Sekiz yılı aşkın bir süredir Danshari yöntemi hakkında seminerler düzenliyorum. Karşılaştığım bütün o atmayı beceremeyen –ve evleri tam bir çöplüğe dönmüş- insanlar sayesinde üç çeşit biriktirici belirledim. Elbette herkesin durumu farklı olduğundan bu herkes için geçerli olmamakla birlikte, çoğunuz bu kategorilerden birini kendinize uygun bulabilirisiniz. Kendinize objektif bir gözle bakın ve hangi kategoriye daha fazla eğiliminiz olduğunu görün.
Gerçeklerden kaçma:
Çok meşgulsünüz ve evde kalıp objeleri elemeye veya düzenlemeye vaktiniz yok. Eviniz en büyük tatminsizlik nedeniniz. Gerçekte çok meşgul olduğunuz için evde kalmıyor değilsiniz, aslında evde kalmak istemediğiniz için kendinize sürekli meşguliyet yaratıyorsunuz. Pek çok durumda asıl neden budur. Bu bir kısır döngüdür: evinizde ne kadar az zaman geçirirseniz eviniz o kadar dağınık olur ve eviniz ne kadar dağınıksa evinizde o kadar az vakit geçirmek istersiniz.
Geçmişe çok fazla bağlı olma:
Geçmişten gelen ve şu an hiçbir şekilde işinize yaramayan şeyleri biriktirme eğilimindesiniz. Gelecek kuşaklara bırakmak amacıyla eski fotoğraf albümlerini veya madalyaları saklıyorsunuz. Bu biriktiricilerin çoğu geçmişteki mutlu dönemlere takıntılarını gizlemeye çalışırlar. Gerçekle yüzleşmekte zorlanıyorsunuz. Bu kategorideki kişiler bazen gerçeklerden kaçma kategorisine de girebilirler.
Gelecek kaygısı:
Gelecekte olabilecek şeylere duyduğunuz kaygı yüzünden objelere yatırım yapıyorsunuz. Bu kategorideki kişilerin bir özelliği ölçüsüz miktarda günlük ihtiyaç maddeleri – örneğin kâğıt mendil gibi- depolamalarıdır. Bunların elinizin altında olmaması canınızı sıkar; elinizde hiç kalmaması durumunda ise kaygı duyarsınız. Gelecek kaygısı en yaygın olarak görülen kategoridir.
“Hiç evde değilim! Canım eve gitmek
istemiyor!”: gerçeklerden kaçma
Size bir odayı ayıklamak için gerekli olan koşul nedir, diye soracak olsam cevabınız ne olurdu? Bu soruya bazıları belli zaman dilimleri ayırmak diye cevap verirken, bazıları da motivasyondan bahsediyor… Elbette pek çok cevap vermek mümkün, ancak bunun minimum koşulu şu: evde olmak.
Genellikle gerçeklerden kaçma kategorisindeki kişiler bu ilk şartı yerine getirmiyorlar. iş, gönüllü olarak çalışma, arkadaşlarla yemek, alışveriş, hobiler vs. buna izin vermiyor. Çoğu zaman bu aktif kadın veya erkekler akşam iş çıkışı bir bara uğrayıp bir şeyler içiyor, eve çok geç dönüyor ve ayrıca hafta sonları da küçük kaçamaklar yapıyorlar. Kişi kendisi bunu fark etmese de aslında çok meşgul olduğu için eve girmiyor değil, ama eve girmek istemediği için kendisine sürekli olarak meşguliyet yaratıyor. Eve girmek istememesinin nedeniyle yüzleşmek istemiyor.
