Orada bir his var uzakta….
O his bir hasret.
Hayır, birine ya da bir ülkeye değil, zamana dair bir hasret.
Ben bu aralar her sabah “o his” ile uyanıyorum…
O zamanı ben yaşamadım. Tam yaşayacaktım, kaçtı. Ben doğduğumda parti bitmiş, geriye sönmüş balonlar ve sarkmış süsler kalmıştı. Bir de partide eğlenmiş, ömürlerinin geri kalanını o lezzetli günleri anlatarak geçirecek ihtiyarlar. Vapura “vapor”, kurdeleye “kordela” diyen elleri gliserin kokulu neneler, halalar… Şimdi onlar da zamanın ufkuna batıp gittiler ve o hasretini çektiğim zamanın izleri büsbütün silindi. Halbuki ben çocukken, izler her yerde idi. Büyükada iskelesindeki Hrisafi kitapçısında, vapur düdüklerinde, mutfak radyolarındaki Türk Sanat Müziği namelerinde, salonların tavanından sarkan kristal avizelerde hep özlediğim bir zamanın hayaletini görürdüm ben.
Pek muhtemel siz de biliyorsunuz “o hissi.” Filmin başını, ortasını kaçırmışız da en sonunda doğmuşuz gibi bir şaşkınlık, kafa karışıklığı ve kaybolmuşluk hissi. Belki bizim bir türlü büyüyemeyen bir kuşak olmamız da o his ile ilgili bir şeydir. Bizden sonrakilere sormak lazım, “o his” onlara da aşina mı diye. Ama belki de bana has bir şeydir… Bazı sabahlar yakama yapışan, diğer sabahlarda unuttuğum…
Hasretini çektiği zamanda akşamüstleri kadınlar evlerinin önüne bir sandalye çekip oturuyorlar. Hava biraz serinlemiş oluyor ve çocuklar meydana çıkıp oyunlar oynuyorlar. Meydanı ağaçlar çevreliyor: dut, vişne, limon ağaçları. Rüzgar çiçek kokuları ile yüklü. Mimoza ve hanımeli. O zamanda hayat yudum yudum yaşanıyor. Duygular lezzetli bir lokma gibi ağır ağır çiğneniyor. Erkekler kahvede takılıyorlar, kimse şahsı ile çok uğraşmıyor. Kimse kendini geliştirmeyi çok kafaya takmıyor. Basit ve sade emeller hakim. Kadınlar evlerinin önüne çektikleri sandalyelerinde komşuları ile laflar ve erkeler kahvede tavla oynayıp siyasetten bahsederlerken, çocuklar kan ter içinde birbirleri ile dalaşırlarken… Ne oluyor?
Ne oluyor orada sahi?
Geleceğe dair hayaller ya da mazinin hasretinde aradığımız, bulmayı umduğumuz ya da kaybettik diye üzüldüğümüz şey nedir? Ya en büyük hayaliniz?
Dünyayı gezmek? Kitap yazmak? Ünlü olmak? Zengin olmak? Boğaza bakan bir evde yaşamak? Hayatımızın aşkı ile evlenmek?
O hayal aslında bir araç. Esasında o hayal aracılığı ile bir şey hissetmek istiyoruz. Nedir o şey? Belki tatmin, belki güven, belki mutluluk veya sevinç, belki huzur… O hissi bulmak çok önemli çünkü o şeyi bulduğumuzda his hayalden özgürleşecek. Bir aracı olmadan da o hissi yakalayıp yaşayabileceğimizi hatırlayacağız. Bütün hayallerimiz hemen şimdi, burada gerçek olabilecek. Hangi ihtiyacımızın açlığı ile o hissi aradığımızı keşfedemezsek hayat daima bir kaçış içinde geçecek.
Benim hasreti ele alalım. O özlediğim zamanlar geçti artık… Şimdi mazide vuku bulan bir roman yazarak birazcık olsun o meydanlarda çekirdek çitlemenin zevkine varıyorsam da bilgisayarımı kapatıp kafeden çıktığım anda şimdiki zamanın içindeyim. Bütün enerjimi hasrete sarf edip, şimdiki zamanların eksiklerini sayıp dökerek ömrümü geçirebilirim. İşte efendim, eskiden böyle miydi, eskiden ne güzeldi, şimdi ne kötü vs. Böyle bir ömür geçer mi? Geçer. Bir sürü insan eskiye yanıp, geleceği hayal ederek şimdiyi pas geçtikleri hayatlarda nefes tüketiyor. Ben de o kervana katılabilirim pekâlâ.
