Söz ola kestire başı
Söz ola kestire savaşı,
Söz ola ağulu aşı,
Bal ile yağ eder bir söz

Yunus Emre

 

 

Geçenlerde bir karar verdim: Artık derslerimin dışında yogadan söz etmeyeceğim. Biliyorsunuz benim işim yoga öğrenip, öğretmekten ibaret. Günlerim, dünyanın hangi köşesinde olursam olayım, kendi yogamı yaparak açılıyor, ders vererek devam ediyor.  Günün ilerleyen saatlerinde, evi toparlayıp düzenledikten, karınlarımızı (Bey’in ve kendimin) doyurduktan sonra evde veya bir kahvede okuyorum, yazıyorum. Güneş batarken aynı düzen bir kez daha tekrarlanıyor ve sonra yatıyorum.

Anlayacağınız, günümün geniş bir zaman dilimi yogaya ayrılmış durumda.

Babam Mavi Orman’ı okuyup bitirdiğinde “Keşke her bölümü yogaya bağlamasaydın. İlla ki kafamıza yoga kakıyormuşsun gibi hissettim” demişti. Çocukken bana gizlice tereyağı yedirdiğini söylediği gün yüreğimi sıkıştıran o soru geldi dudaklarımın ucuna: “Peki ama ne gereği var şimdi bunu bana söylemenin?”

Yuttum. Bana çaktırmadan vişne reçelinin altına sürdüğü tereyağını yuttuğum gibi.

Ah bu laflar! Yaralarımızın çekirdeğini oluşturan o sözcükler… Tekme tokat ile değilse bile söz ile çocukluk hassasiyetimize atılmış çentikler. Hesapsızca, düşünülmeden… Belki güvensizlikten, belki alışkanlıktan.

Sözün gücünü yadsımamak lazım. Sadece çocuklarla değil, dostlarla, sevgililerle, eşlerle konuşurken de ağzımızdan çıkanların diğer benliğe bir çentik daha atacağını unutmamalı. Her sözü, geldiği gibi savurmamalı önümüze gelene.

Ne demiş Claudius: Her bildiğini söyleme ama her söylediğini bil!

Sözü fazla da dolandırmamalı. Yogadan bahsetmeme kararımdan bahsedeceğim bir yazı yazmaya giriştim, biliyorsunuz.


Artık yazılarımda ve sohbetlerimde yogadan bahsetmeyeceğim çünkü yogadan konuşmak, müzikten konuşmak gibi bir şey. Müzik şudur, müzik budur, müziğin iyisi şöyle yapılır, kötüsü böyle anlaşılır. Ay, ne sıkıcı değil mi? Bas düğmeye çalsın. Doldursun odayı, havayı. Kapat gözlerini dinle. O kadar.

Ama hayatında hiç müzik dinlememiş birisine müziği ne kadar anlatabilirsiniz?

Yoga da işte ancak o ölçüde söze taşınabilir.

Biz yogacılar ne vakit bir araya gelsek söz döner dolanır gelir yoganın ne olduğuna. Boğazımız patlayana kadar teori, felsefe yarıştırırız. Yogacılar arasında yükselen değerlerden biri uyum olduğu için tartışmalarımız alçak sesle gerçekleşir ve sözlerimiz birbirini destekleyen fikirlerden ibaretmiş gibi gelir kulağa. Sık sık, “hepsi bir zaten”, “bütün yollar, sistemler aynı yere” vs gibi bütünleştirici ve affedici söylemler kullanırız. Çatışsa da fikirlerimiz, onlardan bir dağ inşa eder, tepesine çıkıp insancıkları seyre (veya dedikoduya) dalarız.

Bizi dışarıdan dinliyorsanız müthiş sıkılabilirsiniz. Sıkılırsınız da. Yoga ile ilgilenmeyen arkadaşların, yogacıların çoğunlukta olduğu toplantılara, davetlere, partilere itibar etmemesi bundandır.

Biraz bu yüzden istemiyorum yogadan konuşmak. Sıkıcı bir insan olmayayım diye yani.

Ama esasen sebebim şu:

Her ne kadar popüler kültüre girmiş, televizyonlarda, gazetelerde, taksilerde hakkında konuşulmaya başlanmış olsa da yoga bize yabancı bir yol. “Biz” derken Hint kültüründen gelmeyen bütün insanları kastediyorum. Hintliler için yoga babanın, ananın, büyükbabanın, yedi kuşak atalarının, bakkalın, aşramda yaşayan bilge hocanın, sokağın köşesinde dilenen sadhu’nun ilahi olana bağlanmak için izlediği bir yol.

Yoga yapmayan bir Batılı’nın zihninde ise yogaya dair bir his, bir görüntü yok. Yoganın tecrübesel karşılığı olmayınca sözler boşa gidiyor. Ya da çok boş sözler ediliyor: “Ah sen çok rahat, çok sakin olmalısın o halde. Zayıflatıyor diyorlar, doğru mu? Bir arkadaşım yogaya başladı, sigarayı bıraktı. Neden namaz kılmıyorsun yoga yapacağına?”

Anadolu kültüründe yogaya en yakın yolu tasavvuf olarak düşünebiliriz ama kaçımızın hayatına, yüreğine tasavvuf bilgisi aktarılmış ki? İlahiyata inancımız bulanık ve O’nunla buluşacağımız yol konusunda kafamız karışık ise yoga da, namaz da, tasavvuf da, sadece kavramlar veya kurallardan ibaret kalır. Ünlü yoga metinlerinden biri olan Hatha Yoga Pradipika’nın son cümlesinde üstat Svatmarama şöyle buyurur:

Bu kitapta yazanları kendi hayatınızda, bedeninizde tecrübe etmediğiniz, yüreğinizde hissetmediğiniz sürece, okuduklarınız boş gevezelikten öteye bir anlam taşımayacaktır. *

Ben de işte o yüzden artık yogadan bahsetmeyeceğim.

