Kolay ve kendiliğinden olması demek, zorlukların olmaması anlamına gelmez. Asıl zorluk, kendini sana uygun olmayan veya istemediğin şeyi yapmaya zorlamakla, mecburiyetten dolayı veya yapmış olmak için yapmakla oluşan, yanında ıstırap duygusu taşıyan zihinsel bir tutumdur. Kolaylık hali, sevginin, isteğin veya süregelen bir sistemin itici gücüyle bedeninin ve zihninin ivme kazanıp kendiliğinden hareket etmesiyle oluşur. Bu halde iken insan bir şeyi yapabilmek için zorlansa da içsel olarak hissettiği şey zevktir, zihin-bedenin gelişmesi ve bilinç olarak genişlemenin zevki. Bu itici güçler insanın kendini sadece yaptığı şeyi yaparken bulmasını sağlar. Bu kendiliğindenliktir. Tıpkı doğal koşulların bir tırtılı kelebek yapması gibi. Tırtılın geçirdiği evrelere zor ya da kolay demeyiz ama bir sürü süreçten geçer, elbette ki zorlayıcı şeyler geçiriyordur çünkü olduğu halden tamamen başka bir hale geçmektedir ama sonuçta tırtıl için kelebek olmaya doğru çıkılan ruhen zevkli bir yolculuktur. Yani, bazı şeyler sana da başkalarına da zor gelebilir ama sen bunu, severek, isteyerek ve fark etsen de etmesen de, doğal bir itici güçle yapıyorsan o aslında kolaylıktır. Senin var olma halin odur ve sen kolaylıktasındır. Bazen çiçekler kayalardan ya da karın altından çıkıyor. işte o çiçek için bu zor ya da kolay değildir, o kolaylık halindedir çünkü şartların ve etkenlerin onu orada açmaya yönlendirmesine direnmek yerine onu etkilemesine açık olmuş ve izin vermiştir. Sadece etkileri kabul etmesi sayesinde orada yetişip çiçek açabilmiştir. Başka koşullarda da olsa oranın etkilerinin onu yönlendirmesine izin verecekti. Yani o tek başına, sadece kendi gücüyle orada yetişip çiçek açmıyor. Öyle olsaydı işte o zaman belli koşullar kolay belli koşullar zor gelirdi. O, o koşullarla birlikte hareket ediyor, oradaki koşulların gücü çiçeğin de gücü oluyor yani koşulların kendine has etki ve desteği onun orada açmasına olanak sağlıyor.

Tıpkı doğada olduğu gibi insanlar da tüm var oluşla, hayatla, doğayla, birbirleriyle bir ve bütün olduklarını, birlikte hareket ettiklerini ve daima etkileşim halinde olduklarını hatırlarlarsa, var oluşun doğal gücünü ve ona açık olmakla edinilen kolaylığı da hatırlayabilirler.

Müziği kullanma farkındalığı geliştirmek, uyumlu bir bütünlüğün içine dahil olmanın nasıl doğal bir ivme yaratarak hareketi kolaylaştırdığını hatırlatacak.

En önemlisi de insanların, hayatlarındaki doğal ivme ve hareketlerin içsel sebebi olan düşünce ve duygularının farkında olup, onları kendiliğindenliği oluşturan bir güç olarak kullanmayı öğrenmeleridir. Düşüncenin duygu yaratması ve bu ikisinin eylemi tetiklemesi sayesinde insan zorlama, zorlanma olmadan harekete geçebilir ve kendiliğindenliği yaşayarak kolayca gelişebilir. Bir şey üzerine çok fazla düşünen, hayal kuran bir insan eninde sonunda kendini o düşündüğünü yaşarken bulur. Bu kendiliğindenliktir. Müzikle, düşünce ve duyguların nasıl çok kolay şekilde yönlendirilip eyleme kendiliğinden geçmeyi kolaylaştırdığını uygulamalarla göreceksiniz.

