Selen’in Agroekoloji Günlüğü‘nden
agroekoloji.wordpress.com

 

Aylardır bu konu hakkında yazmak istiyorum ama ne zaman masa başına otursam hevesim kaçıyor. Organik tarım meselesi o kadar çok konuşuldu, o kadar çok deşildi ki. Ama bir arpa boyu yol gidilemedi maalesef. Hâlâ ortada dolanan inanılmaz bir bilgi kirliliği var; ortaya atılan iddialar ve abuk subuk yorumlar da cabası. Öncelikle şunu demeliyim ki organik tarım hakkında bu kadar çok bilim dışı ve yanlış yorum yapıldığını başka yerde görmedim. Biraz futbol maçı yorumculuğuna benzetiyorum bu durumu. Bir şeyi karalamadan önce iki yazı okusa insanlar hayat daha güzel olacak. Aynı şekilde bir şeye körü körüne bağlanmadan önce de biraz araştırma yapılsa gerçekler daha çok ortaya dökülecek.

Nedir bu organik tarım?

Organik tarımın Türkiye’de neden bu kadar tartışma yarattığını anlamak için organik tarım tanımlarına bakmak gerekiyor.
Dünyada organik tarımın tanımını yapan, kurallarını düzenleyen, işleyişini araştıran IFOAM kuruluşunun sitesinde organik tarım şöyle tanımlanmış:

Organik tarım; toprağın, ekosistemlerin ve insanların sağlığını gözeten bir üretim sistemidir. Yöresel koşullara uyum sağlamış döngülere, biyolojik çeşitliliğe ve ekolojik süreçlere dayanır; hasar verici etkisi olan maddelerden uzak durur. Organik tarımda, geleneksel olanla yeni ve yaratıcı olan, bilimsel olan -hepimizin ortak malı, paylaştığımız çevrenin lehine- bir arada kullanılır; gaye, ilgili bütün taraflar için adil ilişkileri ve kaliteli bir hayatı teşvik edip yaygınlaştırmaktır.

Şimdi Türkiye’de Tarım Bakanlığı’nın yaptığı tanıma bakalım: (ki bence olay burada karışıyor)

Organik Tarım; üretimde kimyasal girdi kullanmadan, yönetmeliğin izin verdiği girdiler kullanılarak, üretimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı tarımsal üretim biçimidir. Organik tarımın amacı; toprak ve su kaynakları ile havayı kirletmeden, çevre, bitki, insan ve hayvan sağlığını korumaktır.
Bu yazı da Bakanlık sitesinde mevcut.

Görüldüğü üzere IFOAM tanımında kontrol ve sertifika üzerine bir yorum yok. IFOAM tanımın yapılma sürecini aynı sayfada anlatıyor ve bu konuda şöyle bir yorum yapıyor: No specific reference to certification (in line with position on full diversity of Organic Agriculture) Yani organik tarımın tüm halleriyle (çeşitliliğiyle) anlaşılabilmesi-tanımlanabilmesi için yaptıkları ana tanımın içine sertifikasyon hakkında bir bilgi koymamaya karar vermişler. Avrupa’da bazen sertifikasız organik lafını duyuyordum, sanırım bu kullanım şekli bu tanıma dayanıyor. Geçtiğimiz gün izlediğim akademik bir sunumda “kendinden organik” ve “sertifikasız organik” tamlamaları geçiyordu. Sertifika konusunda Türkiye’deki duruşu bildiğim için şaşırıp bunu soruşturdum. IFOAM bu konuda şöyle demiş:

Gelişmekte olan ülkelerde organik tarım standartlarını karşılayan ama sertifikasız olan tarım sistemleri vardır. Sertifikasız tarım, niyete bağlı olarak yapılan organik tarım çalışmalarına denir.

Şimdi yanlış anlaşılma olmasın ve IFOAM ile bizim Bakanlık çelişiyor gibi gelmesin. Organik tarım son tahlilde her ülkede farklı olarak tanımlanıyor, IFOAM ise sadece bir yol gösterici olmak için genel bir tanım yapıyor. Örneğin AB üyelerinde de bir ürüne organik gıda denilebilmesi için sertifikasyon zorunluluğu var. Gene ABD’de de gıdaların organik sayılması için bir sürü kanunlar düzenlenmiş. Ama benim anladığım bu ülkelerde sertifikasız organik denilen kavrama da hoşgörü gösteriliyor. Zaten IFOAM’ın yazısının devamında şu ifade var:

Gelişmiş ülkelerde, sertifikasız organik gıda genelde tüketiciye direkt yollarla satılır (yerel toplum destekli programlar, pazarlar, çiftlikten satış vs).

