuşuyorlar. Sanki sen haritadan bir anda silindin. Prensestin hani? Çıldıracak gibi hissediyorsun.
Biraz sezinlemeye başladılar galiba; sen yaklaştın mı bir geriliyorlar. Seni onunla yalnız bırakmıyorlar. Ne kadar gizlesen de, onu sevmeyen bir tek sen olduğun anlaşılmış gibi…
Saklaman lazım bu pis sırrı. Oysa o kadar çok açılmak istiyorsun ki. Bir tanecik yandaşın olsa, söyleyebilsen…
Ama izin vermiyorlar.
Bir kişi de çıkıp, “Evet canım, kıskanman normal, hayatın altüst oldu. Kim bilir ne kadar yalnız hissediyorsundur” deyip de derdine ortak olmuyor. Varsa yoksa akıl veriyorlar. “A olur mu, saçmalama!” diyorlar. “Bak ne kadar tatlı, şeker. O kadar iyi arkadaş olacaksınız ki” diyorlar.
- Bu harika insan için teşekkür eder, hemen ikna olurum. Onun ne kadar harikulade bir insan olduğunu ve ne kadar sevimli olduğunu şıp diye anlarım.
- Anlaşılmamanın verdiği öfkelere kapılırım. Yalnız hissederim. Umutsuzluğa kapılırım.
Aradan yıllar geçiyor. Sen televizyonun karşısına yayılmışsın, kumandan elinde. Prenses yeni gelin çıkageliyor. Ne bir izin ne bir şey zart diye kumandayı elinden çekip alıyor. Ne yaparsın?
- Sinirlenir, bağırırım. Elinden geri çekerim. Kocamı elimden aldın, kumandamı kaptırmam derim.
- Ben büyük gelinim, tabii ki anlayış göstereceğim. Ne istiyorsa yapsın şeker şey.
Hangilerini seçtiniz? Kaçınız kocanızı paylaşmaya razı oldunuz? Biri size böyle bir teklifte bulunsa “Cinayet!” diye bağıran kırmızı gözlü bir canavara dönüşür müsünüz?
Peki şimdi hikâyeden çıkalım.
Kardeşiyle bir türlü geçinemeyen, huysuzluğuyla bıktırmış, gene öfke krizine kapılmış, gözü yaşlı çocuğunuzun yanına gelelim.
- Sen bu makul zekânla, olgun kişiliğinle kendinden beklemediğin hareketleri çocuğundan beklerken tutarlı mısın?
- Anlayışsız olan kim şimdi? O mu, sen mi?
İstediği ne olabilir? Sen ne isterdin? Akıl? Fikir? Yoksa daima sevileceğine dair sözler, öpücükler? Hangisi?
Not: Koca ve çocuk değişimi ile empati kurma fikri Siblings Without Rivalry kitabından esinlenerek kurgulanmıştır.