Kapıyı dışarıdan kapattı. Mermer eşikte üşüyen ayaklarıyla düşünmeden bir adım daha atıp ıslak betona bastı. Yağmurun altına girmesiyle sırılsıklam olması arasından saniyeler geçmişti. Buna rağmen beyaz geceliğinin üstüne aldığı yün şalına sımsıkı sarılmaya devam ediyordu.

Dağılan parçalarını tekrar yüzüne vuruyordu sanki yağmur soğuk elleriyle. Nafile. Eski kendinden eser yoktu. Şimdi tekrar aynı yerden birleşemeyen parçalarına teker teker bakma ve yaratabilirse kendinden yeni birini yaratma zamanıydı. Kendi ölümüne şahit olmaktaydı.

Dört yıl önce ona sorsalar, bavulunda hemen her durumda kullanmak üzere biriktirdiği maskeleriyle iş ve özel hayatında kontrolü tamamen elinde tuttuğunu düşündüğü “harika” bir hayatı vardı Nilhan’ın.

Sonra bir gün…

“Kusura bakmayın, Ahmet abi güzel kadınlarla konuşmaya bayılır.”

“Teşekkür ederim.”

“Neden?”

“Yorumunuz için.”

Bakışları ilk karşılaşmalarına ait değildi ama bu karşılaşmada ilk kez konuşuyorlardı Nilhan ve Emir.

Telefonlarını aldılar. Ve o günden sonra her buluşmaları kavuşma, her öpüşmeleri ilk öpüşmeleri oldu. Şarkıları, eşzamanlı mucizeleri oldu. Birlikte gülerken, sarılıp dans ederken, dokunurken genişliyor, kendilerinden çok daha büyük bir şeyin parçası olduklarını birlikte hissediyorlardı. Diğer yandan bazı konularda hayata bakışları oldukça farklıydı. Yaşları, yaşadıkları, inatları farklıydı.

Küstüler. Karşılaştılar. Barıştılar. Bir döngüye girdiler. İçinde kalmaya inat ettikleri duygular, yargılar ve inançlar yüzünden o döngüden yıllarca çıkmadılar.

İkisi de farklı zamanlarda birbirlerine “Öyle güzel ki seni özlemek, bu özlemin devam etmesi için her şeyi yaparım” demişlerdi. Aslında aynı şeyi bekliyorlardı. Gerçekten de birbirlerine farklı sebeplerle yaşattıkları bu sonuçla bitmeyen bir özlem yaratmayı başardılar. O özlemin acısını da, heyecanını da taşımanın capcanlı hissettiren güzelliğine alıştılar. Ve asla kopamadılar. Sonunda fiziksel olarak bir arada olmadıklarında da bir arada hissettiren, bedeni aşan o ulaşılmaz aşka sahip olmuşlardı. Koşullarıyla uzak düşüp, onları koşulsuzca bir arada tutan gerçek bir duygu birliği yaşadılar. Bu aşkın yıpranmamasını, başka hiçbir şeye dönüşmemesini o kadar çok istiyorlardı ki en öfkeli anlarında bile sözlerine özen göstermeyi başardılar. Çoğunlukla da susmayı seçtiler. Bazen duymaya ihtiyaç duyulanların ve söylenmek istenenlerin yok sayılmasının yarattığı boşluk duygusu ve tahribata rağmen…

İnat ettiler, birbirlerini mahrum ettiler ama sözcükleri eskitmediler.

Söylemeye ve duymaya ihtiyaç duydukları sözleri aslında “önce kendilerine” söyleyemiyorlardı. Bireysel olarak erişemedikleri ama birbirlerinin gözünde kazanmış oldukları imajları onlara çok yeterli ve değerli hissettiriyordu. Bunun ötesindeki gerçekle yüzleşmek istemiyorlardı. Oysa bu yoğun duygular, önce ihtiyaçlarını tanıyıp kendileriyle yüzleşebilmeleri, sonra da birbirleri aracılığı ile kendi içlerindeki potansiyele yolculuk yapabilmeleri için gerekli motivasyonu sağlayabilirdi. Bir masal böylece gerçek olabilirdi.

Neydi birbirleri sayesinde kendilerinde hayranlık duydukları imajları?

Neden birbirleri tarafından seviliyor ve kabul ediliyor olmak onlar için bu kadar büyük bir ödüldü?

Birbirlerine çok değerli ve yeterli hissettiren tarafları nelerdi?

Bu kadar kaybetmekten korktukları neydi? İçlerinde nelerin sembolü, umuduydu bu aşk?

Tüm bu soruların sorulması aşkı özgürleştirip, hem onları hem de kendini büyütmesini sağlayabilirdi. Ama öyle olmadı. Emir de Nilhan da suskunluklarıyla aşkın o ulaşılmaz, dönüşüp gerçekleşemeyen ilk potansiyeliyle birlikte egolarını da korudular. Oysa aşk egolarını değil benliklerini büyütüp gerçekleştirmek için oradaydı.

