Ses, titreşimler halinde yayılıp algımızda canlanıyor. Önce ses tellerimiz titreşiyor, sonra o yayılan dalgalar hem kendimizin hem de başkalarının kulaklarında yine titreşim olarak canlanıyor. Beynimizde ise anlam kazanıyor. Bunu ta ilkokuldan beri biliyordum. Hatta şöyle öğrenmiştik: Sesin yayılabilmesi için maddeye ihtiyaç vardır. Örneğin kulağını demir bir çubuğa dayasan ve bir başkası da çubuğa çok uzaklardan tokmakla vursa sen o sesi duyabilirsin çünkü demir hızlıca sesi iletebilir. Şimdi sesin yayılması neden bu yazının konusu olabilecek kadar önemli olsun diyorsun. Haklısın. O zaman en baştan başlayayım…

sonsuzluk-ve-dalgalar-i

Bir gün yine canım sıkılmıştı. Bazı anlar vardır ya düşünmekten çok yorulursun, en sonunda düşünmeyi bıraktığın bir an gelir ve gözlerin boşlukta asılı kalır. İşte öyle bir anda metrobüsün olağan karmaşasında gözlerim çok şanslıydı çünkü sıradan bir manzaraya değil de İstanbul Boğazı’na takılmıştı. Boğaz’ın mavisine takılmışken bakışlarım dalgalara kaydı. Bir yük gemisi Boğaz’ı yarıp geçerken kocaman dalgalar yaratıyordu. Kaynağından çıkıp sürüklenen dalgalar bazen usulca bazen de hışımla karaya çarpıyordu. Karaya çarpıp yok oluşlarını izliyordum 1.5 km tepeden.

Yok olmak mı? Aynı dalga bir daha denizde görünmüyor diye yok olduğunu da nereden çıkarmıştım şimdi? Varlıklarının bizim algımızda kaybolması gerçekten kayboldukları anlamına gelebilir miydi? Biz çoktan köprüyü geçmiştik, dalgalar beni bırakmıştı ama ben dalgaları bir türlü bırakamamıştım. Kendimce çılgın bir fikir düşmüştü zihnime: “Ya dalgalar hiç yok olmuyorsa?” Dalgalar karaya çarpıyordu ve karadaki toprağı taşı ne varsa her şeyi titreştiriyordu. Titreşen her tanecik etrafındaki diğer tanecikleri de titreştiriyordu. Elbet bir an geliyordu. Yanındaki taneciği harekete geçirebilme enerjisi bitiyordu son taneciğin. Fakat enerji yok olmaz ki… O enerji başka bir enerjiye dönüşüyordu. Sanki her hareket sonsuza kadar öyle ya da böyle var olmaya devam ediyordu.

Düşüncelerim hızla denizin dalgalarından diğer dalgalara zıplayıverdi. Ses de bir dalga. Yarattığımız seslerin maddeler dünyasında kaybolmama ihtimali olabilir miydi gerçekten? Farklı enerjilere dönüşse de gerçekten de yok olmuyordu ses. Çünkü ya maddeyi titreştiriyordu, ya da madde tarafından soğuruluyordu ama enerji düzeyinde başka enerjilere dönüşüyordu.

sonsuzluk-ve-dalgalar-ii

O zaman biraz daha ileri gitsek mi? Ya farklı seslerin birleşimi olan sözcüklerimiz hiç kaybolmuyorsa? Sevgi sözcüklerimiz, kızgınlıkla söylediklerimiz, küfürlerimiz, sevinç çığlıklarımız, korkuyla haykırdıklarımız veya kahkahalarımız ya bir yerlerde asılı kalıyorsa? Ya maddenin var olabildiği her yerde bizim seslerimiz yani sözcüklerimiz de var olabiliyorsa? Bir kez bile söylenmiş olsa…

Şöyle bir durdum ve düşündüm. Acaba hangi sözcüklerimin sonsuza kadar dalgalanmasını isterdim? Veya vefayla, şükranla, coşkuyla, sevgiyle hangi sözcüklerde sonsuza kadar var olmak isterdim?

Düşünsel bir zincirin sonucunda ortaya çıkan bu olasılık dahilinde, sadece bir olasılık dahi olsa, çirkin sözcüklerin bildiğimiz gerçekliği ele geçirmesine izin verebilir misin?

Sahi, hangi sözcüklerin sonsuza kadar dalgalanmasını istersin?

Billur Bektaş

 

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/sonsuzluk-ve-dalgalar/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/sonsuzluk-ve-dalgalar/" data-text="Sonsuzluk ve Dalgalar" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/sonsuzluk-ve-dalgalar/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p><a href="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/58624_446912001590_4125200_n1.jpg"><img fetchpriority="high" decoding="async" class="alignright size-medium wp-image-5790" title="58624_446912001590_4125200_n" src="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/58624_446912001590_4125200_n1-300x232.jpg" alt="" width="300" height="232" /></a>Billur 1994 yılında hayata gözlerini açtı. Saint-Joseph lisesini severek bitirdikten sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümüne kendi tercihiyle geçiş yaptı. Kendi bölümü biyolojiye ve bilime duyduğu ilginin yanında psikoloji, biyoenerji, psiko-kinesyoloji, bireysel gelişim, felsefe, edebiyat ve resim sanatı gibi alanlarda kendisini merakla geliştiriyor. Bambaşka dünyalara ait gibi gözüken bu alanların özünde gösterdiği paralellikten etkilenerek profesyonel anlamda bilimle spritüelliği barıştırmak istiyor. İlkokul çağında teyzesinin aldığı yarı değerli taşların şifalarını keşfederek başlayan yolculuğunda izlediği fantastik filmlerdeki “sihir”in derinlerde hep gerçek olduğuna inanıyordu. Ortaokul çağında annesinin rehberliğinde hayatına giren Kuantum ve Çekim Yasası kavramlarıyla artık bu “sihir”in gerçek olduğunu biliyor. Bu bilinçle kendisini gelişime cesaretle açarak kendi dünyasını genişletirken Dünya’da fark yaratmak istiyor. “Umut içimizdeki potansiyelin göz kırpışıdır.” sözüyle Nil Gün’den aldığı ilhamla dünyada “bir şeylerin” değişiminin içimizdeki minik umut tohumlarının yeşermesiyle başlayacağına inanıyor. Karanlığın içinde yanan mumları herkese göstermek istiyor. İşte bu yüzden kendi yazılarında “Benim umudum var!” diyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This