Bir tiyatro oyununda erkek oyuncu “Neden kendin gibi davranmıyorsun?” diye sorduğunda kadın oyuncu şaşırarak şöyle yanıt verir: “Peki, benim gibi olmak ne demek?”

Kendim gibi yaşamanın ne olduğunu biliyorum, ancak gerçekte “kim” olduğuma dair hiçbir fikrim yok. Neden “kim olduğumuz” konusunda karar veremiyoruz?

Psikolog James Marcia, insanların kimliklerini, egonun gerçekleştirilme derecesine bağlı olarak dört farklı kategoriye ayırır: Başarılı kimlik, moratoryum kimlik, kimlik karmaşası (dağınık kimlik) ve ipotekli kimlik. Yapılan bir araştırmaya göre, Korelilerin çoğu (% 74) ipotekli kimlik kategorisindedir ya da düşük kimlik duygusuna sahiptir.

İpotekli kimlik statüsündeki kişiler yetiştikleri toplumun kurallarına uygun yaşamaya kendilerini adamışlardır.

Bir teoriye göre, düşük kimlik duygusunun altında yatan neden kriz yokluğudur. “Kriz yokluğu” konusuna muhtemelen itirazlar olabilir, ancak burada anlatılan kriz, telefondan dolandırılma veya flörtünüzün yanında kredi kartı ödemenizin reddedilmesi değildir. Burada kullanılan anlamıyla kriz, kendinizi hiç sorgulamamak ve hayattaki hedef, değer ve inançlarınız için mücadele vermemektir.

Neden mücadele vermeyi başaramadık? Nedeni, bizi keşfetmeye ve kendimizi sorgulamaya teşvik etmeyen bir kültürde yatıyor. Konfüçyüsçülük geleneğinde veya geleneksel ahlak yapımızın özünde, her bir birey diğer insanlarla olan ilişkilerine ve çevresine bağımlı olarak görülür. Kişinin kimliği, toplumdaki rolüne göre belirlenirken, kendini keşfetmek ve sorgulamak yerine öğrenmek ve görevini yerine getirmek daha önemlidir.

Bir kişinin yaşamı, toplumun beklentilerini karşılayabiliyorsa güzel kabul edilir. Bu nedenle, kendi felsefemiz ve yaşam tarzımızdan çok, toplumun ve ebeveynlerimizin ölçütlerine uygun şekilde yaşamaya çalışırız. Bu da birçok insanın kendi inanç ve felsefelerini ortaya koyamamasına, dolayısıyla kendileri hakkında net bir fikre sahip olamamasına neden oluyor. Tam tersine kişiliklerini ortaya koymak yerine, kendileri hakkında kurgusal bir öykü yazıyorlar.

Bu sorunla en son noktaya kadar yüzleşmemenin kritik bir hal almasının nedeni ise aşırı bağımlılıktır. Çocukken duyduğum “Küçük olduğun için yetişkinlere itaat etmelisin” sözleri beni çocukların zayıf ve daha az önemli varlıklar olduğunu düşünmeye koşullandırdı. Birçok ebeveyn çocuklarının bağımsız gelişmesini engelleyerek, onlarda zayıflığa ve aşağılık duygusu oluşmasına neden oluyorlar. Sonunda çocukların olgun yetişkinler olmasının önü kesilmiş oluyor. Bu şekilde olgunlaşmadan yetişkin olanlar, kendi başlarına karar vermekten korktukları için, yol gösterecek birini ararlar.

Ünlü yazarlar Haemin Sunim veya Han Bi-ya bile sizin nasıl biri olduğunuzu söyleyemezdi. Olduğum gibi yaşamak, kendimi anladığım ve deneyimlerimle arayışlarım sürerken kendi kararlarımı alabildiğim anlamına gelir.

Freelance çalışiyor olmak, kendim gibi yaşadığım anlamına gelmiyor. Kendi zevklerimin olması da kendim gibi yaşadığım anlamını taşımıyor. Kendim gibi yaşamak, anladığım kadarıyla özümü yansıtan bir şekilde kendi kararlarımı vermek demektir. Başlamak için öncelikle kendinizi gözlemlemelisiniz. Kendiniz hakkında yazmak iyi bir başlangıç olabilir.

Gelin kendimize yakından bakalım -şimdiye kadar nasıl yaşadık, hangi değerlere göre yaşamak istiyoruz, bizi neler mutlu eder, bizi diğer insanlardan farklı kılan şeyler nelerdir- kim olduğumuzu keşfedelim.

Elbette bunun için samimiyet ve çaba gerekecektir. Başkalarına bağımlı olmaktan vazgeçmek de sizi korkutabilir.

Ancak kaygı ve kriz anları geçtikten sonra, kendinize inandığınız ve saygı duyduğunuz yaşamınız sonunda başlayacaktır.

Share This