Bireysel gelişim kişinin iç dünyasıyla yani “Ben”iyle yapılan bir kendini keşfetme yolculuğudur. Kendimizi tanıdıkça özümüzle tekrar bağlantıya geçeriz. Kendimizi tanıdığımız ölçüde kendimizi sevebiliriz. Başkalarını ve hayatı da ancak kendimizi sevdiğimizde sevebiliriz. Kendimizi tanımadığımız sürece gerçekten sevemez, bilinçli ya da bilinçsiz olarak yaşadığımız duygusal ihtiyaçları doyurma telaşını “sevmek” zannederiz.
Kendini tanımakla ilgili kullanılan Yaşam Penceresi (Johari’nin Penceresi) modeline göre herkesin dört ayrı alanı vardır: Açık alan, gizli alan, kör alan ve potansiyel alan. Yaşam Penceremize baktığımızda hem kendimizin bildiği hem başkalarının bildiği alana “açık alan”, başkalarının bilmediği sadece kendimizin bildiği alana “gizli alan” (sırlarımızı sakladığımız alan) diyoruz. Çoğu kişi “Kendini tanıyor musun?” sorusuna “Tanıyorum” diye cevap verir oysa sadece açık ve gizli alanlarını tanımaktadır.
Kör alanımız bizim fark etmediğimiz, bilmediğimiz başkalarının bildiği alandır. Kör alan kabul etmekte en çok zorlandığımız ve yüzleşirken en çok sarsıldığımız alandır. Örneğin biz kendimizi sevecen biri sanırken başkaları bizi hiç de sevecen bulmayabilir, hatta sevgisiz bile bulabilir. Biz kendimizi alçakgönüllü zannederken başkaları bizi burnu büyük olarak algılayabilir. Bu alana gelen eleştiriler karşısında genellikle tepkisel davranır, savunmaya geçeriz.
Potansiyel alanımız ise hazinelerle doludur. O alanda varlıksal nedenimizi bulabilir, yeteneklerimizi ortaya çıkartabiliriz. Hazinelerimizin ortaya çıkması için gizli alanla kör alanın yükünden kurtulmamız gerekir. Gizli alanımız sırtımızda, kör alanımız önümüzde taşıdığımız yüklerdir. İkisi de bizi kendimizden (ve başkalarından) uzaklaştırır.
Potansiyel alanı ortaya çıkarmak kendimizle yüzleşme ve risk alma cesaretini gerektirir. Bireysel gelişim eğitim ve kitapları bu pencereleri açmamızı sağlar.
Sıradan insanın açık alanı küçük, gizli alanı büyük, kör alanı ve potansiyel alanı bilinçsizdir. Sıradan insan alıngandır. Çabuk kırılır, çabuk sinirlenir ve çabuk gücenir. Sıklıkla yakınmalarda bulunur:
– Hayatımın bir anlamı yok!
– Ne için yaşıyoruz ki? Hayat zor!
– Hayat bir mücadele!
– İnsanlara güvenilmez!
Bireysel gelişim aslında bir özsaygı gelişim sürecidir. Bireyin gizli alanlarının ve kör alanlarının azalarak hayatının açık alan haline gelme sürecidir.
Başımıza hoş olmayan bir olay geldiğinde “Ben bunu niye yaşıyorum, buradan ne öğrenmem lazım. Ne oldu da bunu yaşıyorum? Ben ne hata yaptım?” diye kendimize sorabildiğimiz zaman içimizdeki hediyeler açılır. Böylece daha hızlı gelişiriz.
Gelişmekte olan insan gelişim yolculuğunda ilerledikçe açık alanı genişler, gizli alanı daralır, kör alanları keşfedilir. Değerlerini sorguladığı zaman ve diğer üç pencereyi gördüğü zaman potansiyel alan ortaya çıkmaya başlar.
Hayat en zayıf yönümüzden vurur, eğer kendi zayıf tarafımızın farkında değilsek! Yaşam karşımıza bizi zorlayan bir olay çıkarır. Bu olayın içinde bize farkındalığımızı arttıracak bir hediye paketi vardır. Biz olayı üzücü veya kötü bir olay olarak algılayıp “Bu neden benim başıma geldi” diyerek pakete tekme atarsak almamız gereken mesajı alamayız. O zaman biraz daha büyüğü gelir. Biz niye böyle olduğunu anlayamaz söylenirsek, daha da büyüğü gelir. Sonra daha da büyüğü gelir… Farkındalık seviyemize göre ya büyük bir acı ile ya da küçük küçük acılarla öğreniriz.
Duyguları itiraf ettikçe arınırız. Bireysel gelişime öncelik verdikçe de kendimizi sevmeye başlarız. Yaşamda karşılaştığımız zorluklar bizi durdurmak için değil, gücümüzü, cesaretimizi, potansiyelimizi ortaya çıkarmak için karşımıza çıkar. Yaşamın keyfini arttırmak için yaşamı sürekli öğrenilen bir okul haline getirmeliyiz. Ne mutlu bize ki dersimizin konusu kendimiziz. Potansiyelimiz sonsuz olduğu için bireysel gelişim de ömür boyu devam eder. Bunu benimseyip çocuklarımıza da bunu aktarmalıyız. Bütüne ait olduğunu bilen, bireyselliğinin farkında olan nesillere sevgiyle ulaşmak dileğiyle…