Şu kişisel gelişim konulu işlerin hep biraz daha detaya inmesi gerektiğini düşünmüyor değilim. Mesela önceliklerinizi belirleyin derler; zamanınızı iyi değerlendirin, kıymetli değerli biricik olduğunuzu bilin vesaire… Öyle olmasına öyle de bu söylediklerinizi bir duymayla kabullenebilecek, tastamam hazırda bekleyen bir psikoloji durmuyor ki karşınızda; psikoloji ile ilgili çalışmalar yaparken bile şipşakçı bir ülkeyiz. Doğrusu bunun da belli başlı disiplinleri olan ve bir yığın öğütler dizgisinden fazlasını içeren bir dünya olmasını çok da önemsemiyor gibiyiz.
Batı’nın dualizmi bizim eğitim sistemimize ve dünyaya bakış açımıza fazlasıyla yansıdığı için tüm öğretileri birbirinden ayrı bir disiplinler dünyası olarak ele alışımızı birçokları gibi ben de yanlış buluyorum. Nedir demek istediğim? Madde ile manayı ayırıp sistemlere bölerek ele alışımız. Biyoloji derslerini hatırlayalım; tek hücreli canlıları işlerken aslında hepimizin aynı maddeden tek kaynaktan geldiğini de öğrenmiş olsaydık böylece aramızdaki bağın kardeşlikten bile daha derin olduğunu idrak etseydik insanlar birbirlerini öldürebilir miydi acaba? Bunun gibi psikoloji öğretisi de hem diğer bilimlerle iç içe geçmeli hem de başlı başına bir disiplin gibi çalışılmalıdır. Örneğin türkçe ve edebiyat derslerinde zaman konusu vardır. Tüm zaman çekimlerini ayrı ayrı derslerde işleriz. Peki bu zaman çekimlerinin bedenimize ve ruhumuza ne gibi etkileri olduğundan bahsetmemize izin verirler mi? Şimdiki zamanı –yor ekiyle ifade edeceğimizi öğretirler de orada nasıl barınabileceğimizi ya da zaman algılarımız arasında nasıl sıçrayışlar yapacağımızı konuşmamız pek de bir şey ifade etmez. Dahası zaman algımızın nasıl bir tehdit unsuruna dönüşebileceğini geçmişli, gelecekli ve hatta –mişli geçmişli algılarımızın bizi nasıl yorduğuna ve yine zaman denen şeyin kendisinden zaiyat vermemize yol açtığına dair bir çalışma yapılmaz.
Oysa ki zaman algılarımız arasında düşünüp taşınıp sıçrayarak sonunda barınabileceğimiz en sakin yerin şimdiki zaman olduğunu öğrenebiliriz. Aslında bu öğreneceğimiz tek gerçeklik bile olabilir.
Şu an, şimdiki andan memnun olamayacak hiç kimse yoktur. Neden mi? Çünkü şimdiki an beyninizde yargılara beklentilere paniklere varacağınız kadar uzun bir zaman dilimi değildir. Her an yenilenir ve bu şimdiki an denen bölük pörçük şeyde sabit durabilmeniz için takip edebileceğiniz tek şey varlığınıza dair düşüncenizdir. Her değişen şimdiki anda baki olan ve sürdürülebilen tek şey hâlâ var olduğunuz bilgisidir. Medyanın genlerimize işlemiş olması olasılığından mıdır bilemem ama film çevirmeye ve hayatımızın film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçmesine yoğun bir arzu duyuyoruz. İşte bu çok hileli anlarda geçmişten gelen beğenmediğimiz sahneler yakalar ve bizi önce strese sokar; sonra bunun telafisi için geleceğe götürür ve orada daha iyi bir şeyler yapmayı arzulatır. Böylece ne yapacağını bilemez şaşkın ve de taşkın bir yönetmene dönüşürüz. Sağa sola bağırır çağırır isyan eder filminizde istediğiniz gibi oynamadıkları ya da istediğiniz şekilde yer almadıkları için çevrenizdeki her şeye ve herkese sinirlenirsiniz.
Sonra yine bir şey olur: Şimdiki an gelir ve tüm o artistik, dramatik, trajik falan filminiz çöpe gider; sanki geçekten harcadığınız emeğe acır gibi bir an kabullenemezsiniz, bakar kalırsınız arkasından ama hemen sonrasında bir rahatlama gelir; bir işe de yarayacağı yoktu zaten dersiniz. O bir tür simülasyona benzeyen rahatsız ve kıpır fıkır yönetmen koltuğunuzu bırakıp bir boşluğun içine rahatça oturursunuz. İşte şimdi ben bir psikolojik sorunumuzun detaylarını ve çözümlemelerini yapmış oldum mu bilmiyorum ama en azından artık okuyanlar, benim de kendileri kadar bunun pek de öyle kolay bir şey olmadığının farkında olduğumu bilerek bunu yazdığımı fark ederler belki. Böylece yalnız olmadıklarını hissederler. En azından ben hislerimi paylaşan birilerini görünce çok mutlu oluyorum. Sonunda belki de böylesi bir konuya dair Echart Tole’un Şimdi’nin Gücü adlı gizemli eserine yeni gizemli mesajlar ve sesler eklenir…
Yazı&Resim: Beyza Dut