Japonlar genel olarak dünyanın en uzun ve en sağlıklı yaşayan insanlarıdır. Japonya’da yaşamı uzatan ve sağlıklı kılan özel bir şey olduğu fikri eski çağlardan beri dile getirilmektedir.

Bir Çin efsanesine göre, imparator Qin Shi Huang ölümsüzlük iksirini bulması için simyacı ve kâşif Xu Fu’yu Doğu Denizi’ne yollar. Qin Shi Huang, birleşik Çin’in ilk imparatoru ve Qin hanedanının kurucusudur. Qin Shi Huang dünyada eşi benzeri olmayan bir güce sahiptir. Ne var ki tek korkusu kaçınılmaz olan ölümdür. Qin Shi Huang böylece Xu Fu’yu, içene ebedi yaşam veren ölümsüzlük iksirinin bulunduğu efsanevi Penglai Dağı’na gönderir.

Ancak Xu Fu Doğu Denizi’ne yaptığı bu yolculuktan hiç dönmez. Efsaneye göre Xu Fu, gerçekten de Penglai Dağı denilen bir yere ulaşş ve kendisini kaygı içinde bekleyen imparatorun yanına dönmek yerine bulmuş olduğu bu cennette yaşamaya başlamıştır.

Bu iksiri henüz ben de keşfetmemiş olmakla birlikte Japonya’nın uzun yaşamanın sırrını barındıran ülke olduğunu söyleyebilirim. Bu sır tek bir sihirli iksire dayanmaz; daha ziyade hayata karşı takınılan bütünsel bir tavrın neticesidir ve merkezinde de nagomiyi barındırır.

Japonların sağlıklı olması, esasen nagomiden kaynaklanır. Elbette yaşam koşullarının iyileşmesi ve bilimsel/teknolojik gelişmeler ortalama yaşam süresini pek çok ülkede uzatmıştır. Bu avantajlara ek olarak bir de sağğın nagomisi vardır ki o, kişinin esenliğinin pek çok farklı unsura bağlı olduğuna ve bu unsurlar arasında denge kurmanın sağğı korumak için elzem olduğuna dair farkındalıktır.

Genelde hayatta bir sorun yaşandığında bir tek etkene odaklanırız çünkü böylesi daha kolaydır. Örneğin Japonların shinrin-yoku (orman banyosu) diye adlandırdığı bir aktivite olan dışarıda yürüyüşü es geçip D vitamini hapı içeriz. Yürüyüş bizim için birçok açıdan çok daha faydalı olmasına rağmen…

Gümüş kurşun ve sihirli halı yaklaşımları arasındaki farktan ve sağğın nagomisinin gümüş kurşun yaklaşımına değil, sihirli halı yaklaşımına dayandırılması gerektiğinden daha önce söz etmiştim. Hayatınızdaki farklı etkenleri dengeye oturtmak sağğın nagomisine dair önemli bir ilkedir. Bir başka önemli unsur da arzularımızın bilincine varmaktır. Son kitabımda ikigai’den bahsetmiştim ve bu kavram sağğın nagomisiyle yakından ilgilidir.

Pratik açıdan, ikigainin farklı yönleri vardır. Köpeğinizi yürüyüşe çıkarmak ya da sabah bir fincan çay demlemek gibi küçük şeylerde bile ikigai bulunabilir. Daha kavramsal düzeyde ise ikigainin özü, kişinin çevresindeki insanlarla ve kendiyle olan ilişkilerindeki esneklik ve kapsayıcılıkla ilgilidir.

İkigaiyi takdir etmek ve hayatınızda uygulamak için ikigainin ne olmadığını anlamanız çok önemlidir. O, yapılması ve yapılmaması gerekenleri listeleyen bir ideoloji değildir. ikigaiyle ilgili çok bilinen bir Venn şeması vardır. Bu şemada birbiriyle kesişen dört küme “sevdiğin şeyler”, “dünyanın ihtiyaç duyduğu şeyler”, “sana para kazandırabilecek şeyler” ve “iyi olduğun konular”ı temsil eder. emaya göre “sevdiğin şeyler” ile “dünyanın ihtiyaç duyduğu şeyler”in kesişimi misyonuna; “dünyanın ihtiyaç duyduğu şeyler” ile “sana para kazandırabilecek şeyler”in kesişimi yeteneğine; “sana para kazandırabilecek şeyler” ile “iyi olduğun konular”ın kesişimi işine; “sevdiğin şeyler” ile “iyi olduğun konular”ın kesişimi de tutkularına işaret eder.

