Bu ay, ailece çıktığımız Bodrum tatilinde, zihnime serbest kürsü yaptırdım. Her duyguya ve düşünceye söz hakkı tanıdım. Hiçbirine tutunmamaya ve takılmamaya çalıştım, tatilin keyfinden mahrum kalmamak adına. Ve keşfettim ki birçok konu gibi “bireysel gelişim” de bıçak sırtına yerleşebiliyor. Farkındalıktan uzak yaşamak sarkacımın bir ucuysa “gelişiyorum” adı altında “kendimi didikleyişlerim” de sarkacımın diğer ucu. Ancak her iki durumda da aynı noktaya varıyorum: Gelişimden uzaklaşırken kendimi, “Benim her an çözmem gereken sorunlarım var.” değersizliğinde ve “Sorunlarımı bir türlü tam olarak çözemiyorum.” yetersizliğinde buluyorum. Bir olay sonucunda yaşadıklarımın yarattığı duygular kendimle ilgili yargılamalara dönüşüyor ve bu düşünceye sımsıkı tutunarak eksikliğimi bir an önce kapatmaya çalışıyorum. Geçmişin Billur’unu rahat bırakmıyorum, Şimdinin Billur’unu andan koparıyorum ve Gelecekteki Billur için endişeleniyorum. Oysa bir soruna tutunmak ve aynı yoldan mücadele etmek diğer seçenekleri görmemi engelliyor. Kendime ve başkalarına karşı objektifliğimi ve adaletimi yitiriyorum. 20 senedir kat ettiğim yola haksızlık ederken kendim için kaybettiğim anlayışı başkalarına da yansıtamıyorum. Sık sık sorguladığım özgürlük kavramı ve “Özgür değilim.” sitemlerimi tutsak ettiğim düşüncelerimle karşılaştırdığımda yine aynı sonuca varıyorum: “Fiziksel dünyada yaşadıklarım zihnimin bir yansımasıdır.”

İşte zihnimin 10 günlük serbest kürsüsünden birkaç alıntı:

Yalnızım. Hayatımdaki bütün insanlar göçebe gibi geliyor ve ben de onlara sımsıkı tutunmaya çalışıyorum. Bir de gururum var onlara bunu hissettirmemeye çalışan. Yine de sanki gökyüzündeki yıldızlar gibi onlar da bir bir düşüyor ve beni bırakıyorlar. Fakat biliyorum ki arkadaşlık emekten ve vefadan oluşuyor. Oysa ben bunu yeterince gösteremiyorum. Niye bu kadar zor? Gerçekten yalnız mıyım? Yoksa kendimi mi yalnızlaştırıyorum? Annem diyor: “Bir burada hep beraberiz ama bir tek sen yalnızsın.” Bilerek surat asıyor, kendimi herkesten uzaklaştırıyorum. Başka türlü davranmak içimden geçse de bilerek böyle yapıyorum. Engel olamıyorum. Fakat yoruldum zihnimin bir köşesi “yalnızım” derken bir köşesinin yalnız olmadığımı kanıtlamaya çalışmasından. Yalnızlık duygumun yarattığı kısır döngüden çıkmalıyım. Ancak duygu ve mantık beraber yürüdüğünde dengeye gelebiliyorum. Harekete geçiyorum. Niyeyse bir anda bakıyorum da sevgimi verebileceğim birçok insan var iki aile sekiz birey çıktığımız bu tatilde… Gülüyorum ve sevdiklerimi öpüyorum!
Mutluyum. Denizin üstündeyiz. Yer de gök de zifiri karanlıkken yıldızların parlama cesaretine hayranım. Yıldızlardan ilham alarak sevgimi gösterme cesaretine bırakıyorum kendimi. Teknenin güvertesine uzanmış babamın yanına uzanıyorum ve ona sarılırken kardeşimin de elinden tutuyorum. Babam da bana sarılıyor. Sevgime karşılık almak ne kadar da güzel. Tablo annemin gelişiyle tamamlansa da o bizim babamla hasret giderdiğimiz ana saygılı. Hayal ettiğim tabloların gerçekleşmesi bir parça hayal kırıklığını barındırabiliyor oysa bu anı hiç hayal etmemiştim. O yüzden beklentisiz, eşsiz ve sonsuz. Yine en güzel şeyler en az beklediğimiz anlarda oluyor: Üç tane yıldızın görkemli kayışına şahit oluyorum; ben de bu anın içimdeki sonsuzluğunu diliyorum.