Çok yaklaşsalar, birbirlerine kör olacaklarını, uzaklaşsalar egolarının “mahrum bırakılmak” duygusu ile sarsılacağını hissediyordu ikisi de. Aşkta “bütünleş ya da kaç” kutuplarına böyle bilinçsizce savruldukça aşkın gösterebileceği potansiyeli keşfetmek mümkün olamazdı. Aynı organizmada bile aynı anda ölüp doğan hücreler varsa, iki ayrı benliğin aşkının da birleşip zenginleştiği, ayrılıp özgünleştiği bir zamanlaması, bir ahengi vardı. Bu ahengi derinden hissetseler de kendi zihinsel sınırlamalarından dolayı hakkını vererek yaşayamadılar.

Sonra bir gün…

Telefon çaldı. Nilhan açtı. Dinledi, bir ara bir sözcük çıkacak oldu ağzından ama boğazındaki yumru izin vermedi.  Kulakları uğuldarken kapattı telefonu. Soğuyan elleriyle koltuktaki bej şala uzandı. Sokak kapısına giden koridor, adım attıkça daha da uzaklaşıyordu.

Kapıyı dışarıdan kapattı. Mermer eşikte üşüyen ayaklarıyla düşünmeden bir adım daha atıp ıslak betona bastı. Yağmurun altına girmesiyle sırılsıklam olması arasından saniyeler geçmişti. Buna rağmen beyaz geceliğinin üstüne aldığı yün şalına sımsıkı sarılmaya devam ediyordu.

Kalbi “Seni seviyorum” diye bağırıyordu, “Seni çok seviyorum.” Garip bir özgürlük yaşıyordu göğsünün ortasında, bir genişleme. Ama derin bir kaybolmuşlukla birlikte. Egosu paramparça olmuştu.

Emir’in ölümüyle değerli bir hediye gibi özenle taşıdığı, açmaya kıyamadığını sanıyorken aslında korktuğu aşkın paketi açılmış ve karşısında dev bir ayna olmuştu. Ve artık o aynaya bakmaya cesareti olduğunu, bakmak zorunda olduğunu derinden biliyordu. Nilhan aslında en büyük korkusuyla, kaybetme korkusuyla yüzleşmişti. Reddedilme korkusu bunun yanında ne kadar anlamsızdı. Keşke basitçe; o sadece yaşasaydı. Bu aşkta kendisini yeterince sevemediği için kontrol edemediği egosunun, görmezden geldiklerinin, kendine ve Emir’e açıkça soramadıklarının, söyleyemediklerinin bedelini bu ağır acıdan cesaretle geçerken ödeyecek, kendisini kazanacaktı. Artık biliyordu. Belki o zaman da elinden geleni yapmıştı. Ama şimdi elinde yepyeni tohumlar görüyordu. Ve bu tohumların bu aşkın en başından beri elinde olan tohumlar olduğunu farkediyordu.

O dev aynaya baktı ve aşkta yüzünü gördü. Elinde tohumları.

“Hiçbir şey eksik değildi…” dedi.

Aynaya cesaretle bir adım daha attı. Emir’in yüzünü gördü. Gözünden süzülen yaşa, kalbindeki özleme şükran duyarak “Teşekkür ederim” dedi.

Elvan Erkal

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/mermer-esik/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/mermer-esik/" data-text="Mermer Eşik" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/mermer-esik/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p><img decoding="async" class=" wp-image-7320 alignleft" src="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2023/12/elvan-erkal-232x300.jpg" alt="" width="122" height="158" />Elvan Erkal, 01.06.1984 tarihinde İzmir’de doğdu. Ege Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü mezunudur. İzmir’de başladığı ve İtalya’da sürdürdüğü Yüksek Lisans Eğitimini 2009 yılında tamamladıktan sonra altı yıl özel sektörde çalışmıştır. İş hayatına ara verdiği dönemde Koç Üniversitesi’nde MBA eğitimini tamamlamıştır. Şu an İngiliz ortaklı Sağlık Yönetimi şirketinde yöneticidir.</p> <p>Küçük yaşlardan itibaren yazı yazmak hayatında çok değer verdiği bir ifade yolu olup, aldığı bireysel gelişim eğitimleri ve hayat öğretilerini anlamı aydınlatan ve zenginleştiren söz sanatıyla ifade edebilmek için şiir, öykü ve deneme çalışmaları yapmaktadır.</p> <p><em>“Hiçbir kelime sessizliğin anlattıklarına yetmeyebilir ama içi zengin sözcüklerle susmak bu dünyada insanı aşka bir adım daha yaklaştırır”</em></p> <p>Evli ve bir erkek çocuk annesidir.</p> <p>&nbsp;</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This