Genç kuşağı eleştirmeye girişmeden önce onları kimin yetiştirdiğini anımsayın.

-ANONİM

Hayatta belirli bir sözcük ya da cümlenin sizi apansız yakalayıp varlığınızın en derinine işleyecek kadar can evinizden vurduğu bir iki sefer olmuştur. Kendisi de meditasyon öğretmeni olan dostum Wes Nisker’ın, “Siz hatanız değilsiniz” deyişini duyduğumda bana olan da buydu.

Bunu işittiğimde taş dolu çantayı sırtımdan indirmişim gibisine bütün bir yük katmanının eriyerek üzerimden kalktığını hissettim. Bir anda kim ya da ne oluşumun tümüyle kendi hatam olduğuna inanmanın ölü ağırlığını peşimden sürüklememe artık gerek olmadığının bilincine varmıştım.

“Ben hatam değilim –ne müthiş bir anlayış” diye düşündüm. “Kendime bakışın ne kadar farklı bir yolu.” Çoğu kişi gibi ben de hatam olduğum inancını sürdürmekteydim: Düzensiz, duyarlı, düşük enerjili ve eleştirmene göre yanlışım olan şeylerden ötürü suçlanması gereken kişinin ben olduğum inancını.

Tüm bunları üzerime alınmayacak olsam ne olacağını merak ettim. Suçlama ya da sorumluluğu üstlenmesem ne olacağını. Bu elbette şu andaki davranış biçimime ilişkin kişisel sorumluluğumu ortadan kaldırmıyordu. Sadece kendimi tuhaf özelliklerim, yetersizlik ve zaaflarımdan ötürü suçlamamak anlamına geliyordu. Erken bir yaşta aşılanmış ve bugünümde çok büyük bir etkisi olan kültürel, sosyal, biyolojik ve ailevi koşullanmaların kancasından kendimi kurtarmak anlamına.

Bunun sizin için ne şekilde geçerli olduğunu düşünün –sizin de hatanız demek olmadığınızı. Sahip olduğunuz beden biçimi, rengi ya da büyüklüğünü siz mi istediniz? Şu takıntılı, kontrolcü zihni? Etnik kimliğinizi siz mi sipariş ettiniz? Belki aşırı, irrasyonel ya da değişken olma eğilimi gösteren duygusal tarzınızı bir katalogdan siz mi seçtiniz? Sizde duygusal yaralar açan, geride nevrozlar bırakmış işlevsiz aileyi siz mi istediniz? Herhalde hayır.

New Age düşüncesinde bu hayatta sahip olduğumuz her şeyi bizim istediğimiz söyleniyor. Bu ister bedenimiz, ailemiz isterse travma ve karşılaştığımız güçlükler olsun. Buna şiddetle karşı çıkıyorum. Nerede ampirik kanıtı? Bütün bunları isteyerek bu dünyaya geldiğinizi öne süren “geçmiş yaşam” medyumları ve teorisyenleri olabilir. Ancak bu kanıtlanamayacak spekülatif bir inanç sistemidir. Dahası, insanlarda hayatlarının zorlu ve çoğu zaman acılı koşullarından ötürü suçluluk yaratır.

Gerçekte bizler, izini sürmenin imkânsız olduğu sayılamayacak kadar çok neden ve koşulun bir toplamıyız. Kim olduğumuz ve kime dönüştüğümüz kontrolümüz dışında pek çok koşula bağlıdır. Nerede doğduğunuzu ve bunun sizi nasıl şekillendirip etkilediğini düşünün yeter. Kanada’nın kuzeyinde dondurucu soğuklarda bir yerli kabilesinde, Gana’da kumaş tüccarları ya da Buenos Aires’te tango öğretmenleri arasında doğmuş olmakla ne kadar farklı olacağınızı.

IQ’nuzun 70 puan daha yüksek oluşunun yaratacağı farkı düşünün. Ya da çocukken bir öğrenme güçlüğünüz olmuş (veya olmamış) olsa nasıl olacağını. Siz küçükken ana babanız ayrılmış (ya da ayrılmamış) olsa. Satrançta çok iyi olup ülke şampiyonu olmuş olsanız. Yaşadığınız kasaba bir kasırgayla yeryüzünden sinmiş olsa. Bizi biçimlendiren onca faktör, etki kontrolümüz dışındadır.

Yine de bir yerlerde tüm bunların sorumluluğunu üstlendik. Ego günün birinde olanca kibriyle ayağa kalktı ve “Evet, bu iş bende biter –hepsi de benim suçum” dedi. “Beni ben yapan yegâne faktör kendimim. Başka hiçbir şeyin önemi yok. Ne yaptığıma bağlı olarak başarılı da olabilirim başarısız da, kendimi vezir de ederim rezil de.”

Bir an durun ve buraya, evrende dönüp duran şu kaya küreye nasıl geldiğinize ve sizi etkileyen toplumsal, kişisel, genetik sayısız faktöre ilişkin büyük resme bakın. Daha geniş resme bakmak size miras kalmış ya da kendi geliştirdiğiniz zorluk, özellik, alışkanlık ve zaaflarınıza şefkat doğmasına yol açar. Neden? Çünkü hatanız olmadığınızı, bu hayata adım atarken karılmış kartlardan bir el aldığınızı görmenizi sağlar.

Elbette elimizdeki kartlarla nasıl oynadığımız büyüyüp yetişkin olduğumuzda çok daha fazla sorumluluğumuzdadır. Fakat o zaman bile bu aynı kartlara verdiğimiz karşılıkların hangi ölçüde keyfi ve kontrolümüz dışında etkilerce belirlendiğini azımsayamayız.