Yogadan bahsetmeden yazmayı sürdürebilecek miyim peki?

Elbette!

Zaten yogadan yazmıyordum ki! (Babam ne derse desin!)  Kendi yaptığım yoga, insanlığı, hayatı, varoluşu sorgulamama ve belki birazcık anlamama yardımcı oluyor. Yaratıcı gücümü ortaya çıkarıyor, dikkatimi keskinleştiriyor, doğruyu yalandan ayırt etmemi, duygusallığın hâkimiyetinden özgürleşmemi kolaylaştırıyor. Yoga sonrasındaki hayatıma denk gelen otuzlu yaşlarımda kendimi ilk gençliğimdeki halime nazaran daha mutlu, tatminkâr ve dengeli hissediyorum.

Bu dönüşümü yaşamak için illa ki yogaya mı başlamamız gerekiyor? Yo… Bazı insanlar benim yoga sonrasında girdiğim bu dönüşümü geçirmiş olarak doğuyorlar zaten. Daha çocukluktan itibaren tatminkâr, tatlı dilli ve mutlu insanlar olarak biliniyorlar. İlahi olana ilgileri ve yüreklerindeki bağ sayesinde fazla bir şeye ihtiyaçları olmadan yaşayabiliyorlar. Onlar, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar içsel asaletleri ile dikkat çekerler.

Hepimizin hayatına böyle ışık dolu bilge adamlar ve kadınlar girmiştir, bilirsiniz.

Bazı insanlar ise, yan yana büyüdüğüm bir sürü arkadaşım mesela, yogacı olmadılar ama benim geçirdiğim dönüşümün benzerinden geçtiler. İlk gençliğimiz zaaf, zevk ve korkularımızın hâkimiyetinde geçtiyse, ikinci gençliğimizde çoğumuz daha tatminkâr, daha neşeli, hayırlısını kabul etmeyi bilen, daha akıllı ve yaratıcı insanlara dönüştük.

Yoga yapsak da yapmasak da.

Demek ki insanın dönüşümünü yazarken yogadan bahsetmeye ihtiyacım yok. Zaten yoga yapıp da dengesini şaşıran, hırstan gözü dönen, birini ötekinden üstün tutan, hâkimiyeti kayıtsız şartsız duygusallığa teslim eden nice insan var. Ülkemizde ve dünyada.

Ben istiyorum ki kaliteli hayatlardan yana olsun sözlerim.

Yalan yerine gerçeği, inat yerine merakı, ret yerine kabulü anlatsınlar…

İyi insanın destanını yazsın masallarım.

Bu da olsun son yoga yazım!

 

* Svatmarama, S. The Hatha Yoga Pradipika, (İngilizceye çeviren Brian Dana Akers) Woodstock, NY: YogaViyda.com, 2002.

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/yoga-bitti/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/yoga-bitti/" data-text="Yoga Bitti" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/yoga-bitti/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>İstanbul doğumlu yazar, Hatha Yoga öğrencisi ve eğitmeni, sosyolog, Prof. Macit Gökberk’in ilk torunu ve tanıdığı veya tanımadığı pek çok kişi için ilham kaynağı olan, kendini belli bir coğrafyaya ait hissetmeyen bir dünya vatandaşı. Defne Suman&#8217;ın, insan doğasına olan ilgisi ve insanın derinliklerini keşfetme ihtiyacı, onu, Boğaziçi Üniversitesi’nde Sosyoloji Bölümü&#8217;nde yüksek lisans eğitimini tamamlamaya kadar getirdi. Bir adım ötede Amerika&#8217;nın prestijli bir üniversitesinde doktora yapmak yatarken, o yeni bir yol seçerek akademisyenliği bırakıp yola çıktı. </p> <p>2003 yılından beri dört kıtada seyahat ederek Zhander Remete’nin rehberliğinde yoga öğreniyor ve öğretiyor. Atina, İstanbul ve Oregon’da soluklanıyor. Çocukluk yıllarından beri okuma ve yazma ile haşır neşir olan Defne on üç yaşından sonra yazılarını gözlerden uzak tutmaya karar verdi. Okur ile buluşması ise maneviyatın izinde iç dünyasını keşfettiği yıllarına denk gelir. Kendi deyimiyle “üzerine sinmiş tecrübelerin merceğinden bakıp da gördüğü insana, topluma, yaşama dair” yazıyor. En büyük ilham kaynağı sahici olana karşı duyduğu merak ve başlıca tatmin alanı da hakikati ifade etmenin insanları birbirine bağlayan eşsiz tabiatı.</p> <p>İlk kitabı <a href="https://www.kuraldisi.com/bookstore-yayin/roman/mavi-orman/" target="_blank">Mavi Orman</a> Şubat 2011’de Kuraldışı yayınevinden çıktı. Mavi Orman&#8217;ı, 2013&#8217;te ilk romanı <a href="https://www.kuraldisi.com/bookstore-yayin/roman/saklambac/" target="_blank">Saklambaç</a> izledi ve Yunanistan’da ve Türkiye’de aynı anda çıkacak olan yeni romanı Emanet Zaman ise tarihin bambaşka bir penceresinden, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarındaki İzmir’inden yine insana bakıyor, bütün sevinçleri, kederleri ve çaresizliği içinde insanı anlamaya çalışıyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This