“Hep silgim, kalemimden önce tükendi” demiş, merhum Oğuz Atay, “kendi doğrularımı yazmak yerine, başkalarının yanlışlarını sildim”. Bu söz, dipten vurdu beni. Oğuz Atay’ı, üniversitede öğrencilik yıllarımda aldığım seçmeli “Bilimin İnsancıl Yönü” dersinde okuduğum ve efsane mühendis Prof. Dr. Mustafa İnan’ın hayatını anlattığı “Bir Bilim Adamının Romanı” kitabı ile tanımıştım. Keşke Oğuz Atay’ı daha çok okuyup, bu farkındalığı daha önce yaşasa idim. Çocuklarım da dâhil, yakın ilişkide olduğum insanların yanlışlarını silmek yerine, kendi doğrularımı anlatmaya ve onları motive etmeye odaklanırdım. En azından bundan sonra “keşke!” dememek için, bundan böyle kendi doğrularımı yazmayı ve yaşamayı seçiyorum.
Yukarıdaki paragrafı kendi kişisel sayfamda yayınladım ve bir arkadaşım bunun üzerine;
“Kim ne derse desin veya demesin her zaman doğrularımızı yaşamalıyız gibi geliyor bana da. Fakaaat, hep iç içe, yan yana olduğumuz güruhun yanlışlarını nasıl görmezden geleceğiz bunu bilemiyorum” diye bir soru sordu, bana. Ona verdiğim yanıt ise şöyle oldu:
Görmezden gelmeyeceğiz, o geribildirime hazır olduğu zaman bildireceğiz, onun kendi hatasını sadece kendinin silmesine izin vereceğiz. Yazmak istediğimizi de yazacağız, o yazdığımızı ister okur, ister bakar geçer. Sözlük anlamıyla “sürü” ya da güruh, kendisine biçilen rolü yaşar ve de öyle düşünür. Yaşadığı şekilde düşünür yani. Düşünceleri, duygularını; duyguları, davranışlarını; davranışları alışkanlıklarını belirler. Bizi de en çok rahatsız eden budur, alışkanlıklarıdır yani. Olaylar karşısında gösterdiği otomatik, yani “kendiliğinden” tepkilerdir. Sürü, yanlışının farkında değildir. Sen, onun yanlışını silmeye kalktığında; senin, onun kendi yaşadığı biçime saldırdığını zanneder ve dolayısı ile güvenliğinin, alışageldiği yaşamın tehlikeye girmekte olduğunu sanır ve otomatik savunma mekanizması devreye girer. Onun yanlışını silmek yerine, kendi doğrumuzu söylesek; bizim doğrumuz ona yanlış gelse dahi, kendini değil, bizi tehlikede sanır ve pek aldırış etmez. Zira kendisi tehlikede değildir henüz. Bizi izlemeye devam ederse; denildiği gibi hep iç içe yan yana isek, bizi izleyecek ve her ne kadar dinlemiyormuş gibi görünse de merak edecek ve bizim doğrularımızın bize zarar vermediğini gözlemleyecektir. Bir zaman sonra belki de dönüp “Sen ne diyordun yahu?” diyecektir. İşte o zaman “Seninle ilgili değil söylediklerim, kendimle ilgili, ben böyle düşünüyor ve düşündüğüm gibi de yaşıyorum, çünkü ben bir ‘kişi’ değil, ‘birey’im. Sen de birey olmak istersen, sana verilmiş olan rol gibi yaşama; doğru olduğunu düşündüğün şekilde yaşa” dersin. O yanlışları ile yaşamaya devam edecektir belki, ama ‘düşünmek’ tohumunu bir kez ekmiş olacaksın onun bilinçaltına. Gerisi ona kalmış, ‘kendini, kendine yatırım yapmaya değer’ görürse; düşünmeye, sormaya, sorgulamaya öğrenmeye devam edecektir. Görmezse, birey değil sürüden biri olmaya devam edecektir. O, onun seçimi; sen, kendi doğrularını söylemeye, yazmaya, yaşamaya devam edeceksin. Özetle; başkalarının yanlışları yerine kendi doğrularımıza odaklanır ve ona emek verirsek, daha verimli, daha doyumlu, daha huzurlu, kendimizle daha barışık bir yaşamımız olur.
Değişimin itici gücü ile hoşça olun…
Sezai Değer Şahin
Başkalarının yanlışını silmek, alışkanlıklar gereği mi?
İhtiyaçlar gereği mi?
Ya da kendi doğrularının olmaması mi?
Aslında bu soruların cevabını bulmak gerekir.
“Cevaplar da kişiye göre değişiklik gösterecektir.” Diye düşünüyorum.
Saygılar…