Bu arada gelişmekte olan ve gelişmiş ülke kavramlarını neden böyle kullanmışlar bilmiyorum, bu tanımlamalara karşıyım ama zaten bu başka bir yazının konusu olabilecek genişlikte bir mesele.

Şimdi burada anlamamız gereken şu: Organik tarımdan organik gıdaya geçiş sürecinde (yani üretim aşamasından satışa geçildiğinde) araya sertifikasyon zorunluluğu giriyor. Yani çiftçi ürününü organik diye satabilmek için belirli kurallara uymuş olmak zorunda. Ama aynı kurallara hatta daha fazlasına uyan bir çiftçi sertifika almayı reddedebilir. Bu onu kanunen organik olmaktan çıkartır ama ürününü organik ürün kadar sağlıklı ve doğa dostu yetiştirmiş olabilir. IFOAM bu konuya açıklık getirmiş ve bunu sertifikasız organik olarak tanımlamış.

Peki ama sertifikasyon sürecinden geçilmediği halde “Ben organik tarım yapıyorum” diyen çiftçilere nasıl güveneceğiz? İşte sertifikaların amacı da bu; üretici ile tüketici arasında güven sağlamak. Organik tarımda sertifikanın zorunlu olmasının sebebi bu. Aldığınız ürün -ister pazarda ister markette olsun- sertifikası yoksa organik diye satılamaz.

Burada ben iki şeyi sorgulamaya başlıyorum: sertifikaların güvenilirliği ve bizimki gibi, üreticilerin borç batağında yaşadığı ülkelerde bu işin ne kadar yürütülebilir olduğu. İlk soruma cevabı sertifika şirketleri vereceklerdir; bu şirketlere güvenmekten başka çaremiz yok (eğer tabii her ürünü kendimiz ayrıca laboratuarda tahlil edebiliyorsak başka). Ama ikincisi benim aklımı çokça kurcalıyor. AB ülkelerinde organik tarım için devlet desteği çok fazla; fakat bizde sertifika almak pahalıya patlayabiliyor. Bu sebeple organik ilkelere uysa da sertifika alamayan üreticiler olduğunu duyuyorum. Kısacası durum dışarıdan göründüğü kadar basit değil.SAYFA-BOLUMU

Şimdi başta bahsettiğim konuya yani organik tarımın eleştirilmesine gelirsek. Ortada dolanan yorumlarda en sık gördüğümüz nokta bu işin bir kandırmaca olabileceği ve organik gıdanın bir sektöre dönüştüğü. Gene aynı şekilde geleneksel-doğal tarım dururken organik tarıma gerek olmadığı ve bu kadar paranın boşa gittiği de bu laflara sıkça ekleniyor.

Öncelikle geleneksel-doğal tarım derken neyi kastettiğimiz çok önemli. Sümerler de doğal tarım yapıyorlardı (sonuçta o zaman garip kimyasallar yoktu) ama inşa ettikleri sulama sistemleri yüzünden medeniyetleri yok oldu gitti!!! Çünkü tarım teknikleri toprağın tuz miktarını fazlasıyla arttırdığı için toprak kullanılmaz hale geldi.

Yani geleneksel veya doğal tarım derken verdiğimiz örnekler de uygun olmalı. Yukarıda da dedim, bir çiftçi sertifika almasa da organik tarım ilkelerini gayrı resmi olarak uyguluyor olabilir. Bu onu, benim ve birçok insanın gözünde yüceltecektir. Bu çiftçiye bizzat güvenip, onun kimyasal kullanmadığını ve doğaya zarar vermediğini bilirsek biz gene de onun ürününü alabiliriz. Zaten hem Türkiye’de hem dünyada bu tür güven ilişkisine dayalı üretici-tüketici oluşumları şu anda var ve gayet de güzel işliyor. Kapınıza kadar güvendiğiniz üreticiden ürün gelebiliyor. Yukarıda da gördüğümüz gibi IFOAM da bunları onaylıyor, sertifikasız organik diye tanımlıyor.