Müzik ve dans uygulamalarının kolaylığını idrak edebilmek için, kolaylığın doğasını bilmek gerekiyor. Yukarıda bunu anlatmaya çalıştım. Kolaylığın doğasına geçebilmek için ise zorluk zihnini iyice tanımak ve onu bırakabilmek gerekiyor. Bu yüzden bu konunun üzerine biraz daha odaklanacağım. Olayı kavrayanlar diğer başlığa geçebilirler. Biraz daha benimle sohbete katılmak isteyenler okumaya devam edebilir.

”Zor’un üzerine eklenen zorluklar

Tıpkı derelerin keskin taşları yuvarlaması, kasırganın ağaçları kökünden sökmesi ve ağacın yeniden hayata tutunması gibi uzaktan bakınca “zorluk” gibi görünen şeylerin de biz onları“zor” olarak tanımlamadığımız takdirde,oluşun devamlı “olma hallerinden” başka bir şey olmadığını fark ederiz. Sadece etki tepkiyi, tepki etkiyi doğurmuştur. Ortada bir şey yapma değil, olma durumu vardır. Bir şeyler sonucunda bir şeyler açığa çıkar ve bu bir eyleme zemin hazırlar ve sonra eylem sadece gerçekleşir, kendiliğinden… Olmak için, yapmak için bir zorlama yoktur ama her şey olmaya devam eder. Doğadaki hiçbir şey olmak, yapmak gerektiği için, diğerinden farklı veya üstün olmak için, kendini yetersiz gördüğü için, kendini ayrı görüp diğerleriyle yarıştığı için, öyle yaparsa değer gördüğü için, kısacası bu düşüncelerin hiçbiri için olmaz. Bunlar sadece düşüncedir, bakış açısıdır. Doğada bu yüzden zorluk diye bir şey yoktur, çünkü zorluk da bir düşünce, bakış açısıdır. Zorluk, sadece onu öyle adlandırdığımızda zorluk olur. Olma haline bu düşünceyi eklersek o olma hali “zor” olur, çıkarırsak geriye sadece “olmak” kalır. Doğanın işleyişindeki kendiliğindenlik sadece saf “olma” halinin, tanımsız oluşun, tanımsız eylemlerin birbirine etkisidir. Çaba yok ama yine de de eylem, hareket, devinim var.

İnsanın yaşadığı “ıstıraplı zorluk”, onun korku ve dirençlerden dolayı bütünden kopup bütündeki yerini kaybetmesi ve kendisi değil başkası gibi olmaya çalışması, bu yüzden bir şeyleri azim, istek, adanmışlık ve sevgi olmadan, zorlamayla yapması sonucunda oluşuyor. Bir insan hevesle, severek ve en önemlisi kendisi isteyerek bir dağı yerinden oynatmaya çalışıyorsa ve sonunda bunu yapabiliyorsa, bu bir dağı oynatmanın herkes için yapılabilir olduğu anlamına gelmez, çünkü o kişinin bunu yapabilmesindeki en büyük etken istemesi, sevmesi, bununla ilgili zevk alıyor olmasıdır. Yani kolaylık dediğimiz şey, itici güç olan sevmek ve arzu etmekle de oluşan bir şeydir. Zorluk kendi içinde kolay olmalıdır. Zor kavramının üzerine eklenen farklı zihinler de birbirinden değişik anlamlar yaratarak onu başka bir yöne götürür. Mesela “zor olanın daha güzel, daha iyi, daha başarılı, daha değerli ve özel olduğuna” dair inanç ve düşünceler gibi.