Yatak odamdaki komodin gizli duygularımı açığa çıkardı…
Tomoko çocukları büyüyüp evden ayrıldıktan sonra otuz yıldır ilk kez kocasıyla baş başa kalmıştı. Yarım zamanlı işi, hobileri veya izin günleri arkadaşlarıyla çıktığı yemekler arasında Tomoko çok meşgul bir kadındı. Evde fazla zaman geçirmediği için evini üstün körü bir biçimde temizlemeyi ve düzenlemeyi alışkanlık haline getirmişti. Zamanla çok fazla şey birikmeye başlamış ve evi boğucu bir hal almıştı… Durum artık tamamen kontrolden çıkmıştı. Bir kere bu kısır döngüye girince daha çok eve girmek istemez olmuştu. Peki bunun nedeni neydi? Nedeni kocasıyla ilişkisiydi. Bu evliliği kendisi istememişti, biraz zoraki bir evlilik olmuştu. İlk başından beri evliliğinde mutsuz olmuştu. Tomoko benim seminerlerimden birine katıldıktan sonra bu gerçeğin bilincine vardı. Danshari yöntemini uygulamaya sadece kendisine ait bir alan olan yatak odasından başlamaya karar verdi. Orada onca kaçmaya çalıştığı geçmişiyle yüzleşti. Çekmeceleriyle barıştı. On yıl önce boşanmaya karar vermiş, ancak bir süre sonra bundan vazgeçmişti. İçinde evlendiği gün giydiği kimono bulunan komodin gözünün önünde duruyordu. Çocukları yuvadan uçmuşlardı, görevini tamamlamıştı, gitmek istiyordu… Ama o komodine yeniden bakınca kendi anne- babasını hatırlamıştı, kocasını terk ederse ne düşüneceklerini, buna ne kadar çok üzüleceklerini düşünmüştü. Sonra yaşayacağı ekonomik zorlukları düşünmüş… ve vazgeçmişti. Ruhunun özgürlüğü ve komodin arasında komodin daha ağır basmıştı. Böylece sık sık dışarı çıkmaya başlamıştı. Ve on yıl sonra, yatak odasında Danshari yöntemini uygularken bir kez daha gerçek duygularıyla yüzleşti. Komodinini ve anne-babasının duygularını bir tarafa bırakıp bir karar alabildi. Sonunda kocasından boşandı. Ekonomik açıdan zorluk çekse de Tomoko artık evine girdiğinde mutlu oluyor ve nefes aldığını hissediyor. Kişisel alanı olan yatak odasını ayıklayarak gerçek arzusunu keşfetmiş oldu.
Sayısız obje ve yüklü oldukları hatıralar:
geçmişe aşırı bağlılık
Bu kategorideki kişileri sahip oldukları objelerden kurtarmak kolay iş değildir. Genellikle kaplumbağa adımlarıyla ilerlerler. Ellerindeki her objenin bir hatırası vardır. Karşı konulamaz bir biçimde geçmişe dalarlar ve geçmişten anekdotlar anlatmaya başlarlar. Bu uzun süre devam edebilir. Elbette anılara ve bize geçmişimizi hatırlatan objelere değer vermek kötü bir şey değildir. Ben de oğlumun çocukluğuna ait bazı eşyaları ve fotoğraf albümlerini sakladım, ama bazen geçmişe bağlı olan kişilerin sakladıkları obje miktarı ölçüsüz boyutlara ulaşabiliyor. Sonuç olarak bu kişiler gerçekte yaşamıyorlar.
Ailemin mutlu olduğu dönemler…
Artık kimsenin kullanmadığı kamp malzemeleriyle dolu olan veranda
Minako işi biraz abartmıştı… O kadar ki, kendime evlenmeden önce sahip olduğu ne varsa saklayıp saklamadığını sormadan edemedim. Eski aşk mektupları, bir zamanlar okumuş olduğu kitaplar, genç bir kızken erkeklerin peşinden koştuğu dönemlere ait fotoğraflar… Çocukluğunda anne babası Minako’yu üzerine titreyerek yetiştirmişlerdi. Otuz yıldır evliydi. Erkek arkadaşı eğer kendisiyle evlenmezse öleceğini söyleyerek kendisine baskı yapmıştı. Minako köşeye sıkıştığından evlenmeyi kabul etmişti. Ve otuz yılın sonunda kocası bir gün kendisine boşanmak istediğini söylemişti… Gururunun bin parça olduğu söylenemese de Minako bunu kabullenmekte zorluk çekiyordu. Objeleri atmaya çalışıyor ancak bunu bir türlü başaramıyordu. Özellikle de kendisine evliliğinin uyumlu ve ailesinin mutlu olduğu dönemleri hatırlatan kamp malzemelerini. Bununla birlikte, Danshari sayesinde bu durumu göğüslemeyi başarabildi. Yavaş yavaş evini boşaltmaya başladı. Bu tam üç yılını aldı ama sonunda kocasından boşanmayı kabul etti. Artık Minako kendisini çok muzaffer hissediyor ve neden daha önce özgür olmayı reddettiğini soruyor kendine. Hatta yeni bir aşka bile hazır olduğunu düşünüyor. Minako’nun hikayesi bize geçmişin bağlarından kopmanın zaman gerektirdiğini gösteren iyi bir örnek.