“Neyin içine düştüğün değil, onunla ne yaptığındır fark yaratan” diye bir söz vardır. Ya da psikolog Carl Jung’un biraz değiştirilmiş sözü: “Ben başıma gelen değil, olmayı seçtiğimim.” Bize düşen kim ve ne olduğumuzdan ötürü suçlamak ve suçu paylaştırmak değil. Sadece kendimizi nazik, araştırıcı bir tavırla karşılamak ve bu hayatta çalışacağımız hammaddeye duyarlı olmak. Bu, suçlayıp reddeden yargıcın tavrından çok farklı bir yönelimdir ve tuhaf harika, kimi zaman işlevsiz hallerimize daha fazla alan tanıyarak kendimize kabulle yaklaşmamızı sağlar.

Benzer şekilde içsel eleştirmeniniz de sizin hatanız değildir. Zihninizin ortaya attığı sayısız yargılayıcı düşünce de öyle. Hiçbirini üzerinize alınmak zorunda değilsiniz. Eleştirmenin yargıları siz değil. Her şey gibi eleştirmen de koşullanmanın bir sonucu, çocukluktaki gelişimin gerekli bir parçasıdır. (Bu konuyu daha derinlemesine Altıncı Bölümde ele alacağız.) Eleştirmenin gerekli, yararlı olduğu zamanı aşmış olması da sizin hatanız değildir. Şimdi yapmanız gereken zihninizi mekan tutan yargılayıcı sesler için sorumluluk almak ve gerekiyorsa çekip gitmelerini istemek ya da en azından akşam yemeğine davet etmemektir!

Yargılar için geçerli olan düşünceler için de geçerlidir. Siz düşünceleriniz değilsiniz. Düşüncelerinizin arkasında “biri” yok. Düşünceler kendileri düşünür. Beyin günde altmış yetmiş bin düşünce düşünür. Dünya kadar düşünce eder bu! Gerçekte kaçını bile isteye siz düşünüyorsunuz? Daha olası olan bunların rutubetli bir ormandaki mantarlar gibi bitiverdiğidir.

Farkındalıkla bir adım geri çekilip ağlarına fazla dolanmadan düşüncelerin bu küçük gösterisini izlediğinizde ferahlık alanı ve özgürlüğün mümkün olduğunu hissedebilirsiniz. Kafanızdaki düşüncelerin sorumluluğunu bırakmakla kalmayıp farkındalıkla onların anlamı ve etkisiyle aranıza mesafe de koyabilirsiniz. Onları gerçeğin sesi olarak görmek yerine bir pınardaki kabarcıklar gibi gelip giden düşüncelerden ibaret aldığınızdan sizi aynı acı verici şekilde vurmaz olurlar.

UYGULAMA

Üzerinize Almamak

Bir kağıda kendinizi suçladığınız ya da sizin hatanız olduğunu düşündüğünüz şeyleri alt alta yazın. Ardından her birinin yanına ayrı bir sütunda bundan ötürü gerçekten, haklı bir şekilde suçlanıp suçlanamayacağınıza dair bir not düşün.

Sözgelimi ilk sütuna ortalamaya göre fazla kilolu olduğunuzu yazdınız diyelim. Yan sütuna kilonuza etki eden, kontrolünüz dışında ve sizin hatanız olmayan bazı neden ve koşulları yazıyorsunuz. Örneğin ailenizde şeker hastalığı var ya da tip 2 şeker hastasısınız. Metabolizmanız çok ağır. Ortalamanın üzerinde bir cüsse ile dünyaya gelmişsiniz.

Yineleyelim, bu kişisel sorumluluktan kaçınmak değil, hayatınızı etkileyen daha geniş çaplı neden ve koşulları görmekle ilgilidir. Size ilişkin belirli şeyleri bütünden ayırarak sizin hatanız olmakla suçlayan eleştirmeni dengelemenize yardımcı olur.

Başka bir örnek: İlk sütuna sosyal olarak utangaç olduğunuzu yazdınız diyelim. İçsel eleştirmeniniz bunu bir sorun ve sizin hatanız olarak görmekte. Yan sütuna ailenizin bir dinsel, sosyal ya da etnik azınlığın parçası olduğu bir yerde büyüdüğünüzü, farklı olmanızdan ötürü zorbalıkla karşılandığınızı, itildiğinizi ya da aşağılandığınızı yazıyorsunuz. Yıllar boyu maruz kalınmış bu tür bir davranış belki de sosyal durumlarda son derece doğal bir korku ya da temkin hissinden kısmen sorumlu olacaktır.

İki sütunu da tamamladığınızda düşünmeye zaman ayırın ve hayatınıza daha geniş bir açıdan bakışın nasıl bir his verdiğini ayrımsayın. Mesele, davranış ya da özelliğe onu bütünden ayırarak yaklaşmak yerine –kontrolünüz dışındaki çok sayıda neden ve koşulla- nasıl oluştuğuna bakın. Bunları daha objektif bir şekilde gördüğünüzde utanç ve mahcubiyet katmanlarını da üzerinizden sıyırıp atabilirsiniz. Bu, bu konulara daha büyük bir açıklık ve sorumlulukla karşılık vereceğiniz enerjiyi serbest bırakır ve gerektiğinde etkili bir adım atmanıza yardımcı olur.

Share This