Evlenme arifesinde bir liste hazırlamıştım. Hayalimdeki evlilikte olması gerekenler; bir çeşit vazgeçilmezler listesi. Evliliğimin sağlam temellere oturması ve kusursuz olması için bu listedeki her şeyin gerektiğine inanıyordum. Bunun için de tabii ki elimdeki en sağlam referans kaynağına başvurdum: Meşhur Parlamentli pazar gecelerinden başlayıp tüm hayatımı kaplayan bilumum Amerikan filmleri.
Sabahları kahve içip birbirine sarılarak okunacak gazeteler, spagetti pişirilirken içilen şaraplar (sos yapılırken tahta kaşık yalanıp işveli bir şekilde hımm denilecek); yağmurda yapılan yürüyüşler; kartopu oynarken atılan kahkahalar (dikkat, İzmir’de yaşıyorum), hepsini tek tek listeledim. Listenin en önemli maddesini de sona sakladım: Çamaşır deterjanı olarak daima Ariel kullanılacak.
Şaka değil, benim için Ariel bir evin refahının olabilecek son noktasıydı. Bizim evde kullandığımız, çamaşırlara yapışıp üzerlerinde beyaz topaklar oluşturan ucuz üründen delicesine nefret ediyordum. Benim evim ve evliliğim gelmiş geçmiş en şık ve romantik evlilik, bir kusursuzluk timsali olacaktı. Kocam, evim, kedim, kahvem, koltukta yayılıp yağmuru dinlerken okuyacağım kitaplarla bir hayal diyarı içinde olacaktık.
Hayatı filmlerden öğrenmediğim zamanlarda kaynak olarak kitaplara başvuruyordum. Uğultulu tepeler okuyup bir insanın karanlık ve delicesine âşık olmasının nasıl bir şey olduğunu merak ediyordum. Diğer zamanlarda savaşçı bir prenses hayali kuruyordum. Onun yerine, bankacı oldum.
Bir de dünyalar tatlısı olsa da, bir Türk erkeği ile Heatcliff’i karşılaştırabilir misiniz? Kafam çok karışmıştı.
Bu lanet Amerikan filmlerinin neresinde var akşam eve yorgun argın gelip buzdolabındaki çiğ pırasayı sıkıntıyla ayıkladığın sahneler? Hangi romantik kitapta yazıyor “Ve saçı başı birbirine girmiş anne gecenin köründe ağlayan bebeğinin yanına giderken gene ayağını komodine çarptı” diye? Hangi deterjan markası kocanın çamaşırlarını kirli sepetinin yanı yerine içine atmasını sağlıyor? Göz zevkimi geçtim, nemleniyor kardeşim!
Tamam, anlıyorum, öyle çok zehir gibi bir kadın değilim de, bence bu konuda yalnız da değilim. Özellikle biz kadınlar bu romantik hayallere fena kaptırıyor; hayatın nasıl olması gerektiği konusunda birçok şablon yazıyoruz. Gerçek gelip de kafaya saksı gibi düşünce de moralimiz bozuluyor.
Peki ben bu kafa karışıklığı ile ilgili ne yaptım? Oh çok şahane ve bilge hareketler tabii ki: Sızlandım, depresyona girdim, kocama söylendim, homurdandım. Kendime gitar, İspanyolca dersleri, yoga kitapları ve kedi aldım.
Ama hani hep diyoruz ya rüyalarına tutun! Yıldızları hedefle! Düşle! Ben de diyorum ki biraz da kendine gel kardeşim!
Şablonları silip olduğu gibi tadına varmanın tadından yenmiyor. Çünkü ben şu an sızlandığım bu durumlar var ya, bir on sene geçsin, gözümde yaşlarla “Ahhh ne güzel günlerdi onlar!” diye anacağım. Aç aç dolaştığımız mastır günlerini; dünyanın en korkunç evinde geçirilen üniversite evi eğlencelerini; vizeleri, finalleri, erkek arkadaş dramalarını gülerek anıyorum çünkü şimdi.
O yüzden; evet biz spagetti ile şarap yapmıyoruz. Sabah sabah da kahve filan içemem yani ama kocam öyle bir yumurta yapar ki, öff aklınız durur. Evet, daima bir beş kilo fazlam var. Ama bu bacaklara bir mini çekerim, olay olur.
Demem o ki, yıldızlar, hayaller çok güzel ama elindekinin kıymetini bilmemek gibi bir yan etki yaratıyorsa, o hapı yutma derim ben. Oradaki şükran faktörünü kaçırınca hayal kurmak insanın sadece kötü hissetmesine sebep oluyor.
O yüzden boş ver hayal ettiğin o kocaman evi, temizlemesi ne kolay oluyor şimdikini. Tabak takımının kenarları çatladı, yarısı da eksik ama ne severek almıştın hatırladın mı?
Film seyrederken öyle çok poz kesen olursa, sen gene çitle çiğdemini, gül, geç. Elinde tuttuğun hayat, senin tahmin ettiğinden çok daha güzel.
Şablonunu sil kadın. Şu pırasayı da pişir artık.