İlgimizi çeken şeyler, içinde bizim için bir getirisi olduğunu düşündüğümüz şeylerdir!
Evet, bir genelleme yaptığımın farkındayım. Eğer istisnası yoksa böyle bir genelleme yapabiliriz. Üstelik bu genellemeyi hem olaylar, hem nesneler, hem de insanlar için yapabiliriz.
Tersi, yani ilgimizi çekmeyen şeyler ise bize herhangi bir getirisi olmadığını düşündüğümüz şeylerdir.
Çekildiğimiz insanlara bakalım:
Sohbetinden hoşlandığımız, bilgisinden yararlandığımız, bizi eğlendiren, yanlarında zamanımızı keyifli geçirdiğimiz insanlardır; onlardan aldığımız bir şeyler vardır.
Çekildiğimiz olaylara bakalım:
Bizi eğlendiren, paylaşmanın hazzını yaşatan, tecrübe kazandıran, yeni bir şeyler öğrenmemize katkıda bulunan olaylardır.
Çekildiğimiz ortamlara bakalım:
Kendimizi huzurlu, mutlu, keyifli vb. hissettiğimiz ortamlardır.
Evet, maddi ya da manevi doyum almadığımız şeylerden, ortamlardan ve insanlardan uzak duruyoruz. Hayat, bizi hoşlanmadığımız ortamlarda kalmaya ya da hoşlanmadığımız kişilerle bir arada olmaya zorluyorsa bu duruma katlanıyoruz.
Bu yaklaşım size biraz bencilce gelebilir; eğer başkalarının beklentilerini dikkate almıyor ve buna uygun davranmıyorsak, haklısınız; bence de çok bencilce.
Her ilişkiye sadece kendi beklentilerimizin karşılanması perspektifinden baktığımızda; her ortama, sadece kendi keyfimizi gözeterek girdiğimizde; her nesneye sadece kendi tatminimiz açısından yaklaştığımızda gerçekten bencilce bir yaşam içine sürükleniriz.
Aslında bütün bunları sizinle bir gözlemimi paylaşmak için yazdım. Biliyorsunuz aynı zamanda yayımcıyım. Yıllar içinde okuyucu profili hakkında bir fikir edindim.
Kişisel gelişime ilgi duyanlar genellikle tek boyutlu insanlar. Yani diyeceğim o ki, kişisel gelişim dışında pek kitap okumuyorlar. Tabii bunun dışında kalan bir kesim olduğunun farkındayım. Çeşitli türde kitaplar okuyan bu kesim maalesef azınlıkta. Ama olması gereken, bu azınlığın çoğunluk haline gelmesi.
İnsan sadece kişisel gelişim kitabı okuyarak gelişemez ve olgunlaşamaz. Bu insanları kapıda bekleyen en büyük tehlike ise bencilliktir. Onlar için hayat, yazının başında açıkladığım, bu işin içinde benim için ne var, anlayışının ötesine geçemez.
Bencilce, sadece kendi çıkarlarına odaklanmışlardır. Sorsanız maddeci anlayışı eleştirirler. Ne var ki, bütün “ruhani yücelikleri” kendi doyumlarının ötesine geçememiştir.
Tek amaçları, hayatlarını en mutlu ve en doyumlu şekilde yaşamaktır.
Bunun için gerekirse Tibet’e giderler; saatlerce “ooommm” çekerler. Ama kendilerinden başka kimseye beş kuruşluk faydaları yoktur. Yaşamın zorlukları karşısında çabuk yılarlar. Başkalarının ne hissettiği, nasıl yaşadığı umurlarında değildir. Dünyada olup bitenden haberleri yoktur. Ülkedeki sorunlara karşı ya duyarsız ya da önyargılıdırlar. Kendilerini geliştirmeye çalışırlar ama önyargılarını gözden geçirmeye ihtiyaç duymazlar. Onlar için ruhsallık ulaşılması gereken bir mertebedir. Ne yapıp edip o mertebeye çıkmaya çalışırlar.
Oysa ruhsallık insanlıkla kazanılır. İnsanlaştıkça ruhsallaşırız.
Tarihten, sanattan, kültürden beslenmeyen birey sağlıklı düşünemez; empati yeteneğini geliştiremez; hayata duyarlı olamaz. Şundan emin olalım ki hayatımızı güzelleştirmek, hayatı güzelleştirmekten geçiyor.
Saim Koç