***

Kırgınım. Bir dostum sitem ediyor bana. Kendimce siteminde haksız. Ben de sitem ediyorum ona. Bence sitemimde son derece haklıyım. Onun alışmadığım ağır üslubuna buruluyorum. Bense genel sert mizacımı kırmaya çalışıyorum sonradan doldurulamaz duygu boşlukları yaratmamak için. Aslında onun siteminin gerisindekini farklı bir anlayışla anlıyorum yine de kendi haklılığımı da talep ediyorum ondan. Ben de anlaşılmak istiyorum. Her zaman olduğu gibi haklılık savaşının kazananı olmuyor. Sonra zihnimde şu ses yankılanıyor: “Haklı olmak mı önemli mutlu olmak mı?” Bu tartışmanın sonucunda ikisi de olamıyorum.

***

Kararsızım. Bir yandan çok sevdiğim bir arkadaşıma verdiğim bir söz diğer yandan aynı arkadaşımın karşıma çıkardığı ekoloji alanındaki bir eğitime gelen kabulüm… Asıl sorunsa sözümle eğitim tarihinin çakışması. Eğitimin saatlerini ihlal etmemek kaydıyla izin almaya çalışıyorum eğitimi hazırlayanlardan fakat kamp kuralları gereği alamıyorum. Bu durumda tercih yapmam gerekiyor çünkü aynı anda ikisini de gerçekleştirebileceğim bir seçenek belirmiyor zihnimde. Arkadaşımın bu sözümü tutamamam durumunda incinmesinden ve bana bozulmasından da korkuyorum; fakat bu eğitim uluslararası olması, üniversite eğitimimle, bireysel tutkularımla ve hayat amacımla ilgili olması dolayısıyla benim için çok önemli. Neyi tercih edeceğimi bilemiyorum. Sonra O ses yankılanıyor: “Aslında tercihini yaptın. Sadece bunu söylemek kaldı.” Arkadaşımı arıyorum ve kararımı büyük bir sıkıntıyla bildiriyorum. O ise farklı ve beklemediğim bir olgunlukla “Evet bu tam olarak anlayış gösterebildiğim bir durum değil. Ancak sana kırılacak, incinecek de değilim. Sen bir tercih yaptın ve ben de bundan sonra tercihlerini hangi yönde kullandığını biliyorum.” diyor. Ben de bir kez daha tercihlerimi hangi yönde kullandığımı görüyorum. Bireysel arzularım ve hedeflerimle arkadaşlık kavramı ve vefa bir kez daha çatışıyor. Ancak şu anda bu gerginliği sonlandıracak kapıyı açan anahtarı göremiyorum. Ve bu düşünceleri de akışına bırakıyorum…
Şefkatliyim. Geçmişindeki ve tavrındaki sertlikle gözlerindeki sevgi, şefkat ve anlayışın zıtlığına hayret ettiğim bir insanla tanışıyorum. Orta yaşının deneyimlerini ilgiyle, çocuk ruhunun esprilerini ise kahkahalarla dinliyorum. 70 yaşındaki bir insan 20 yaşındaki bir insanı nasıl 10 gün boyunca güldürebilir ki? Anlıyorum ki her insan hem yaşam hikayesiyle hem de paylaştığı anlarla gerçekten bir zenginlik. Sonra bir an oyun perdesi kapanıyor, maskeler çıkıyor ve “Ben hiç doğduğum için mutlu olmadım ki. Ben hiç “İyi ki doğdum.” demedim. Doğdum ve yaşıyorum.” diyor. Üzülüyorum. Ancak bir yandan da garip bir umut besliyorum. Gözlerindeki heyecan ve şefkat bana o anın çok yakında olduğunu haber veriyor. Eskiden karakalem resim yaptığından bahsedince İstanbul’a döndüğümde ona resim malzemeleri postalamayı düşünüyorum. Tam o anda elinde küçük bir hediye paketiyle karşıma çıkıveriyor. Bana ve ailenin kızlarına gönlünden hediyeler kopmuş. Gözlerim doluyor. O “vermenin” mutluluğunu hissederken bense “almanın” mutluluğunu değil onun mutluluğuna duyduğum sevinci ve coşkuyu hissediyorum. Vedalaşırken son söylediği söz şu oluyor: “Kızım o güzel tebessümünü suratından hiç eksik etme.”

