Bunun komik bir soru olduğunu kabul ediyorum. “Elbette zaman geçse de aynı kişiyim!” diye haykırabilirsiniz şayet okuduğunuz kitaplara bağırmaya yatkın biriyseniz.

Eminim ki çoğumuzun inandığı şey, yüzeysel özelliklerimiz değişse de “özümüzde” aynı kaldığımızdır. Sonuçta ikinci sınıfta ön dişini kıran, arkadaşlarıyla gürültü patırtı yapan çocuk başka biri değildir; temelde hâlâ ben oyum!

1943’te Nazi toplama kampı Auschwitz’de tanışıp âşık olan Jerzy Bielecki ve Cyla Cybulska’yı ele alalım. Jerzy üniforma deposunda çalışan bir arkadaşıyla birlikte sahte bir SS subay üniforması yaptı. Sonra kendisine herhangi bir tutukluyu yakındaki bir tarlaya götürme yetkisi veren sahte bir belge düzenledi. 1944’ün bir yaz günü uykusuz kalmış bir şoför Jerzy ve Cyla’yı kampın dışına çıkardı. On gece boyu yürüdüler. Ta ki Jerzy’nin amcasının evine ulaşana dek… Başkalarına yardım etmeye dair yoğun bir dürtü hisseden Jerzy Polonya yeraltı ordusuna katıldı. Bir süre sonra bir dizi yanlış anlaşılmanın da etkisiyle Jerzy ve Cyla birbirinin öldüğüne inandılar.

Yaklaşık kırk yıl sonra o sırada Brooklyn’de yaşayan Cyla kendisini kurtaran ve sonra ölen adamın hikâyesini üzüntüyle temizlikçisine anlattı. Tesadüf bu ya, temizlikçi Polonya kanalında bir adamın aynı hikâyeyi anlattığını henüz dinlemişti. Cyla’ya bunun aynı adam olup olamayacağını sordu. Belki de ölmemişti?

O konuşmadan bir hafta sonra Cyla Krakow’da bir uçaktan indi. Ayrı kaldıkları yılları temsilen otuz dokuz adet gül taşımakta olan Jerzy onu karşıladı. İkisi de dul kalmıştı. Cyla’nın öldüğü 2005’e kadar birbirlerini on beş kez daha gördüler. Jerzy son röportajlarından birinde eski aşkı Cyla’ya hâlâ çok âşık olduğunu belirtti.

Birbirini on sekizindeyken tanımış bu çiftin altmış yedi yıl sonra hâlâ âşık olabileceği fikri, kişinin kimliğinin sabit oluşuna dair güçlü bir argümandır. Araya giren onca zaman ve ikisinin de deneyimlediği travmalar düşünülünce, birbirleri için tanınmaz hale gelecek kadar değişmiş olabileceklerini hayal etmek güç değil. Tekrar bir araya geldiklerinde bu iki yabancı arasındaki, tuhaf bir toplantıdan ibaret de olabilirdi.

Bizler Jerzy ve Cyla’nınki gibi hikâyeleri sever, onlara tutunuruz, çünkü uzun vadeli ilişkilerimizin istikrarlı olmasını isteriz. Evlilikle ilgili dile getirilmeyen vaat kısmen de, ilk çıkmaya başladığınızda gülümseyişini fark ettiğiniz partnerinizin değişmeden kalacağına dairdir. (Elbette vaadin diğer kısmı birlikte gelişmektir, ama büyük olasılıkla kim olduğunu tamamen değiştirmek istediğiniz biriyle de evlenmezsiniz.)

Öte yandan bu sabit kalma arzusu aptalca olabilir.

New York Times’ın en popüler makalelerinden birinin başlığı “Yanlış İnsanla Evlenecek Olmanızın Nedenleri”dir. Makalede filozof Alain de Botton şu kötümser fakat güven veren iddiayı öne sürmüştür: Mükemmel ilişki ve mükemmel partner diye bir şey yoktur. Biriyle evlenme sebebimiz her zaman mutlu olmak değildir (evlenme nedenimizin bu olduğunu düşünsek de!); ilişkinin başında hissettiklerimizi kalıcı kılmaktır. Ne var ki bu istek pek rasyonel olmayabilir. Botton şöyle yazar: “İlk kez evlenme arzusu duyduğumuzda hissettiğimiz duyguları şişelemek için evleniriz.” Partnerimize olan hislerimizin öngöremeyeceğimiz biçimlerde değişip dönüşeceğini hesaba katmayız. Benzer şekilde partnerimiz de değişip dönüşür. Tabii biz de…

Peki, zaman geçtikçe aynı kalan nedir? Değişen nedir? Kişilik psikoloğu Brent Roberts’ın hayat boyu üzerinde çalıştığı bazı sorular vardır. Roberts, yakınlarda Rodica Damian ve diğer meslektaşlarıyla birlikte beş yıllık bir zaman dilimi içinde kişiliğin devamlılığını -ve değişimini- inceleyen bir makale yayımlamıştır. 1960’ta yaklaşık yarım milyon Amerikalı lise öğrencisi (öğrencilerin aşağı yukarı yüzde 5’i) iki buçuk günü birtakım anketler ve test sorularını yanıtlayarak geçirmiştir. Yetenek Projesi adlı bu girişimin ardındaki fikir, pek çok gencin onları mutlu edecek kariyerlere yönelmediğine inanan psikolog John C. Flanagan’a aittir. Flanagan’ın bulduğu çözüm, Amerikalı lise öğrencilerini beceri ve eğilimleri yönünden değerlendirmeye alıp onları daha ideal işlere yöneltmek olmuştur.

