Sevgili Okur,

Kızıl, ılık bir sonbahar günü bir kapısı mahallemizin kitapçısına açılan kahveden yazıyorum sana bu mektubu. Hava dünyanın kuzey köşesinden beklenmeyecek kadar tatlı. Evimizin önündeki laleler bile şaşırmış, soğanlarından mavi, mor başlarını çıkarmışlar. Sokakların çatısını çardak gibi örten yapraklar da bir gecede kızıla döndü, güneşsiz günlerde bile fosforluymuş gibi parlıyorlar. Biz Bey ile önümüzde mis kahvelerimiz, kulaklarımızda koca kulaklıklarımız, kahvehanenin sokağa bakan masalarından birinde karşılıklı oturuyoruz. O ekranında ne görüyor, kulağında ne müzik çalıyor bilmiyorum ama derinde bir yerden, belki masanın altında birbirine değen bacaklarımızdan temas halinde olduğumuzu hissediyorum. İçime huzur ve mutluluk yayılıyor.

Bu dediğim çok sık olmuyor ama… İçime huzur ve mutluluk yayılması yani. Bir zamandır kendimi izliyorum, kaygı, korku, kavga içimde cereyan eden durumlar. Öğrencilerimle telefon üzerinden kurduğumuz bir grup vasıtası ile her Pazartesi kendimizi nasıl hissettiğimizi bildiriyoruz birbirimize. Üst üste bir çok pazartesi kaygı, korku, stres vs gibi duyguları bildirirmişsem eğer bir düşünüp bakmam gerekiyor hayata…

Eğer değişiklik istiyorsan, bir şeyleri farklı yapman gerek, demişti birisi. Ya da bir yerde okumuştum, kaynağını şimdi hatırlamıyorum. Ama ana fikri aklımdan gitmemiş. Arka arkaya huzursuzluk, tatminsizlik ve hatta uyuşukluk (ne hissettiğimi bilmiyorum) raporu verdiğim pazartesilerin ertesinde bir şeyleri farklı yapmayı deniyorum. Bu genelde hayır dediğim durumlara verdiğim bir evet cevabı ya da devamlı üşendiğim, ertelediğim bir konuya sarılmak, başkasından beklediğim bir işi kendi başıma yerine getirmek, kızacakken gülmek ya da nasılsa anlamaz diye içimi açmadığım birine birden en kırılgan tarafımı göstermek olabilir. Maksat değişiklik olsun. Maksat kendimi şaşırtmak olsun. Maksat bir şeyleri alışılmışın dışında yapıp, hayata farklı bir yön vermek olsun…

Çünkü anladım ki yaşla beraber vücut gibi ruh da gücünü, tazeliğini, esnekliğini yitiriyor. Yogaya başladığımdan beri ilk defa kırkıncı yaşımı bitirdiğim bu yıl yogamı yaparken vücudum ağrıyor, bacaklarım yanıyor, varlıklarını bile bilmediğim kaslarım konuşuyorlar. Kemiklerim kısalmış mı nedir? Nasıl ki ağrıyan kaslar, birden rutubetin farkına varan kemikler, soğukta uyuşan parmak uçları vücudun zamana karşı yarışta geri kaldığını bize gösteriyorsa, sıklıkla tekrarlanan huzursuzluk, stres, kaygı da ruhun yaşlandığının işareti.

Yaşlanmayı durdurmak mümkün değil tabii ama bu süreci yavaşlatabiliriz. Vücuda iyi bakarak, her gün esnetip, kaliteli gıdalar ve nefesle besleyerek… Eğer ki vücudun bir pili varsa, onu düzenli olarak şarj etmek pilin ömrünü arttıracaktır. İyi beslenmek, geceleri uyumak, çok yorulmadan egzersiz yapmak ve sık sık dinlenmek… Dinlenmek illa ki sırt üstü yatmak değil. Bazen bilgisayar başında geçirdiğim saatler boyunca vücudumu bir milim bile oynatmamış olsam da pilim ömrünü tüketmiş oluyor. İşte o zaman bütün iletişim teknolojilerinin uzağında bir yürüyüş ya da başımı koltuğun arkasına dayayıp da dinlediğim bir şarkı, bir bölümünü okuduğum bir roman dinlenmemi sağlıyor.