Veya o hasretini çektiğim meydandaki hissi araştırmaya koyulabilirim. Ne görüyorum o resimde? Kadınlar var. Hep beraber evlerinin önünde oturmuş laflıyorlar. Kimisi kucağındaki tasta fasulye ayıklıyor, kimisi tığ işliyor. Akşam güneşi, meydanı turuncu kızıl aydınlatmış ve çocuklar bağıra çağıra bir şeyler oynuyorlar. Kahveden zarın tahtaya vuruşundaki tıngırtı ve tavla taşlarının hareketi duyuluyor. Nedir, nedir bu his? Gevşeklik? Rahatlık? Acele etmemek? Bir günün diğerinden çok da farklı olmadığını bilmenin güveni? Rutin? Bütün bunlar evet… Öte yandan sohbet ama rahat, çekirdek çitlerkenki sohbet. Ötekine ya da hiç bir şeye dikkatini fazla vermeden yapılan gevşek sohbet. Kadınlarla birlikte olmak. Kadınların herhangi bir tanesi olmak. Kalabalıkta kendi dertlerinin ufalması hali. Gülmek.
Hasretini çektiğim şey yüzyıl önceki güzel bir meydan ve etrafındaki iki katlı evlerin önünde oturan kadınlardan biri olmak değil, bu yukarıda saydığım hisler aslında. Onların kaynağı bende olduğu sürece herhangi bir yerde ve zamanda hasretini çektiğim o hissi bulmak için çalışabilirim.
Orada bir his var… Ama çok da uzakta değil, aslında hemen burada, içimizde.
Bir el atıp çıkartmak lazım sadece.

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/orada-bir-his-var-uzakta/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/orada-bir-his-var-uzakta/" data-text="Orada Bir His Var Uzakta" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/orada-bir-his-var-uzakta/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>İstanbul doğumlu yazar, Hatha Yoga öğrencisi ve eğitmeni, sosyolog, Prof. Macit Gökberk’in ilk torunu ve tanıdığı veya tanımadığı pek çok kişi için ilham kaynağı olan, kendini belli bir coğrafyaya ait hissetmeyen bir dünya vatandaşı. Defne Suman&#8217;ın, insan doğasına olan ilgisi ve insanın derinliklerini keşfetme ihtiyacı, onu, Boğaziçi Üniversitesi’nde Sosyoloji Bölümü&#8217;nde yüksek lisans eğitimini tamamlamaya kadar getirdi. Bir adım ötede Amerika&#8217;nın prestijli bir üniversitesinde doktora yapmak yatarken, o yeni bir yol seçerek akademisyenliği bırakıp yola çıktı. </p> <p>2003 yılından beri dört kıtada seyahat ederek Zhander Remete’nin rehberliğinde yoga öğreniyor ve öğretiyor. Atina, İstanbul ve Oregon’da soluklanıyor. Çocukluk yıllarından beri okuma ve yazma ile haşır neşir olan Defne on üç yaşından sonra yazılarını gözlerden uzak tutmaya karar verdi. Okur ile buluşması ise maneviyatın izinde iç dünyasını keşfettiği yıllarına denk gelir. Kendi deyimiyle “üzerine sinmiş tecrübelerin merceğinden bakıp da gördüğü insana, topluma, yaşama dair” yazıyor. En büyük ilham kaynağı sahici olana karşı duyduğu merak ve başlıca tatmin alanı da hakikati ifade etmenin insanları birbirine bağlayan eşsiz tabiatı.</p> <p>İlk kitabı <a href="https://www.kuraldisi.com/bookstore-yayin/roman/mavi-orman/" target="_blank">Mavi Orman</a> Şubat 2011’de Kuraldışı yayınevinden çıktı. Mavi Orman&#8217;ı, 2013&#8217;te ilk romanı <a href="https://www.kuraldisi.com/bookstore-yayin/roman/saklambac/" target="_blank">Saklambaç</a> izledi ve Yunanistan’da ve Türkiye’de aynı anda çıkacak olan yeni romanı Emanet Zaman ise tarihin bambaşka bir penceresinden, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarındaki İzmir’inden yine insana bakıyor, bütün sevinçleri, kederleri ve çaresizliği içinde insanı anlamaya çalışıyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This