***
Rahatsızım. Tüketim kültürünün ve modanın dayatmaları beni çok rahatsız ediyor fakat bir yandan da bunun içinde yaşıyorum. Yeni akım bir “Beach”e gidiyoruz. Biz daha sakin bir yerde olmamıza rağmen “Beach”in öbür tarafı çok farklı. Bangır bangır tatsız bir müzik, boş içki şişeleri ve “Biz çok eğleniyoruz.” alt metni altında sosyal medyada paylaşılan binlerce fotoğraf. Hep aklımdan şu geçiyor: “Gerçekten çok eğlenseler fotoğraf çekmeyi unuturlardı.” O an karar veriyorum ki benim ruhum çok daha farklı yerler çok daha farklı eğlenceler çekiyor. Mesela Karadeniz yaylalarında yörenin çocuklarıyla koşuşturmak, Fransa’nın lavanta tarlalarında avcumu lavantalara sürterek lavantaları koklamak, Van Gölü’nde İnci Kefalleri akıntıya karşı yüzerken onları fotoğraflamak… Sonra bir arkadaşımın çok önceden söylediği bir söz aklıma geliyor: “Senin içine 60 yaşında kadın kaçmış.” Gerçekten de öyle mi? Ya da farklı olma çabası mı yine? Tek bildiğim popüler kültürün artık beni mutlu etmediği.

***
Heyecanlıyım. Yepyeni, eskilerinden çok daha beyaz bir sayfa açılıyor önüme. Yeni bir üniversite dönemi başlıyor. Ders programımı ayarlarken alacağım yeni dersler, tanışacağım yeni insanlar, öğreneceğim yeni bilgiler ve yeni fırsatlar için farklı bir heyecan duyuyorum. Çünkü geçen sene her an zirveye odaklanarak çıktığım “başarı” dağımı yıktım; o dağın sağlamlığını korumaya çalışmaktan yorulmuştum. Lisedeki başarılı yıllarımın aksine bu sene fizikten kaldım ve diğer derslerimi de oldukça aksattım. Fakat şimdi bu bende farklı bir motivasyon ve heyecan uyandırıyor. “Yeninin” heyecanı… Şimdi direksiyonun bende olduğunu hissediyorum. Sürece ve keyfe daha çok odaklıyım… Hala hedeflerim var; fakat hayata daha güvenli, daha alçakgönüllü, daha esnek ve risklere karşı daha cesaretle yaklaştığımı hissediyorum. Yaşamayı sevdiğim gibi yaşamın ta kendisi dönüşümü de seviyorum!

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/serbest-kursu/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/serbest-kursu/" data-text="Serbest Kürsü" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/serbest-kursu/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p><a href="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/58624_446912001590_4125200_n1.jpg"><img fetchpriority="high" decoding="async" class="alignright size-medium wp-image-5790" title="58624_446912001590_4125200_n" src="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/58624_446912001590_4125200_n1-300x232.jpg" alt="" width="300" height="232" /></a>Billur 1994 yılında hayata gözlerini açtı. Saint-Joseph lisesini severek bitirdikten sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümüne kendi tercihiyle geçiş yaptı. Kendi bölümü biyolojiye ve bilime duyduğu ilginin yanında psikoloji, biyoenerji, psiko-kinesyoloji, bireysel gelişim, felsefe, edebiyat ve resim sanatı gibi alanlarda kendisini merakla geliştiriyor. Bambaşka dünyalara ait gibi gözüken bu alanların özünde gösterdiği paralellikten etkilenerek profesyonel anlamda bilimle spritüelliği barıştırmak istiyor. İlkokul çağında teyzesinin aldığı yarı değerli taşların şifalarını keşfederek başlayan yolculuğunda izlediği fantastik filmlerdeki “sihir”in derinlerde hep gerçek olduğuna inanıyordu. Ortaokul çağında annesinin rehberliğinde hayatına giren Kuantum ve Çekim Yasası kavramlarıyla artık bu “sihir”in gerçek olduğunu biliyor. Bu bilinçle kendisini gelişime cesaretle açarak kendi dünyasını genişletirken Dünya’da fark yaratmak istiyor. “Umut içimizdeki potansiyelin göz kırpışıdır.” sözüyle Nil Gün’den aldığı ilhamla dünyada “bir şeylerin” değişiminin içimizdeki minik umut tohumlarının yeşermesiyle başlayacağına inanıyor. Karanlığın içinde yanan mumları herkese göstermek istiyor. İşte bu yüzden kendi yazılarında “Benim umudum var!” diyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This