Sanırım bu güven ve sertifikasyon hususunda atlanan şu: Organik tarım birilerinin uydurduğu, kafadan attığı kurallara bağlı değil. Sistem bilim insanlarının çalışmaları doğrultusunda evriliyor. Kimse oturduğu yerden “Organik tarım ilkesidir budur” demiyor. Sertifika almayan çiftçi doğal, kimyasalsız tarım yapıyor olabilir ama örneğin uyguladığı bazı metotlarla çiftlik etrafındaki dereye zarar veriyor olabilir. Bunu nasıl ölçeceğiz? Aynı Sümer hikâyesinde olduğu gibi, her doğal tarım çalışması doğaya saygılı olmayabilir…

En baştaki tanıma geri dönelim. Organik tarım sadece kimyasal tarım girdisinin olmaması değildir, biyoçeşitlilik de demektir, doğaya saygı da demektir, adil ilişkiler de demektir. Bunları ölçen de bilimsel çalışmalardır, maalesef ülkemizde bilim yerlerde süründüğü için bu konuyu düşünmüyoruz ama böyle bir gerçek var. Bilim insanları zaten organik tarımın zararlarını yararlarını vs. ölçüyor ve konuya katkıda bulunuyorlar. Onların buldukları sonuçlar da sertifikasyon sürecinde çalışanlar tarafından çiftçiye aktarılıyor ve çiftçi de bunları uyguluyor. Nehir de, tarladan geçen kuş da, atadan kalma domates de korunuyor. Kısacası sertifika kuruluşu işini iyi yapıyorsa üretici sadece kimyasaldan kaçmakla kalmayıp, toprağını da koruyor, tarlasının yakınındaki nehri de koruyor, kuşu da böceği de koruyor.

Bence sorun insanların organik tarımda kimyasal kullanımına çok fazla odaklanmış olması ve asıl büyük resmi görmemesi. Olay sadece kimyasal kullanımı değildir! Olay doğayı bütüncül olarak korumaktır.

Organik tarıma karşı olan birisi de bence “Bana ne ben doğal tarım yapıyorum” diyerek değil “Bakın ben organik üretici değilim ama şu şekillerde toprağımı koruyorum, nehrimi koruyorum” diyerek insanların karşısına çıkmalıdır. Yoksa kimsenin hiçbir üreticiden organik olmasını beklediği, çiftçiyi buna zorladığı yok. Sertifika sürecinin finansal olarak çiftçi için ne kadar sancılı olabileceğini biliyorum, birçok kişi de bunun farkında. Ama sırf kimyasal kullanmıyor diye de her üreticinin doğaya saygılı olduğuna inanmak zorunda değilim, benim için bütün ekosistem, bütün doğa önemli, sadece garip isimli iki şişe kimyasal değil.

Tartışmamız ve karşı gelmemiz gereken en önemli şeyin organik tarımın sektörleşmesi ve şirketlerin himayesi altına girmesi olduğunu düşünüyorum.

Evet bu konular söz konusu olduğunda ben de organik tarımı sorguluyorum. Özellikle Avrupa’da organik gıda kapitalist dünyanın bir uzantısı olmuş durumda ve ben gezilerimde bunun konvansiyonel gıdadan bir farkı olmadığını gördüm, çok sinirlendim. Her şey minicik plastik paketlerde satılıyor, organik tarıma uygun kimyasallar zirai şirketler tarafından çiftçilere dayatılıyor, ürünler dünyanın bir ucundan bir ucuna uçaklarla gönderiliyor, şirketler deli gibi kazanç sağlarken çiftçiler kıt kanaat geçiniyorlar. Buna ben de karşıyım ve karşı olacağım. Bunu tartışmalıyız ve konuşmalıyız. Ama organik tarımın temeline, yani doğaya uygunluğuna ve ekosisteme olan yararlarına güvenmeliyiz ve destek olmalıyız. Evet ben de soruyorum: Organik gıda satıldığı, pazarlandığı haliyle doğaya saygılı mı? Hayır bu haliyle değil ve adil bir sistemde de yürütülmüyor. Organik gıda petrole, plastiğe bağımlı oluyor gün geçtikçe. Ama gıdanın satılması ile tarım yapılması birbirinden ayrı iki süreç. Organik yerine yücelttiğimiz her doğal tarım metodu doğal değil bunu gözden kaçırmamalıyız. Organik tarımı sektörleşti, plastikleşti diye kestirip atamayız çünkü organik tarım bütün ekosistemleri korumayı amaçlayan bilimsel deney ve sonuçlara dayanmaktadır ve bunun pazarlama aşamasından önce dünyaya kazandırdığı değerler vardır. Bu gerçeklere omuz silkemeyiz.

Ben körü körüne organik tarıma bağlı değilim, zaten yazacağım tezlerden biri de organik tarımda endüstriyelleşme üzerine olacak. Şirketleşmeye ve endüstriyelleşmeye karşı olmaya devam edeceğim. Ama insanların, bütün atalarımızın, doğal dediğimiz her şeyin doğaya saygılı olduğuna da ne yazık ki durduk yere inanamayacağım.

Share This