Günümüz dünyasında yalnızlık duygusu ve yalnızlık duygusunun sonucu yaşanan depresyon yüzyıl öncesine kıyasla çok daha yaygın.
İletişim okyanusundan son damlasına kadar yararlanıyoruz; gün boyu cep telefonlarıyla konuşuyor, mesajlar yolluyor, bilgisayarlar aracılığıyla saatlerce hiç tanımadığımız insanlarla yazışıyor ama bütün bu kalabalığın arasında yine de kendimizi okyanusun ortasında ceviz kabuğundan teknemizde yapayalnız buluyor ve yapayalnız hissediyoruz.
Bu arada da antidepresan ilaçların kullanımı korkutucu boyutlara tırmanıyor.
Ne var ki, iletişim denince hâlâ aklımıza ilk gelen birtakım aygıtlar oluyor; telefon, televizyon, radyo, bilgisayar, şimdilerde pek bir önemi kalmasa da mektup ve herhalde artık kimsenin başvurmadığı telgraf aracılığıyla sağlanan haberleşme olarak düşünüyoruz iletişimi; bir olayı, bir durumu, bir fikri bir yere iletmekten ibaret olduğunu sanıyoruz. Sözlüklerde de bunun dışında bir anlamı belirtilmiyor zaten.
Durum böyle olunca birçok insanda “iletişim” sözcüğü mekanik çağrışımlar uyandırıyor. Kendi elimizle yarattığımız teknoloji krallığının maiyetindeki insan-makineler haline dönüştükçe iletişim çağının temel sorununun iletişim(sizlik) olduğunu görmekte de zorlanıyoruz. İşin daha da üzücü yanı iletişim kurmayı bilmediğimizi bilmiyoruz. İletişim kurmayı bilmediğimizi inkâr ediyoruz, sonra da sıkça yanlış anlaşılmaktan şikâyet ediyoruz.
Bilgi akışındaki tıkanıklıkların, Pekin’de kanat çırpan kelebek misali, büyük bir fırtınaya yol açmasının neredeyse anlık bir mesele olduğu iş dünyasında iletişimsizlik, şirketlerin ve çalışanların verimini tahminlerin ötesinde etkileyip düşürüyor.
Kadın erkek ilişkilerinde iletişimsizlik tarafları yıpratıyor, birbirinden koparıyor, ilişkinin dipsiz kuyularına öfke tohumlarını ilk elden ekiyor.
Sosyal yaşamda iletişimsizlik, doğru zamanda doğru yerde olabilme ve doğru kişilerle tanışabilme olasılığımızın yolunu tıkayan koca bir kaya gibi önümüzde dikiliyor; bizi yalnızlığa mahkûm ediyor.
Peki ya kendimizle iletişimimiz?
Doğrusu en çok kendimizle iletişim(sizlik) halindeyiz; kendimizin en acımasız düşmanı, en ağır eleştirmeni, en mesnetsiz suçlardan hüküm giydiren yargıcı olarak! Kendimizle iletişim kuramamak bizi kendimize yabancılaştırıyor; duygularımızı tanıyamaz hale getiriyor.
Yine de kendimizle ve başkalarıyla kurduğumuz iletişimi sağlıklı hale getirmek için emek harcamaya pek gönüllü değiliz. Sıkça “kolay” yolu seçiyoruz; ya duygularımızı bastırıyor ya da duygusal patlamalar yaşıyoruz.
İletişim çatışmalarının sebebinin fikir ayrılıkları olduğunu düşünürüz çünkü iletişimde ön planda olan fikirlerdir. Oysa iletişim çatışmalarının asıl kaynağı, arka planda kalan, dikkatimizi çekmeyen duygulardır. Sıradan bir konuyu tartışırken bile bir anda tepkisel biri haline gelebilmemizin sebebi, öfke, çaresizlik, umutsuzluk ya da kızgınlık gibi bir duygunun içine girmemizdir. Bu durumda iletişim çatışmasına doğru sürüklenmemiz neredeyse kaçınılmazdır. Arka planda bir duygu yaratmadığında fikirlerin farklı olması sorun yaratmaz; uzlaşırsınız ya da uzlaşamazsınız ama karşınızdakiyle bir çatışmaya girmezsiniz.
İletişim kazaları tıpkı trafik kazalarına benzer ve emin olun kaza her zaman “Geliyorum!” der.
Duygularımızı sağlıklı bir şekilde nasıl ifade edeceğimizi, daha da önemlisi duygularımızı nasıl yöneteceğimizi bilmiyorsak her türlü ilişkimizin bir sonraki dönemecinde bizi yeni bir iletişim kazasının beklemesi muhtemeldir.
Biz ne kadar dikkatli, uyanık ve usta bir sürücü olursak olalım öyle bir an gelir ki, karşımızdakinin hatasından kaçamayabiliriz. Kabul. Ama bu, başımıza gelebilecek kazaları en aza indirme ve en az hasarla atlatma becerisine ve iradesine sahip olduğumuz gerçeğini değiştirmez. Başkalarıyla iletişim kurarken hangi tepkimizin hangi etkiye yol açıp bizi ve ilişkilerimizi nasıl bir sonuca ulaştıracağını önceden kestirebiliriz.
Bütün sürücülerin trafik kurallarına uyduğu bir ortamda, “hayatta kalmak” için onca manevra yapmak zorunda olmazdık, öyle değil mi?
Herkesin iletişim kurallarına uyduğu bir ortamda da “anlaşılmak” için bin bir takla atmamıza gerek olmazdı. Böyle bir dünyada yaşamıyoruz ama şu andan itibaren böyle bir dünyayı yaratmaya başlayabiliriz.
İletişimde ya da trafikte sıfır hata zordur ama imkânsız değildir.
İnsanız, bazen yanlış olduğunu bilsek de tahrik olup kuralları çiğniyor ve kazaya zemin hazırlayabiliyoruz. Karşımızdakinin bir sözünden ya da davranışından tahrik olup tepkisel davranabiliyor ve ilişkimizin yara almasına neden olabiliyoruz. Hafif iletişim kazaları hayatımızda önemli sarsıntılar yaratmaz ama kaza ne kadar büyükse bedeli de o kadar büyük olur; bazen bir işi, bir dostu, bir sevgiliyi kaybetmemize neden olabilecek kadar büyük olur. Sonradan üzülmek, keşke daha dikkatli olsaydım, o hatayı yapmasaydım diye dövünmekse kaybedileni asla geri getirmez.
Kuraldışı’nın 21 Ocak’ta başlayacak Etkisel İletişim workshopu ile ilgili bilgi edinmek ve kayıt yaptırmak için tıklayın.
Kaynak: İletişimde Ustalaşmak
Saim Koç