Yoksun olma korkusuna odaklanmak:
gelecek kaygısı
Bu kategorideki biriktiriciler sürekli olarak gelecekte şu veya bu objenin eksikliğini yaşayacaklarını düşünürler. Endişe içindedirler ve endişelerini gidermek için her şeyi depolama eğilimindedirler. Tuvalet kâğıdı depolayanlar belki de petrol krizinin yol açtığı kıtlığı unutmamış olabilirler. Ancak yeniden benzer bir duruma yol açacak yeni bir petrol krizi çıkması olasılığı ne kadardır? Hem sonra bu gelecek tam olarak ne zaman? Gelecekten kaygı duyan kişiler kafalarında bir gün bir şeyin kıtlığını yaşayacakları bir durum yaratırlar. Başka türlü söyleyecek olursam, objeleri depolayarak maddi olarak her şeye sahip olacakları bir gelecek kurmaya çalışırlar. Bu sadece tuvalet kağıdıyla sınırlı kalmaz, kâğıt mendil veya streç film gibi günlük hayatta gerekli olan bütün ürünleri satın alırlar, özellikle de bu ürünlerin indirimde olduklarını görmüşlerse. “Eğer evde kalmazsa tedirgin olurum”, “gerçekten de çok ucuz! fiimdi almazsam belki bir daha böyle bir fırsat yakalayamam.” Bu düşünceler kafalarında adeta bir saplantıya dönüşür. Ve çoğu zaman hiç kullanılmamış veya sadece yarısı kullanılmış dünya kadar şey dolapların dibinde uyumaya devam eder.
Annem on beş uzun yıl boyunca ilaçlarını sakladı
Bundan on beş yıl önce annem kaygı bozukluğuna yakalanmıştı. O dönem kendisine verdikleri ilaçlar çok etkili olmuştu ve bu nedenle onları büyük bir özenle ecza dolabında saklamaya devam ediyordu. Ancak aynı zamanda bu annemin bir gün tekrar hastalanmaktan korktuğunu gösteriyordu, yani bir anlamda zihinsel olarak kendini koşullandırıyordu: “İlaçları yeniden hasta olacağım gün kullanmak üzere saklıyorum.” Elbette, son kullanma tarihleri çoktan geçmişti. Kendisini tedavi etmiş bu ilaçlara karşı minnettar olmasını anlayabiliyordum, ama hastalığı yeniden baş gösterecek olsa bile, günümüzde tıbbın geldiği nokta göz önüne alınacak olursa eminim eskisinden çok daha güçlü ilaçlar bulacaktır. Annem kısır bir döngüye girmişti, kaygısını gidermek için kaygısının kaynağı olan hastalığının kanıtını elinin altında tutuyordu…
“Şimdi” kavramı
Karşılaştığım bütün o atmayı beceremeyen insanlar sayesinde fark ettiğim bir şey var ki o da şimdi kavramının kişiden kişiye değiştiği.
