Duvarları kuşatın da/ Tutuklayın hepsini/ Ne böyle gurbet olsun/ Ne böyle ayrılıklar
Kaldırın duvarları/ Yıkın gitsin hepsini/ Ne böyle zulüm olsun/ Ne de böyle şarkılar
Duvarları devirin de/ Kül edin betonları/ Ne böyle sınır olsun/ Ne böyle düşmanlıklar
Kaldırın duvarları/ Yıkın gitsin hepsini/ Ne böyle zulüm olsun/ Ne de böyle şarkılar
Zülfü Livaneli, Duvarlar
Buradaki ritüelim sabah beş-otuz yogası; ardından şalımı, defterimi ve bir iki meyve alıp altı-otuz gibi dağ yürüyüşü; şehitliğin olduğu tepede oturup seyre dalmak etrafı; yazmak; deniz kenarına inip dinlemek; koklamak; çok üşümezsem denize girmek; meyve yemek; eve yollanmak…
Hava hafif serin bugün. Turuncu sarı iplerle dokunmuş şalıma sarınıp ayaklarımın altında dillenen toprak yolu, hafif esintiyle mırıl mırıl ağaçları, toplanmış başaklardan geriye kalan sarı kuru otları duyumsayarak; incir ağaçlarından kırmızı ağızlarını hafifçe açayazmış incirler yiyerek yürüyüşüme devam ediyorum.
Boğazıma, göğüs kafesimin önüne-arkasına, koltukaltlarıma ve alt karnıma kadar derin nefeslerle köyün havasını soluyorum. Farklı kokuların varlığını, birbirine karışışını; bu karışımdan ortaya çıkan o eşsiz rayihayı içime doldurarak tepeye davetle yokuşu çıkıyorum.
İşte yine Seddülbahir köyündeki Yahya Çavuş Şehitliği’nden denize ve köye bakıyorum. Saat henüz çok erken. Uzakta havlayan köpek sesleri, inek ve koyun seslerine karışıyor. Ağaç altına oturup nefeslenmek; seyretmek; içimde olanları izlemek; sessizlik; saçlarımı okşayan hafif esintiyi hissetmek… Hareketsiz oturmaya devam ettikçe barışıklık; kendimde olan olmayan, benden olan olmayan her şeyle, yaşamla bütün ve uyumlu olma hissi beni sarıyor.
Şu an, bu satırları yazarken kıçıma batan minik taşlar eşliğinde, ayak parmaklarımdan ortancasını ısıran karıncaya bile “Şımarık seni” diyecek kadar hoşum; anlayın artık. Mezarlar, ağaçlar, taşlı toprak yollar, deniz, köy… Sessiz, dingin, yumuşak. Sanki her şey barışık kendi ve birbiriyle ve elbette yaşamla. Uyumlu ve birleşmiş bedenlerin dansı gibi görünüyor gözüme dokunan ne varsa. Bu dansın bir parçası olmanın duygusu içindeyim.
Hemen arkamda tahtaları ve urganları eskimiş, hâlâ korunmaya çalışılan siperler, önümde nefes nefes hayat. Bu hayata bir an göz kırpıp kaybolan askerlerin boynu bükük siperleri, titrek ve yaşlı, hüzünlü ve yorgun parmaklarını sırtımda gezdirirken, capcanlı yaşamın kendini sunuşu zarif elleriyle yüzüme dokunuyor. İkisi arasında oturmuş, ikisinden doğan, ikisine de benzeyen ve ikisine de hiç benzemeyen bir oluşun içine akıyorum her kalbim attığında. Yani öyle hissediyorum. Şimdi burada kendimce var olmanın çelişkisini, savaşlarımı –kendimle, hayatla, insanlarla- dirençlerimi, isyanlarımı; tüm bunlarla iç içe geçip arada sadeleşip bana en net haliyle gözüken bütünlüğü; varlığımın bu karmaşık, naif ve birbirine bağlı ağ içindeki anlamlılığını; karşıtlıklarımdan sıyrılıp çıkan içime yer eden olgunlaşmanın nazik-duyarlı-samimi-seven temasını hissediyorum.
Söylesene biraz sonra içine kendimi bırakmayı istediğim deniz, onlar da sana baktılar mı uzun uzun? Sende gördükleri neydi, söyle be deniz? Benim içinde eridiğim dinginliğe, saniyelik de olsa hiç şahit olabildiler mi? Topların, tüfeklerin sustuğu; milletin, sınırların, savaşın, düşmanlığın sustuğu bir an da olsa, kısacık bir sabaha varış anında, saniyelik de olsa yaşamın uyanışına eşlik ederek şahit olabildiler mi? Hayran olarak tüm benliğimle izlerken bu oluşa ortak olduğum hissini yaşadığım şu an gibi anları olabildi mi hiç? Katılarak dâhil olduğum akışın coşkun ruhunu onlar nasıl tecrübe ettiler, anlat be deniz. İçten, dönüştüren, olgunlaştıran, yürekleri eritip yumuşatan ve yeniden sevgiyle şekillendiren bir sesle; doğanın yapmacıksız, sade, özden kopup gelen nefesinin yaşamın genzinde dinlenip demlenip dudaklarından çıkan tınısıyla anlat.
Anlat ki bilelim. İnsanlığımız içlensin. Bir daha olmasın siperler, ölümlerin üzerinde yazılı kalıp sallanıp durduğu anıtlar, hücreler, savaşlar. Kim ve ne adına içinde olduğumuzu bile bilmeden devam ettirdiğimiz, savunduğumuz, gurur duyduğumuz, ortak ve dâhil olduğumuz, yaşamın her anına yayılan; sevgilimizle, kendimizle, etrafla ilişkilerimize sızan; ölümden daha da beslenen savaşlar olmasın artık diye. Tekrar tekrar güçlendirip yaratmayalım bu ruhu diye anlat be deniz.
Şu an içimde ne bir özlem ne bir arzu, ne yarına dair bir plan. Sadece bu siperlerin yanında, buradan gelip geçmiş ve benim hiç bilmediğim bilemediğim ruhların anıları eşliğinde yaşama kendimce katılıyorum. Onlar gibi, herkes ve her şey gibi.