Bu şemanın kökenine dair fikir ayrılıkları bulunmaktadır, ama Japonlara ait olmadığı kesindir. İkigainin bu şemadaki temsil edilişi Japon bakış açısına göre yanlış, çok yetersiz ve sınırlayıcıdır. İkigai bu şemada dört gerekliliği de karşılayan bir şey olarak tanımlanmıştır ki bu fazla katı bir yaklaşımdır. Tüm bu değerlere sahip olmak tabii ki güzeldir ama bu düşünce gerçekçi değildir. Tüm bu gereklilikleri karşılayan bir ikigaiye sahipseniz, harika. Ne var ki hepsine sahip olmaya çabalamanın takıntıya dönüşüp sizi esnek bir hayat sürmekten ve ikigai sahibi olmaktan alıkoyacağını söylemeye gerek bile olmadığını düşünüyorum.

İşin aslı, ikigainin Venn şemasıyla falan ilgisi yoktur, o bundan daha esnek ve kapsayıcıdır. Müzik yapmayı sevdiğiniz halde bu alanda iyi olmayabilirsiniz. Bunda hiçbir sorun yoktur ve bu durum müziği ikigainiz kılmaya engel değildir. Çizim yapmaktan bir hobi olarak keyif alıyor, ondan para kazanmıyor olabilirsiniz ve size keyif verdiği sürece bu harika bir şeydir. Dünyanın ihtiyaç duymadığı bir şey üzerinde çalışmak isteyebilirsiniz ve bu yine de sizin mükemmel ikigainiz olabilir. Öte yandan ikigai sahibi olmak için bir şeyi sevmeniz gerektiği muhakkaktır. Diğer tüm unsurlar çok da önemli olmayan detaylardır.

Macar psikolog Mihaly Csikszentmihalyi “akış”, yani kişinin bir konuya gömüldüğü takdirde içinde bulunduğu zihin yapısı üzerinde çalışır. Akışta olduğunuz zaman maksimum performans gösterir, neyle meşgulseniz onu en iyi şekilde yaparsınız. Zamanı ve kendinizi unutursunuz. Akışta olduğunuzda, yaptığınız şeyle bir olursunuz. Kişinin yaptığı şeyle bir olması ikigainin ve sağlıkta nagominin en önemli özelliğidir.

Örnek verecek olursam, beslenme şekli, nagomi temelli bir hayatın en önemli bileşenlerindendir. Tokyo sokaklarında dolaşırken fark edeceğiniz şeylerden biri -tabii Tokyo’nun doğusunda, pek çok sumo merkezinin bulunduğu Ryogoku bölgesinde değilseniz- burada diğer ülkelere nazaran kilolu insana daha az rastladığınız olacaktır. Sumo güreşçileri profesyonel sebeplerle kilo alırlar. Sumo güreşçileri için yapılan -ve chanko olarak bilinen- geleneksel yemek hazırlığı güreşçilerin sağlıklarını koruyarak kilo almalarına olanak verir. Lezzetli sebze çorbaları, soya ya da miso ile tatlandırılmış balık ve et etrafında şekillenen chanko aşçılık biçimi Japon mutfağının pek bilinmeyen nimetlerinden biridir. Kilo fazlası olan sumo güreşçilerinin çevikliği Japon aşçılık ve yeme biçiminin muhteşemliğinin ispatıdır.

Sumo güreşçilerini saymazsak Japonya’daki genel ilke aşırı yememek ve içmemektir. Japonların harahachibu denilen bir kavramı vardır. Anlamı “mide yüzde 80”dir. Bu yaklaşım tamamen doymadan, yani mide yüzde 80 doluyken yemek yemeyi bırakmak gerektiği fikri üzerine kuruludur. Bu, aşırı yemeyi önlemek açısından mantıklı bir yöntemdir çünkü yemeğin midenize ve bağırsaklarınıza vardığı ve nihayet size doygunluk hissi verdiği an, dudaklarınız arasından geçtiği andan daha sonra gelir. Harahachibu ilkesiyle yemek yemek, kısaca söylemek gerekirse, iştahınızda nagomiyi sağlamaktır ve bu, hayatta sağlıkla ilgili olarak edinebileceğiniz en etkili alışkanlıklardandır.

