İngilizce karşılığı “boş vakit” olan “leisure” kelimesinin asıl anlamı derin düşünmek, tefekkür etmektir. Yunancadan gelen bu terim Latincede scola ve İngilizcede “school” yani “okul” anlamına geliyor. Okul ya da üniversite aslında boş vakit için, derin düşünme aktivitesi için tasarlanmış bir yerdi. İnsanı işe hazırlayan bir yer değildi. Boş vakit, Ortaçağda ve Rönesansta insanın var oluşu üzerine tefekkür etme yeteneği anlamına geliyordu. Sanat, müzik ve felsefe çalışmaları yaparak derin düşüncelere dalmak. Bu bir ruh halidir, aylaklık, tembellikle karıştırılmamalıdır. James Wright hamakta yatarken tefekkür ediyordu, tembellik yapmıyordu.

Benediktin papazı David Steindl-Rast, Essential Writings adlı eserinde tefekkürün işle aynı anda yapılabileceğini belirtiyor ve işten ayrı zamanda yapılmasına gerek olmadığını savunuyor. Zaman ve zaman ötesi bir arada olabilir, diyor. Acele etmeden sakin sakin düşüncelere dalarak çalışmak işin en güzel ifadesidir. “Tefekkür … Zamanını ayırabilenlerin bir ayrıcalığı değildir; yaptıkları işe hak ettiği zamanın hepsini verenlerin erdemidir.”

Takıntılı bir şekilde iş yapmak -işi aceleyle yapmak, işi çabuk bitireyim diye koşuşturmak- zaman öldürmektir. Eğlenerek sakin sakin iş yapmak zamanı canlandırır, zaman hayatla dolar çünkü sakin sakin iş yapınca zaman ötesine bağlanırız. Sanatçılar, her sanat dalı için geçerli, bunu bilir. Şefler bunu bilir. Hayal gücünü kullanarak yemek pişiren bir şef değilim ama yemek pişirmeyi seviyorum ve genelde yaratıcı gücümü kullanıyor, özgün yemekler yapmaya çalışıyorum. Brüksel lahanasını temizlerken, marulu yıkarken ya da somon balığını dilimlerken müthiş keyif alıyorum. Ama bu keyif ortaya çıkacak yemeği heyecanla beklemekten kaynaklanmıyor, suyun parmaklarımın arasından süzülmesinden, somon balığından gelen deniz kokusundan, marulu salata kurutucusundan geçirirken çıkan sesten geliyor. Tefekkür yalnızca hazzı değil aynı zamanda keyfi de besler. Ve keyif, yaptığımız işe kendimizi tamamen verdiğimizde, yani yapmak ve olmak birleştiğinde ortaya çıkar.

Acele etmek öyle keyif verici değildir. Her zaman kendimizden en az bir adım gerideyiz ve yakalamak için de durmadan zorluyoruz kendimizi, geriyoruz. Acele etmek farkındalığın içinde var olan boşlukları kapatır. Ne var ki bu boşluklar ilham perisinin konuştuğu yerlerdir. Acele etmek hem psikolojimizi yorar hem de psişik enerjimizi tüketir. Zamanla ruhumuzu da yorar özellikle bu işleri yapmam lazım, yapmam gerekir, yapmak zorundayım şeklinde kendi kendimize konuştuğumuzda. Sonra da bu işi kendi isteğimle özgürce yapıyorum hissini yitiririz.

Takıntılı bir şekilde yapıyoruz işlerimizi. Her şeyi aceleye getiriryoruz. Bunu dış dünyamızda yaptığımız kadar iç dünyamızda da yapıyoruz. Durmadan düşünce üreten ve duyguları tekrar tekrar harekete geçiren zihnimizde de dört nala koşuyoruz. Dışarıdan bakıldığında sadece pencereden dışarıya bakıyor ya da hamakta uzanıyor olabiliriz. Ama gelgelelim iç dünyamızda kendimizi kaybetmişizdir, ya geçmişte boğuluyor ya da geleceğe dalıp gitmişizdir. O zaman da şimdiyi karanlığa gömmüş, kendi sessizliğimize, uyanık farkındalığımıza, doyuma ulaşma ve canlılık kaynağımıza açılan kapıyı kapatmış oluruz.