Örneğin, ilaçlarını on beş yıl boyunca saklamış olan annemin durumunu ele alalım. Belki de bu yöntemin konseptini anlamakta zorlanıyordur ama annem zaten on yıl önce olmuş şeyleri daha dün olmuş gibi değerlendirme eğiliminde olan bir insandır. Uzun süredir kullanmadığı bir şeyi gösterip ona şu an ihtiyacı olup olmadığını sorduğumda daima “evet” diye cevap veriyordu. Hatta bir keresinde şaka olsun diye kendisine bütün bunları öbür dünyaya götüremeyeceğini bile söyledim. Gayet sakin bir biçimde onları bu dünyada kullandığı cevabını verdi. O zaman annem için şimdi kavramının içinde bulunduğumuz andan yirmi yıl öncesine kadar uzandığını anladım. Buna karşı savaşmam mümkün değildi ve aramızdaki bu farkı kabul etmekten başka çarem yoktu.
Ancak bir çocuk daima anda yaşar. Her geçen gün büyümeye devam eder ve sürekli değişim halindedir. Yaşlılarla kıyaslandığında dünya bir çocuk için baş döndürücü bir hızla değişiyordur. Bu nedenle yaşanan yıllar şimdi kavramının süresini büyük ölçüde etkiler. Elbette bu kişilere ve içinde bulundukları çevreye göre farklılıklar gösterir. Sizin şimdi kavramınıza uyan süreyi kendiniz belirlersiniz. Ancak süresi size en uygun bir şimdi mutlaka vardır. Danshari süreci için kendinize uyan süreyi belirlemeniz yararlı olacaktır.
Atamam, “atmak istemiyorum” demektir
Pek çok kişi kendilerinin atmayı beceremeyenler kategorisine ait olduklarını düşünüyorlar. Bu şekilde kendilerini bir kategoriye dahil etmeye çalışıyorlar. Zira bir kategoriye dahil olmak buna karşı savaşamayacakları, bunun değişmez bir karakter özelliği olduğu fikri işlerine geliyor. Bu konu üzerinde bir hayli düşündüm ve kendime şu soruyu sordum: “Atamam” daha ziyade “atmak İSTEMİYORUM” olabilir mi?
Belki de bunu Danshari yönteminin Dan’ı- reddetmek- aracılığıyla ifade edersem ne söylediğim daha kolay anlaşılacaktır. Bazı kişiler hiçbir şeyi reddedemediklerini, olur olmaz her şeyi kabul ettiklerini ve kendilerinden bir şey istendiğinde hayır diyemediklerini iddia ediyorlar. Bu aslında şu anlama geliyor: “Kimsenin benim isteklerimi reddetmesini istemiyorum, zira kırılmak istemiyorum.” Başka bir deyişle, kendilerine yapılmasını istemedikleri şeyi başkalarına yapmak istemiyorlar… Objeler için de aynı şey geçerli. Kendi duygularınızı onlara yüklüyorsunuz ve bunun sonucu da “atamam” oluyor. Böylece, “atılmak istemiyorum” “atmak istemiyorum” oluyor. Sonuçta bu bir kategori meselesi değil, bu sizin kendinizle olan meseleniz.
Evinizde artık ihtiyacınız olmadığı halde yahut da artık üzerinize olmadıkları halde ne olur ne olmaz diye tuttuğunuz şeyler yok mu? Örneğin, ilk işinize girdiğiniz zamanlarda giymiş oldunuz bir giysi veya bir takım elbise gibi. Artık gereksiz-uygunsuz-rahatsız edici olsa da evinizde tutmanızın ve bir türlü atamamanızın nedeni onunla aranızda kurmuş olduğunuz bağdır. Atmanın yazık olacağını düşündüğünüz için ona bağlanmışsınızdır. Onu atmayı istemediğinizi düşünmek size yorucu geldiği için de unutuyorsunuz ve sonuç olarak dolabınızın dibinde bir köşede kaderine terk ediyorsunuz. Saklamak ile terk etmek arasında pekâlâ bir fark var ama bu unutma süreci yüzünden hiçbir fark kalmıyor. Aslında kaderlerine terk ettiğiniz objelerinizin çöpten bir farkları yoktur.
