YARALANMA RİSKİNE RAĞMEN SENİ SEVİYORUM
Son yıllarda hayatımın vazgeçilmezlerinden biri spor yapmak, özellikle de pilates ve yoga. Hem bedensel olarak hem de ruhen zindeleştiğimi hissediyorum bu sayede. Geçenlerde pilates hareketlerinin kedilerin hareketleri ile nasıl benzerlik gösterdiğini anlatan bir yazıyı okurken, aklıma birbiri ardına birçok soru takıldı. Kediler sırt üstü yattıklarında bu onların kendilerini en güvende hissettikleri an olduğuna göre, bu anın onların aynı zamanda yumuşak karınlarını açarak yaralanmaya en açık oldukları an olması nasıl bir paradokstu? Tam da bunun cevabını merak ederken okuduğum İngilizce kaynaklardan birinde ‘vulnerability’ sözcüğü ile karşılaştım. ‘Fiziksel ya da duygusal olarak yaralanmaya açık olmak’ olarak çevriliyor Türkçeye. Sonu ‘ability’ ile biten kelimelerin bir yeteneği simgelediğinden yola çıkarak bu kez şunu sorguladım: Yaralanmaya açık olmak acaba gerçekten bir yeteneği ifade ediyor olabilir mi? Bu sözcük bazı sözlüklerde ‘güvenlik açığı’ olarak da tercüme ediliyor. Peki, güvenlik açığı yarattıkları nokta kendilerini güvende hissettikleri nokta ile özdeşleşiyorsa, pilates yaparken hareketlerini örnek aldığımız kedilerin bu davranışından da öğrenebileceğimiz bir şeyler var mıdır? Bunun insan yaşamında bir karşılığı ve anlamı var mıdır? İstesen beni incitebilirsin, bana çok büyük zarar verebilirsin, bunu biliyorum ama buna rağmen ben kendimi tamamen açacak kadar sana güveniyorum diyebildiğimiz kişiler ya da durumlar var mıdır? Yoksa asla açık vermemek ve kontrolü kaybetmemek için midir tüm çabamız? Peki, bunların bize getirisi ya da ödettiği bedeller nelerdir?
Bebekliğimizde temel güven duygumuz yeterince gelişmediğinde dünya bize tehlikeli ve başa çıkılması zor bir yer olarak görünür. Güvenlik açığı yaratmamak ve kendimizi güvende hissedebilmek için önceden her şeyin tahmin edilebilir ve kontrol edilebilir olması gerektiğini öğreniriz çoğunlukla. Önceden sonucu tahmin edilemez, gidişatı kestirilemez ve kontrol edilmez olanı yaşamaya istek duysak bile, çoğu zaman korkularımız yolumuzu keser ve bizi durdurur; hata yapma korkusu onaylanmama korkusu, beğenilmeme korkusu, zarar görme korkusu…
Hayatı ölçüp biçerek ve kontrol ederek yaşadığımızda, sonuçları da bilinir kılabileceğimiz yanılgısına düşeriz. Sonucunu tahmin edemeyeceğimiz ilişkilerden, sonucunu kestiremediğimiz işlerden kaçar, kısacası risk almak istemeyiz. Bilindik alanda kalmak, bilinmeze adım atmaktan daha güvenli gelir bize. Bu kontrol tutkusu duygularımıza da yansır. İstemediğimiz, hoşlanmadığımız duyguları kontrol edebileceğimizi düşünüp bunlardan korunabilmenin yollarını ararken içine düştüğümüz en büyük yanılgı, duyguların bütünüyle bir paket olduğu, olumsuz duygularımızdan kaçmaya çalışırken mutluluğu, hazzı, neşeyi, yaşam coşkumuzu da bastırdığımızı bilemememizdir. Sonuçta bu duygu boşluğu bizi genellikle bağımlılıklara sürükler; alışveriş bağımlılığı, alkol bağımlılığı, telefon bağımlılığı, estetik bağımlılığı, seks bağımlılığı, yemek bağımlılığı, şan, şöhret, unvan ve para bağımlılığı, antidepresan bağımlılığı…
Peki ya yaralanmaya açık olabilseydik hayatımız nasıl olurdu? Kontrolü ve stratejilerimizi bir yana bırakıp, sonucu garanti olmadan da ilişkilere girebilsek, ölçüp biçerek çizdiğimiz güvenli sınırların dışına adım atıp yaşam alanımızı genişletebilsek, hayatın akışına güvenebilsek ve bu akışa teslim olup kendimizi bırakabilsek mesela… Sınırlarımızı gevşettiğimiz için savrulup, yok olup gider miyiz? Yoksa anda kalabilmeyi, eğlenebilmeyi, güven duyabilmeyi, ait hissedebilmeyi, hazzı ve esnekliğin getirdiği özgürlüğü mü armağan ederiz kendimize? Kaybettiğimizi sanırken aslında kazandığımız şey, yaşamımız mı olur?
Hayatı seçimlerimizle yaşıyoruz. Suçlamak ve mazeretler üretmek yerine sorumluluk almak, sevgi ve onay dilenciliği yapmak yerine kendimizi sevmek ve onaylamak, anlatmaya çalışmak yerine dinlemek, değerli olup olmadığımızın mücadelesini vermek yerine özsaygımızı geliştirmek, şikâyet etmek yerine sahip olduklarımız için şükretmek, direnmek yerine kabul edip kendimizi akışa bırakmak, endişe yerine huzuru, haklı olmak yerine mutlu olmayı seçmek… Hepsi bizim elimizde.
Korkularını saklamak için karnını kapatmış, gelecek tehlikelere karşı kontrol endişesiyle sırtını dikleştirmiş, her an saldırmaya ya da kaçmaya hazır olmak için tüm kasları kasılmış ve tüyleri diken diken bir kedi gibi mi yaşamalı hayatı, yoksa en derinden görünebilir ve yaralanabilir olmaya açık olarak sahibi ile oyun oynayan bir kedinin aldığı hazza ve güven duygusuna benzer duygulara mı bırakmalı kendimizi? Seçim sizin.
Ben kendi adıma ‘yaralanmaya açık’ olmayı seçiyorum. Bunun gerçekten geliştirilmesi gereken bir yetenek olduğuna inanıyor ve kendimi bu yeteneğimi geliştirmeye açıyorum. Duygularımı uyuşturarak “yaşayan bir ölü” gibi olmak yerine, “yaralanmaya açık olmak” bana gerçekten yaşadığımı hissettirdiği için.