Elli yıl sonra bu çalışmaların ilk katılımcılarından yaklaşık beş binine yeniden anket verilmiş, bu grup ilk grubu temsil edecek şekilde özenle -orijinal örneklemle neredeyse aynı kadın erkek oranı ve benzer coğrafi bölgelerden- seçilmiştir. 1960 ve 2010 anketlerini analiz ettiklerinde Damian ve Roberts’ın on altı yaşındaki bir ergenin altmış yaşında bir yetişkine dönüştüğünde ne olduğunu görmesi mümkün olmuştur. Merak ettikleri şey temel kişilik özelliklerinin ne derece sabit olduğudur.

En doğru cevap ise şudur: Sorunun nasıl sorulduğuna göre değişir.

Bu konuya yaklaşma biçimlerinden biri şudur: Zamanında sınıfın en utangaç öğrencisi idiyseniz yetişkinlikte arkadaş grubunuzun daha utangaç üyelerinden olma ihtimaliniz hayli yüksektir. Brent bunu bana şöyle açıklamıştır: Diyelim ki akranlarına göre oldukça sokulgan bir ergenin yetişkinlikte de akranlarından daha sokulgan olacağı üzerine bahse girmeyi düşünüyorsunuz. Doğru tahminde bulunma şansınız yüzde 60 olacaktır. Rasgele zar atmaya göre daha iyi bir oran ama yine de kesinlikten çok uzak.

Deneyimlerimizin, dönüşeceğimiz kişi üzerinde büyük etkisi vardır, bu yüzden yetişkin halimizin ergen halimize benzeyeceğinin garantisi yoktur. Bu makalenin motivasyonlarından biri, 1990’lardaki toplumsal kargaşanın ve rejim değişikliğinin yıkıma uğrattığı Romanya’da büyümüş olan

Rodica’nın deneyimleridir. Bana anlattığına göre Rodica çocukken tanıdığı insanlardan bazılarının acı çekerken diğer bazılarının esenlik içinde yaşamaya ve kişiliklerini geliştirmeye devam etmesinin sebeplerini merak etmekteydi.

Yani, başkalarına kıyasla konumlandığınız yerin sabit bir tarafı olmakla birlikte, önem taşıyan alanlarda büyüyüp gelişmeye devam etmeniz de mümkündür. Örneğin pek çok insan yaş aldıkça yüklenmeye muktedir olduğu sorumluluk ve duygusal istikrar düzeyi yönünden değişir. Diğer taraftan insanlar arasında bazı ciddi farklar vardır: kimi çok değişirken, kimi pek değişmez. Sözgelimi Yetenek Projesi’nin katılımcıları arasındaki yetişkinlerin yüzde 40’ı herhangi bir alanda istikrarlı değişim gösterirken, yüzde 60’ı göstermemiştir.

Bu, altmışlarımıza geldiğimizde hepimizin ergenliğimizde olduğumuzdan bambaşka insanlara dönüşeceğimiz anlamına gelmez. Beş adet temel kişilik özelliğimiz vardır -yeni deneyimlere açıklık, sorumluluk, uyumluluk, dışadönüklük ve duygusallık- ve çoğu kişi on yıl içinde bunlardan herhangi birinde önemli değişiklikler tecrübe eder. Bu -önemli özelliklerden birinin on yılda değişmesi- dikkate değer bir şeydir! Öte yandan beş özellikten dördü aşağı yukarı aynı kalır. Sonuçta devamlılık galip geliyor gibi görünmektedir. Brent’in dediği gibi: “İnsanlar on yılda karakterlerini baştan aşağı yeniden inşa ediyor değiller.”

Kısacası, zaman geçtikçe dönüştüğümüz kişinin aynı insan olup olmadığı sorusunun basit bir cevabı yoktur. Bazı açılardan aynı kalsak da diğer bazı açılardan aynı kalmayız. Yat metaforuna dönecek olursak, yelkenleri değiştirip boyayı yenilerken zemin döşemesini olduğu gibi bırakmış olabiliriz. Belki de döşemeyi değiştirmiş fakat tekne direğine dokunmamışızdır. Baştan aşağı yeni bir tekne değilizdir; ama aynı tekne olmadığımız da kesindir.

Gelecek versiyonunuzdaki bu kaçınılmaz değişiklikler daha somut sorular doğurur. Madem ki değişeceğiz ve beklenmedik biçimde değişeceğiz, peki, bu değişim benliğimizin devamlılığına dair algımızı nasıl etkiler? Mesela Pedro

Rodrigues Filho artık cinai dürtülere kapılmadığı için yepyeni birine dönüştüğünü düşünüyordu. Benzer şekilde, yeni boyanan bir tekne, güvertesi aynı kalsa da yepyeni hissettirebilir.

Bu devamlılık algılarının önemli olmasının nedeni, davranışlarımıza çok fazla etki etmesidir. Eğer The Whirled Traveler’ı hâlâ kendi teknemiz olarak görüyorsak ona daha iyi bakarız. Gerektikçe parça değişimi yapar, hatta belki bazı yerlerinde iyileştirmelere gideriz. Öte yandan teknemiz başka bir tekne -pek bağlılık duymadığımız ya da pek bir ortak geçmişimiz olmayan bir tekne- gibi gelmeye başlarsa ona ailecek çıktığımız tatilde kiraladığımız arabaymış gibi davranmaya başlarız.

Aynı mantık kimliğiniz için de geçerlidir. Şimdiki ve gelecekteki benlikleriniz arasında güçlü bir bağ hissederseniz -şimdiki benliğiniz geçmiş benliğinizden, gelecekteki benliğiniz şimdikinden farklı da olsa- kendinizi geliştirmeniz için gereken zorlu çalışmayı yapma olasılığınız çok daha fazla olur.

Share This