Geçmişi bırakmayız bir türlü, geçmişin geçmesine izin vermeyiz. Dahası geçmişle boğuşur, geçmişle savaşırız. Geşmişi sürekli düşünür geviş getiririz adeta. Kurt gibi içimizi kemirir oda. Biliriz hatta geçmişle boğuştuğumuzu aynı senaryolar zihnimizde tekrar tekrar canlandığında ve hiç bir çözüm bulamadığımızı da. Peki, bu geçmişe dair hiç düşüncemiz olmayacak anlamına mı geliyor? Tabii ki hayır. Zaten bu imkansız olurdu. Zihin makine gibi sürekli düşünce üretir, geçmiş ve gelecekle ilgili bitimsiz düşünceler. Bu onun işinin bir parçasıdır. Geçmiş, yolculuk garantisi verir bize, hikâyemizin sürekliliğini sağlar. Hepimizin ihtiyacı var bir hikâyeye, yaşadığımız sürece bir hikâyemiz olmalı. Önemli olan ve fark yaratan bu hikâyeye nasıl tutunduğumuzdur, yapışırcasına sımsıkı tutunmuş olmamız ya da hafifçe tutmuş olmamızdır.

Sorun olan geçmiş değil. Geçmişe takılıp kalmamız sorun, geçmişi tekrar tekrar yaşamamız. Çoğunlukla kendimize, özümüze aldatıcı bir kimlik duygusu vermek için geçmişe gidiyoruz. Dahası geçmişe dair hikâyelerimiz şu andaki dikkatimizi kullanıp tükettiğinde, şu anda yaşadığımız hayatta var olduğumuzu hissederek, doya doya yaşamamızı engellediğinde sorun çıkıyor ortaya. Endişe, kaygı, pişmanlık ve yaşadığımız duyguları, düşünceleri tekrar tekrar yaşamak bu illetin belirtileridir. Geçmiş bu şekilde hayatımıza egemen olmamalı. Dikkatimizi şimdiye vermeyi başarabilirsek, aslında her zaman var olan sessizliğe dayarsak sırtımızı o zaman geçmiş, şu anda faydalı bir amaca hizmet verebilir, gerektiğinde kaynak olarak kullanacağımız bir anı bankası vazifesi görür.

Gelecek de sorun değil, planlarımız, fantezilerimiz şu anda yaşadığımız deneyimi istila etmediği sürece. Sahip oluğumuz gerçek hayatı yaşamak yerine rüyalar aleminde yaşamıyorsak sorun yok demektir. İnsan beyninin en büyük yetilerinden biri ileriyi düşünme kapasitesidir elbette. Medeniyetlere ait büyük projelerin hepsi gelecekle ilgili senaryolar hayal edip bu senaryolar doğrultusunda şu anda çalışmalar yapmakla olmuştur. İşleri başarılı bir şekilde yürütebilmek için iyi bir iş planı olmalı elbet. Plan olmazsa kontrat bir gün bile sürmez.

Güvenlik ihtiyacımız bizi kaygıya ve neler olacak, neler olabilir üzerine hikâyeler uydurmaya sürüklediği zaman sorun haline gelir gelecek. Ertesi günkü toplantıyı düşünmekten helak olup uzun zamandır beklediğimiz yemeğin tadını çıkaramadığımız olmuştur hepimizin.

Gelecekle ilgili plan yapmayı bırakalım demek değil bu. Planlarımızı yapalım tabii, yapalım ama bu planlardan çok şey beklediğimizin, hayatımızı bu planlara bağladığımızın farkına varalım. Gelecekte olacaklar oksitosin seviyelerimizde ani bir artış sağlar ve bu, bir- iki saat ya da belki bir- iki gün sürer. Fakat şu anda hissettiğimiz eksiklik duygusunu asla dolduramazlar. Eksiklik duygusu hep var olur çünkü bizi mutlu edecek, doyuma ulaştıracak tek şey olan ve halihazırda tümüyle elimizde olan şu anı yaşayamıyoruz. Şimdide var olamıyoruz. Asla olamayız sürekli gelecek ile ilgili hayaller kurarsak veya geçmişe takılıp kalırsak.

İnsan olmanın büyük görevi hem dinginlik dünyasında hem hareket dünyasında, hem zamanda ve hem zaman ötesinde aynı anda yaşamaktır. Sessizlik, açıklık, farkındalık noktalarına varmak zorunda değilsiniz. Zaten varamazsınız da. Yapmanız gereken tek şey zamanın ortasındaki dinginliğin hep burada zaten var olduğunu fark etmektir. Bu yolculuk değil, doğrudan doğruya yaşanan bir deneyimdir. Zamanla mücadele etmeyi bırakmak öyle çalışarak, çabalayarak yapılabilecek bir şey değildir. Kendiliğinden olan bir gevşeme, insanın içinden gelen bir rahatlamadır. Halihazırda olana gelmek, şimdide var olmaktır. Dinginliğin günlük hayatımızda yaşanabilir bir deneyim olduğunu derinden bildiğimiz zaman daha rahat nefes alır, günü daha farklı yaşarız. Dingin olmak ve aynı zamanda hareket etmek zamanın yok olduğunu bilmektir, saatin tik taklarına rağmen.

Share This