Zen rahipleri harahachibuya harika birer örnektirler. Chubu bölgesinin Honshu adasındaki Fukui vilayetinde bulunan Eiheiji tapınağı Japonya’da bir Budist rahibin eğitim alabileceği en saygıdeğer yerlerden biridir. Bir zamanlar, bu tapınakta on yıldan fazla eğitim almış bir Zen rahibi olan Jikisai Minami ile bir dizi ilginç sohbetimiz olmuştu. Jikisai bana tapınaktaki öğrencilerin keyfini çıkardığı (ya da bakış açınıza göre “katlandığı” da denebilir) son derece ilkel diyetten bahsetmişti. Bu diyet, “bir çorba, bir okazu (yemek), artı pilav” anlamına gelen ichiju issai sistemini temel alıyordu. Porsiyonlar küçük, içerik sınırlı olsa da bu öğünler yüzyıllar içinde oluşmuş ve çoğunlukla yazılı olmayan gelenekler aracılığıyla aktarılmış bilgeliğin ürünüydü ve ağır eğitim programları (tipik olarak yazın sabah 3’te; kışın 4’te kalkıp güneş doğarken meditasyon yapmayı içeren bir program) olan genç rahiplerin zihin ve beden sağğını korumaya yarıyordu.

Yemek yeme, Budist eğitimin önemli ve temel bir parçası olarak görülür. Hatta yemek yemek bu genç rahipler için bir meditasyon biçimidir. Sessizlik içinde yer, yedikleri şeye şükranlarını sunarlar. Rahipler önlerindeki her şeyi yer, geride hiç yemek artığı bırakmazlar. O kadar ki yemekten kalktıklarında sofra takımı olduğu gibi bir sonraki öğünde kullanılmak üzere yerine kaldırılacak kadar temiz olur.

Jikisai Minami, Tokyo Waseda Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Eiheiji tapınağında on yıldan fazla kalır. Bu süre içinde Japonya’nın en prestijli üniversitelerinden birinden mezun olmuş bir entelektüelden Budist bir rahibe dönüşür. Jikisai’nin bana söylediğine göre bu geleneksel öğünler, içerdikleri besin ve porsiyon açısından çok dengeli olduğu için eğitim almak üzere tapınağa gelen rahipler çok sağlıklı olurlar. Ciltleri gençleşip ışıldamaya başlar, bedenleri incelip daha atik hale gelir. Hatta Eiheiji rahipleri Paris’teki bir defilede kedi yürüyüşü yapan modellerinkine benzeyen zarif bir havaya sahiptirler. Jikisai bana Eiheiji’de eğitime başladığında kadınların ilgisini daha çok çekmeye başladığını söylemişti (evet, modern Japonya’da rahipler evlenebiliyorlar).

Tüm bunlara karşın, yemek konusundaki bu katı yaklaşımı herkes benimseyemez. Bir keresinde taksiyle Eiheiji tapınağını ziyaret etmiştim. Taksi şoförü bana bazen genç rahipleri gerisin geri en yakın istasyona bıraktığını söylemişti. Bunlar dayanamayıp tapınağı terk eden, istedikleri her şeyi istedikleri kadar yiyebilecekleri dünyaya geri dönen rahiplerdi. Bu çok insani bir şey, demişti taksi şoförü hoş bir şekilde gülerek.

Hepimizin Zen Budisti olamayacağı bir gerçek, ama seküler dünyada yaşayan bizler yine de diyetimize dikkat edip onu dengeli bir hale getirebiliriz. Sağğın nagomisi, yediklerimizin çeşitlilik içermesi demektir. Hatta ilginçtir ki sağlık bilinci pek olmayan tipik bir Japon bile dengeli beslenir. Bugünlerde hem beslenmede çeşitliliğin ve yiyeceklerin içeriğini, besin değerlerini, nasıl pişirildiğini bilmenin önemine hem de gıda üretiminin çevreye etkilerine dair farkındalık Japonya’da gitgide artmaktadır. Shokuiku (gıda eğitimi) kelimesi Japonlar arasında popüler olmaya başlamıştır.