Kaynaktan ve bütünden ayrı olma sanrısı yani farkındalığın kaybolması, korkulara kapılmaya sebep olur. Bu korkular ve hayatta kalma güdüsü, varlığının bütünlüğünü, gücünü ve değerini bilmeyen insanı diğerleri gibi ya da onlardan üstün olmaya, rekabet ve kıskançlığa sürükleyebilir. Yani kendi olmak, kendi içinden geleni yapmak yerine, başkasına uygun ve kolay, kendine zor gelen şeyleri yapmaya kalkışır ve ancak o zaman sevileceğini ve öyle değerli görüleceğini sanır. Kendi varlığını kıymetsiz, yetersiz görüp kendini uyumlu bütünden ayırır. Oysa dünyanın onun kendisi olmasına, onun yapmak istediği şeye ihtiyacı vardır çünkü bütünlükte, dünyada onun yeri orasıdır. O ve onun gibiler asıl oldukları kişi olamayıp, içlerinden geldiği gibi yaşayamayınca hem onların ruhsal ve bedensel ahengi hem dünyanın ahengi hem de toplumsal ahenk bozulur. Hem bedenlerinde hem dünyada hem de toplumda gereğinden fazla stres, zorlanma, sıkıntı yaşanır. Herkesin aynı veya benzer özelliklerle donatılmaya çalışılması ve belli otoritelerin onayladığı niteliklerin değerli görülmesi uyumsuz, dengesiz ve mutsuz bir toplum yarattı. Mesela herkes bilim insanı, doktor, mühendis, işadamı-kadını, zengin, ünlü, lider vs. olmanın daha özel bir şey olduğunu sanmaya başladı. Oysa dünyanın kendi halinde huzurla yaşayan insanlara, maddi dünyaya tok veya ilgisi olmayan spiritüel insanlara, aklı fikri sanatta, müzikte, dansta, resimde, heykelde, tiyatroda, sinemada olan ve sadece bunlarla uğraşmayı sevenlere, hayvanlarla doğayla ilgilenmekten başka bir şey yapmayanlara, kâşiflere, maceraperestlere, sadece gezmeyi sevenlere, sadece oturanlara, sadece bildiklerini konuşup anlatanlara, duygularını düşüncelerini, deneyimlerini, maceralarını, sezgilerini yazanlara, hiç konuşmayanlara, hiçbir şey yapmayanlara, yapamayanlara, sadece meditasyon yapanlara, sadece yemek yapmayı sevenlere, sadece temizlik yapmayı sevenlere, birden fazla şeyi yapmayı çok eğlenceli bulanlara, yol göstericilere, yardım edenlere, bahçe yapıp düzenlemeyi sevenlere, dikiş dikmekten, tasarım yapmaktan, dekorasyondan, komiklikler, şakalar yapmaktan, çocuk bakmaktan, öğretmekten, eş, sevgili, anne baba olmaktan, birilerine psikolojik destek olmaktan zevk alanlara, çok değerli şeyler yapıp yapmıyormuş gibi sade görünmekten mutlu olan, sadece neşe saçmayı, insanları motive etmeyi seven ve burada sayıp sayamadığım, bilip bilmediğim birçok şeyi yapmayı seven insanlara da aynı önemde ihtiyacı var.

Gezmeyi seven, gezmekle eğlenen, öğrenen, gelişen, öğreten bir insan bunu zor koşullarda da yapsa yine zevk alır. Bu ona evde oturmak kadar zor gelmez çünkü onu en iyi bu deneyim geliştirecektir. İçsel arzusu, isteği, düşünceleri, hayalleri, yeteneği onu gezmeye iter çünkü onun kendi gelişimine ve bütüne katkısı bu şekilde olacaktır. Buna direnmek, gezmeyi değerli bir olay, önemli bir iş olarak görmeyip küçümsemek ve gezmek yerine başka şeyler yapmak hem o kişinin hem de bütünün dengesini bozar. Aynışey yukarıda saydığım ve saymadığım her şey için geçerli. Sadece durmak da çok şey yapmak kadar önemlidir. İnsan öylece durması ve hiçbir şey yapmaması gereken zamanda, korkudan dolayı bir şeyler yapmaya kalkıştığında içinde bir ıstırap hisseder, ya da hareket etmesi gereken zamanda kendini tutup sadece durursa da aynı ıstırabı yaşar. Bu da sistemin bütününü göremeyip, ona müdahale ederek, fark etmeden sistemin işleyişinin bozulmasına veya gecikmesine sebep olur. Belki de onun o zamanda sadece durması sayesinde yeni, harika, kolaylaştırıcı bir fikir gelecekti, belki de bu “sadece durma” onun gücünü toparlamasını sağlayacak ve sonra daha iyi hareket etmesini sağlayacaktı. Belki de kişinin vücudu onun bağışıklık sistemini güçlendirmeye ve bir hastalığı engellemeye çalışıyordu, bu hastalık olunca her şey çok daha fazla uzayacak ve zorlaşacaktı. Büyük resmi bilmeyen ve görmeyen insan bu “zorlama” zihniyle müdahale ettiğinde, kolaylık da kaçıp gider. Kolaylığın kendi dili vardır ve insan bunu “iyi hissetmek” şeklinde duyar.

