Eve yakın sahildeki kayalıklara babamla balık tutmaya gitmiştik; çok yorulmuştum saatler sonra dönerken. Babam önde, ben arkasında yürüyorduk yavaş yavaş. Eve tam gelmek üzereyken birden karşımızda görüverdik onu. Nereden geldiğini anlayamamıştık ya da nereden düştüğünü…
Uzun mu uzundu; belki de boyu iki metre bir adamdı. Onu ilk gördüğümde birden fonda şarkılar çalmaya başladı, 60’lardan insanı ayağa kalkıp dans etmeye zorlayan bir şarkı ve yorgunluğum uçtu gitti. Yüzümde anlamsız bir şaşkınlık ve sırıtmayla “Hoş geldin Güliver” dedim. Denizden yeni çıkmış gibi iyot kokuyordu. Saçlarının arasında balıklar yüzüyordu. Teni şeffafa yakındı sanki elim içinden geçebilirmiş gibi gelmişti.
Güliver’i bulmuşum karşımda bırakır mıyım öyle kolay? “Hadi bize gel” dedim, “önce güzel bir kahvaltı ederiz sonra da bu sepetteki balıkları yeriz.” Sessiz kalınca, gelsin diye yerlere attım kendimi, dövünmeye başladım, son sahne olarak da ağlamaya, üstelik hıçkıra hıçkıra. En iyi bildiğim oyundu bu… Güliver kaldı yanımda.
Elini kolunu ağır ağır sallardı yürürken; saçları omuzlarına dökülürken hiç tarak değmemiş gibi uçuşurdu özgürce. Güliver, bu dünyaya nereden geldin sen? Uzayda hayat vardı, o bir uzaylıydı.
Mahcup mahcup kısık bir sesle konuşurdu herkesle, kocaman boyu ufalırdı herkesin karşısında. Mahcubiyeti utandırırdı. Gözleri, yüzyılın hikâyelerini saklardı. Yüzyıl yaşamış çilli yanakları olan bir çocuk gibiydi. Yüzyılın gürültüsü sakinliğini bulurdu sesinde. Ben Güliver’i takip ederdim peşi sıra, gittiği her yerde. Az konuşurdu çok anlatırdı. Bu dünyaya ait değilmiş gibiydi her haliyle. Elleri kocamandı; uzun ince parmakları bir çocuk gibi saklanacak yer arardı kendine. Baş başa geçireceğimiz kısa anları kovalardım nefes nefese; onun bir gün ülkesine döneceğini bilirdim. Bunu eğreti durmasından anlardım; yerleşmeye yanaşmamasından bir de… Bilirdim elbet bilirdim de bilmezden gelirdim. Telaşlanırdım geçen her anla beraber. Konuş derdim Güliver, bana diğer dünyalardan bahset. Diğer dünyalardaki masalları anlat. Küçük prens evine dönebildi mi sonunda?
Ben küçücük dünyamın sıkıcılığından bunalmışken, birdenbire çıkıvermişti karşıma. “Ne garip adam” betimlemesi kadar iyi ifade edemiyor onu başka sıfatlar. Tanıdığım en garip adamdı ve bir de en uzun.
Hep üzerinde yediklerinin izi kalırdı, bir de düşünceleri okunurdu yüzünden. Son zamanlarda evini ne kadar özlediğini okuyordum gözlerinde. Elleri hep arkasına saklanıyordu. Uzun ince silueti bir gölgeye dönüşmüştü.
Bir gün uyandığımda gitmişti çoktan… Yatağında kocaman izi kalmıştı. Saçlarında balıklar yaşayan Güliver’in uyku izi kalmıştı. Bir de şarkı çalıyordu odasında…