Kariyerini beslenmeye, önleyici hekimliğe adamış tatlı dilli bir tıp doktoru olan Tiji Nakamura, Japon diyetinin içerdiği sofistikelikten övgüyle söz eder ve bu diyetin dünyanın diğer yerlerinde beslenme şeklini geliştirmek isteyen insanlar için model oluşturabileceğini söyler. Dr. Nakamura genel olarak halkın beslenme şeklini geliştirip sağğını koruması için coşkulu kampanyalar düzenlemiştir. Onun ve onun gibi başka insanların sayesinde Japon ilkokullarında sunulan öğlen yemekleri diyette nagomiyi sağlamaya dair birer model olmuştur.

Japon diyetinin bir başka faydası da onun bağırsaktaki iyi mikrobiyomu beslemeye odaklanmasıdır. Miso, soya sosu gibi fermente yiyecekler Japon mutfağında önemli rol oynar. Fermantasyonun kökenine baktığımızda bu yöntemin buzdolabının icadından önce yiyecekleri korumak için geliştirildiğini görürüz, ama artık onun sindirim sistemimiz ve bağışıklığımız için çok faydalı olan yiyecekler üretmeye yaradığını da biliyoruz. Fermantasyon sırasında bakteri, maya ve mantar gibi mikroorganizmalar ürer. Bu mikroorganizmalar yiyeceklerdeki şeker ve nişastayı doğal bir koruyucu işlevi gören alkole ya da aside dönüştürür. Hatta çoğu Japon, evinde her gün miso ve soya sosu tüketir ve günümüzde Batı’nın da kombucha, kimchi ve kefir gibi fermente yiyecekleri ve içecekleri sahiplenmeye başlaması iyi haberdir.

Fermantasyondan geçmiş yiyeceklerin tüketimi insan sağğına, yiyeceklerin korunmasının çok ötesine uzanan faydalar sağlar. ekerlerin ve nişastaların dönüşümü, yiyeceklerdeki doğal, faydalı bakterileri ortaya çıkarır. Probiyotikler ya da “iyi” bakteriler olarak bilinen bu bakterilerin sağğa, özellikle de sindirim sistemine, çok faydalı olduğu düşünülmektedir.

Sağğın nagomisinin önemli bir parçası yemekse, önemli bir diğer parçası da aktif olmaktır. Budist keşişlerin meşgul olduğu fiziksel aktiviteler çok çeşitlidir. Bahçelerin süpürülmesi ve tapınak zeminlerinin temizliği, eğitimlerinin temel unsurlarıdır. Bazı uç durumlarda birkaç seçilmiş elit keşiş 1000 gün boyunca, aydınlanma amacıyla dağlarda gece “maratonları”na çıkar. Modern perspektiften bakıldığında bu aktiviteler sağğın nagomisini besleyen ve nihayetinde kişiyi aydınlanmaya götüren sporlar ya da oyunlar olarak görülebilir.

Formda ve sağlıklı kalmanın, yukarıda bahsedilen, spor ve oyun gibi belirgin ve formel yolları olsa da shinrin-yoku ya da orman banyosu da sağğın nagomisini sağlamak için en önemli yöntemlerdendir.

Tüm dünyada gitgide daha popüler olan shinrin-yoku kavramı ve pratiğinin ilk etapta nasıl ortaya çıktığına göz atmamız ilginç olabilir. Shinrin-yoku, zamanın Ormancılık Bakanı Tomohide Akiyama’nın 1982’de ortaya attığı, nispeten yeni bir kelimedir. Shinrin orman demektir. Yoku ise banyo yapmayı ifade eden genel bir Japonca sözcüktür. Sözcük bir onsen kaplıcasında banyo yapmayı (onsenyoku) ifade etmek için kullanılabileceği gibi okyanus banyosunu (kaisuiyoku), güneş banyosunu (nikkoyoku) ve ay banyosunu (getsuyoku) ifade etmek için de kullanılabilir. Akiyama, Nagano kökenlidir. 1998’deki Kış Olimpiyatları’na ev sahipliği yapan Nagano, Japonya’nın merkezinde yer alır ve çok güzel sıradağları ve derin, bakir ormanlarıyla meşhurdur. Akiyama’nın, çocukluğunda ve gençliğinde ormanın nimetleriyle derinden bağ kurmuş olması ihtimali yüksektir.