Herkesin kendisi olarak kendiliğinden kolaylıkla severek yaptığı şeyler vardır. Bazıları durduğu ve olduğu yerde oluşunu gerçekleştiriyordur ve bu güzeldir. Bazıları içinse sadece durmak kolay değildir, zordur. O kişi zorla durmaya çalışırsa ıstırap olur ve kendi özel oluş halinden çıkar, uyum bozulur. Uyum bozulması sürerse huzursuzluk, isteksizlik, stres ve korkular oluşur ve daha sonra da bunlar hastalıklara ve yıkıma yol açmaya başlar.

Bir çiçeğin, arının yaptıklarını yapamadığı için kendini yetersiz görmesi, arının yaptıklarının daha özel olduğunu sanması ve sadece arı gibi uçarsa değerli ve özel bir şey yapmış olacağını ve böylece takdir görüp sevileceğini düşünerek, kanat çıkarmaya çalışması, kendini buna zorlaması bu konuda çok komik ama çok da güzel bir örnek olabilir. Yani arı da çiçek gibi kokamaz, renkli renkli açamaz. Çiçek olmazsa arı işlev göremez.

Bütüne uyumlu, kendini bilen ve seven kişi kendisi için kolay gelen, keyifli ve hevesle yaptığı şeylerin özel ve güzel olduğunu bilir. İnsanların başardığı şeyler severek ve kendiliğinden yaptığı şeylerdir. İnsana zor gelen, zorla oldurmaya uğraştığı şeyler ve olmaya çalıştığı haller, sadece kendini bilmemenin ve aslında sevmemenin sonucudur. Artık kolay derken, gelişmek için sınırları zorlamamaktan bahsetmediğimi, sınırları, zorlukları bile içsel bir istek, haz ve sevgiyle aşmaktan bahsettiğimi biliyorsunuz.

Kendisini, kendi yaptıklarıyla yetersiz, yaptıklarının önemsiz olduğunu düşünen bir insan, başkalarının kolaylıkla yaptığını yapmaya çalışırsa onu yapamayabilir ya da yaptığında diğeri gibi başarılı da olmayabilir, başarılı olsa mutlu olmayabilir. Bu çok normaldir çünkü var oluştaki kendi rolünü hiçe sayıp, küçümseyip, değersiz görüp, diğerini yüceltmiş ve kendini alçaltmıştır. Diğerinin hep daha mutlu, zengin, ünlü, güzel, başarılı olduğunu sanarak, onun yaptığını yapınca onun gibi olacağını sanır. Bu tutum baştan ikilik üzerine olduğu için, nasıl ki zihni kendinden üstünleri var ediyorsa, kendinden alçakları da var eder ve bu sefer de onlardan üstün olduğu yanılsamasına kapılır. Sonuçta yetersizlik, değersizlik, aşağılık hissi ve bunların diğer ucu olan büyüklenme ve kibir aynı şeyden kaynaklanır ve bir insanda birisi varsa diğeri de mutlaka vardır. Kendini başka birinden alçakta gören birisi, kesinlikle birilerinden de üstün görüyordur çünkü bunlar aynı zihnin sonucudur, kendini sevmeme zihninin…

Nedir insanların kendilerini sevmemelerine, değerli, tam ve yeterli görmemelerine, istemediklerini dolayısıyla kendisine zor geleni yapmaya çalışmalarına sebep olan şey? Kendilerinin de her şeyin kaynağına zaten bağlı olduklarını, böylece güçlü olduklarını unutmuş olmak… 

 

 

 

Share This