Hayatın tekdüze ve hep aynı sorunları tekrarlayan bir kısır döngüye dönüşüp dönüşmemesi bizim elimizde olan bir şey. Dışarıdan müdahale ile ne kadar çok değişiklik yapmaya çalışsak da o iç huzursuzluğu sürdükçe ruh şarj olmayacak. Dış dünyada bir şeyler değişirse daha mutlu olacağımıza dair duyduğumuz inanç tatlı bir rüyadan ibaret bana sorarsanız. İşler, eşler, evler, memleketler de değişse beraberimizde götürdüğümüz kendimiz değişmedikçe hayatı aşağı yukarı hep aynı düzlemde yaşıyoruz.

Peki ruhun yaşlanmasını nasıl yavaşlatacağız? Bence bu sorunun cevabı yeni bir şeyler yapmakta değil, var olana karşı geliştireceğimiz yeni bir tavırda. Var olana şefkat, şükran ve merak merceğinden bakarak… Kronik mutsuzluk başımıza gelen bir bela değil. Yıllar içinde temizlemeden biriktirdiğimiz küçük huzursuzluklarımızın yürekte bıraktığı tortu. Temizlenebilir bir şey. Dünyaya, insanlara, ezbere bildiğimizi sandığımız hikayelere taze bir gözle yeniden bakmak, çok tekdüze sandığımız bir şeye –her gün bir tek şeye- karşı birden bir merak duymak yavaş yaşlanan bir vücutta her daim genç bir ruh taşımanın sırrı olabilir mi?

Bir yıl daha sonra ererken işte bunları düşünüyorum sevgili okur. Kulağımda rembetiko şarkıları, pencerenin önünden geçen insan seli, parmağımın ucunda sizler, yanımda bizim Bey. Mutluluk bu kadarcık basit, bu kadar elimde bir şey… Ama her daim kıymetini anlamıyor insan, ne yapalım, o kadarcık da kusurumuz olsun.

Hasretle kucaklıyor ve yüreklerin tazecik hislerle titreştiği yeni bir yıl diliyorum!

Uzaklardaki dostun,

Defne

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/uzaklardaki-dosttan-mektup/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/uzaklardaki-dosttan-mektup/" data-text="Uzaklardaki Dosttan Mektup" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/uzaklardaki-dosttan-mektup/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>İstanbul doğumlu yazar, Hatha Yoga öğrencisi ve eğitmeni, sosyolog, Prof. Macit Gökberk’in ilk torunu ve tanıdığı veya tanımadığı pek çok kişi için ilham kaynağı olan, kendini belli bir coğrafyaya ait hissetmeyen bir dünya vatandaşı. Defne Suman&#8217;ın, insan doğasına olan ilgisi ve insanın derinliklerini keşfetme ihtiyacı, onu, Boğaziçi Üniversitesi’nde Sosyoloji Bölümü&#8217;nde yüksek lisans eğitimini tamamlamaya kadar getirdi. Bir adım ötede Amerika&#8217;nın prestijli bir üniversitesinde doktora yapmak yatarken, o yeni bir yol seçerek akademisyenliği bırakıp yola çıktı. </p> <p>2003 yılından beri dört kıtada seyahat ederek Zhander Remete’nin rehberliğinde yoga öğreniyor ve öğretiyor. Atina, İstanbul ve Oregon’da soluklanıyor. Çocukluk yıllarından beri okuma ve yazma ile haşır neşir olan Defne on üç yaşından sonra yazılarını gözlerden uzak tutmaya karar verdi. Okur ile buluşması ise maneviyatın izinde iç dünyasını keşfettiği yıllarına denk gelir. Kendi deyimiyle “üzerine sinmiş tecrübelerin merceğinden bakıp da gördüğü insana, topluma, yaşama dair” yazıyor. En büyük ilham kaynağı sahici olana karşı duyduğu merak ve başlıca tatmin alanı da hakikati ifade etmenin insanları birbirine bağlayan eşsiz tabiatı.</p> <p>İlk kitabı <a href="https://www.kuraldisi.com/bookstore-yayin/roman/mavi-orman/" target="_blank">Mavi Orman</a> Şubat 2011’de Kuraldışı yayınevinden çıktı. Mavi Orman&#8217;ı, 2013&#8217;te ilk romanı <a href="https://www.kuraldisi.com/bookstore-yayin/roman/saklambac/" target="_blank">Saklambaç</a> izledi ve Yunanistan’da ve Türkiye’de aynı anda çıkacak olan yeni romanı Emanet Zaman ise tarihin bambaşka bir penceresinden, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarındaki İzmir’inden yine insana bakıyor, bütün sevinçleri, kederleri ve çaresizliği içinde insanı anlamaya çalışıyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This