İnsanların ormanın derinliklerine dalması sadece Japonya’da olan bir şey değildir. Japonya’daki shinrin-yoku kavramının özelliği, orman atmosferiyle banyo yapma fikridir. Japonların banyo ideali, kişinin içinde bulunduğu çevreyle arasında nagomi kurmasıdır. Bu çevre ister onsen olsun, ister okyanus, ister orman… Eğer bir onsen kaplıcasında banyo yapıyorsanız ısının vücudunuzda çeşitli fizyolojik tepkilere yol açmasına izin verir, cildiniz mineralleri emerken bu sıcak, zengin mineralli suyla aranızda nagomi kurarsınız. Orman banyosu yapıyorsanız beş duyunuz aracılığıyla ağaçların uğultusuna, kuşların cıvıltısına ve rüzgârın esintisine kendinizi kaptırarak sizi saran ortamla aranızda nagomi kurmaya çalışırsınız. Banyo yoluyla elde edilen nagominin güzelliği, kişinin kendini bırakıp nagomiyi sağlamak için yapılması gereken bütün işi bedeninin ve bilinçdışı süreçlerin halletmesine izin verebilmesidir.

Yoku kavramının özünde bir şeyle bir olmak vardır. Yokudan kasıt kişinin kendisini herhangi bir ortama tamamen bırakması da olabilir. İçinde bulunduğunuz herhangi bir ortamla bir olmayı başarırsanız bu yokudur. Banyo kavramı ya da çevreyle bir olma ve bu yolla kişinin kendisiyle ve çevresiyle arasında nagomi kurması, Japon değerlerinin ve ahlakının çok önemli bir parçasıdır. Hatta bunu Japon kültüründe önemli görülen her şeyin temeli saymak bile mümkündür.

Shinrin-yoku kavramının ilk olarak ormanlarla ilgili bir yetkili olan Akiyama tarafından ortaya atılmış olması, Akiyama’nın Japonya ormanlarının varlığını desteklemek ve korumak için ağaç kesme harici yollar aradığına dair bir gösterge sayılabilir. Ormanın güzelliğini ve sağğını korumak için insan müdahalesi gereklidir. Orman, bilinçli insanlar tarafından bakılıp korunmaya ihtiyaç duyar. insan aktiviteleriyle çevrenin korunması arasında denge kurmaya gitgide daha fazla gereksindiğimiz bir çağda shinrin-yokunun işaret ettiği yol önemli ve ilham vericidir.

Sağğın nagomisini yakalamak için bedene ve zihne iyi bakmak şarttır ve bu karmaşık hayatın içinde hiçbir etken tek başına bizi desteklemeye yetmez. Egzersiz ve dinlenme, çalışma ve oyun, zorlanma ve konfor, başarı ve başarısızlık… Bunların hepsi bir araya geldiğinde dengeli ve ahenkli bir hayat yaratır. Ne var ki sağğımız söz konusu olduğunda genellikle karmaşık bir bütüne değil, tek bir unsura odaklanırız. Kulağa oldukça mantıklı gelebilen şöyle cümleler sağğın nagomisinde olup bitenlerin yanlış birer temsili olabilmektedir:

“Her gün koşuyorum, bu kadar sağlıklı olmam bu yüzden.”

“Sabahları yoğurt yiyorum, bu sayede genç kalıyorum.”

“Karşıma çıkan insanlara gülümsüyorum, mutlu olmamı sağlayan şey bu.”

Bunlar iyi alışkanlıklar olabilir, ama nagomi, esenliğimize katkıda bulunan geniş bir yelpazeye yayılmış unsurları içerir.

Budist keşişler gibi eğitim almanıza gerek yoktur; ama yemeğinizi farkındalıkla yiyebilir, ne derece doyduğunuzun bilincine varabilir, önünüzdeki yiyecek için şükran duyabilir, taze, mevsiminde toplanmış, leziz ve besleyici gıdalardan faydalanabilirsiniz. Evinizi temiz ve düzenli tutmak da harika bir nagomi egzersizi olabilir çünkü bu, dikkatinizi toplayarak dengeli bir tutumla eyleme geçmenizi gerektirir. Açık havada zaman geçirmek ve içinde bulunulan atmosferi içtenlikle takdir etmek de -onun için de banyo yapmak- önemlidir. ‹ster orman banyosu yapın, ister seçtiğiniz başka bir atmosferi takdir ediyor olun…

Tüm bunları hep birlikte yapmak ve hayatta bize her konuda cevap olacak tek bir gümüş kurşun bulunmadığı gerçeğinin bilincine varmak bizi sağlığın nagomisine götürür.

Share This