Kabızlık
Bağlanmayı ve psikolojik koşulları bir kenara bırakalım. Dolaplarınızdan birini açıp bakın. Ve görün. Nedenini bilmeden elinizde tuttuğunuz şeylerin çöpten bir farkı yok. Onları inatla saklamaya devam etmek tuhaf, değil mi? Onları elinizde tutmanızın nedeni ayıklamanın zaman ve çaba gerektiriyor olması. Bu gerçekten de zor iş. Üstelik de sakladıklarınız büyük ve ağır şeylerse. Evet, ayıklamak gözünüze zor görünüyor ve bu nedenle sahip olduklarınızı kendi kaderlerine terk etmek size daha kolay geliyor. Küçük objeler söz konusu olduğunda bu o kadar da önemli değildir zira çevre boyutunda bakıldığında fazla bir yer kaplamazlar. Ancak büyük boy objeler için aynı şey söz konusu değildir, onları atabileceğiniz yerler veya çöp olarak toplandıkları günler daha bir kısıtlıdır; onlardan kurtulmak için günlük çöplerinizden daha farklı kurallara riayet etmeniz gerekir. Herkes bu tür dertlerden uzak durmaya çalışıyor. Ve işte bu yüzden de evleriniz eski püskü eşyalarla ve çöplerle dolup taşıyor.
Bir odayı bir bağırsak gibi düşünebiliriz. Herhangi bir nedenle atmadığınız objeler odanızda birikmeye başlıyor, birbiri ardına içeri giriyorlar ancak asla çıkmıyorlar. Tıpkı kabız olduğunuzda olduğu gibi. Yedikçe yiyorsunuz ama hiçbir şey çıkmıyor. Bu hoş bir his mi? Hayır, çok rahatsız edici. Ancak bu durum devam edecek olursa –örneğin bir hafta boyunca hiçbir şey çıkmazsa- ve sonuçta bu o kadar da önemli değil, olabilir diye düşünecek olursanız bu, durumunuzun endişe verici olduğu ve kabızlığın aşırı boyutlara ulaştığı anlamına gelir. Durumun ne kadar rahatsız edici olduğunu veya kendinizi iyi hissetmediğinizi artık hissedemez hale geldiğinizde bu, bedeninizin alıcılarının bozulduğuna işaret eder. Kısaca, bir odada objelerin yığılmasına alışmak hislerinizi felç eden kabızlıkla eşdeğer bir durumdur.
Kabızlık bir kısır döngüdür: bağırsaktaki zararlı bakteriler yavaş yavaş toksin üretmeye başlarlar ve bu toksinler önce bağırsaklar tarafından emilir, sonra bütün vücuda yayılırlar. Peki ya evinizin durumu? Kötü bakteriler olan eski püskü şeyler ve çöpler zehirli gazlar üretirler ve siz yirmi dört saat boyunca bu gazları içinize çekersiniz. Bu gazlar zihninizi etkiler ve zehirleri bütün odalarınıza yayılır. Hiçbir gerekçeyle eviniz kabız olamaz, olmamalıdır.
Kabızlığın farklı dereceleri vardır ve alınacak müshilin kuvveti veya hapların sayısı durumun ne kadar ciddi olduğuna bağlıdır. Danshari yöntemi bir anlamda ayıklanmamış evler için müshil görevi görür. Bazı kişiler bu kitabı bir kere okuduktan sonra hemen kolları sıvamaya başlayacaklardır, bazı kişiler ise tekrar tekrar okuyup yavaş yavaş uygulamaya geçeceklerdir… Yaşları gereği veya fiziksel bir problem yüzünden tek başlarına Danshari’yi uygulayamayan kişilere gidip bizzat yardım ettiğim zamanların sayısı hiç de az sayılmaz. Bu kişiler için fitil görevi gördüğümü söyleyebilir miyiz? Durumu müshile havale ederek de çözebilirsiniz elbette. Ancak bu semptomatik bir tedavi olacaktır. Eğer alışkanlıklarınızı değiştirmezseniz iyileşemezsiniz. Ivır-zıvır ile dolu odalarınız için de kesinlikle aynı şey geçerli.
DANSHARİ Japon Ev Düzenleme Sanatı